Mahfi Eğilmez – 07.11.2014
Stefan Zweig’ın herhangi bir öyküsünü okudunuz mu? Ben yalnızca birisini okumuştum çocuk denecek yaşta. Ders çalışmak yerine roman ve öykü okuduğum, felsefeyle uğraştığım lise yıllarımdaydı. O dönemde okuduğum birçok kitabı sonradan yeniden okudum. Ve doğal olarak çok daha farklı değerlendirmeler yaptım. İnsan değişiyor, konulara bakışı, anlayışı, anladığını yaşama uygulayışı değişiyor. Onun için genç yaşlarda okuduklarından anladıklarıyla sonraki yıllarda anladıkları farklı oluyor.
Zweig’ın Amerigo’sunu birkaç yıl önce okuduğumda çok şaşırmıştım (Stefan Zweig, Amerigo: Tarihsel Bir Yanlışlığın Hikayesi, Çeviren Ogün Duman, Can Yayınları.) Bildiklerimin yanlış olduğunu anlamamı sağlayan bir biyografiydi bu. Kitap, Hindistan’a gittiğini sanarak Amerika kıtasını keşfeden Christoforo Colombo’nun yanlışını ortaya çıkaran İtalyan denizci Amerigo Vespucci’nin öyküsünü anlatıyor. Ben, Vespucci’nin Colombo’dan sonra Amerika’ya giderek orayı ikinci kez keşfettiğini sanırdım. Zweig’in anlattıkları ise Amerigo Vespucci’nin yaşamı boyunca İtalyan denizlerinin dışına hiç çıkmamış sıradan bir denizci olduğunu gösteriyor. Vespucci, kitapları, haritaları okuyarak yazdığı mektuplarda Colombo’nun gittiği yerin Hindistan değil yeni bir kıta olduğunu anlatıyor. Bu mektupları okuyup değerlendirenler Vespucci’nin yeni bir kıta keşfettiğini düşünüyorlar. Böylece yeni kıtaya kaşifi olan Colombo’nun adı değil bu mektupları yazan Amerigo Vespucci’nin adı veriliyor.
Setefan Zweig, 1881 – 1942 yılları arasında yaşamış yahudi kökenli Avusturyalı bir yazar. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak başlamış yaşama. Edebiyat ve kültür alanında eğitim almış, neredeyse bütün batı dillerini öğrenmiş ve felsefe öğrenimi görmüş. 1933’de Nazilerin kitap yakma faaliyetinden onun kitapları da nasibini almış. 1934’de Gestapo’nun evine yaptığı baskın sonrası ülkesini terk ederek gönüllü sürgüne çıkmış. Önce Londra’ya sonra da Rio de Janeiro’ya yerleşmiş. Sigmund Freud’un çalışmalarından etkilenmiş ve öykülerinde psikolojik kişi analizlerine girişmiş.
Avrupa’nın içine düştüğü duruma duyduğu üzüntü ve yaşadığı hayal kırıklıkları onu, eşiyle birlikte, 22 Şubat 1942’de intihar etmeye kadar sürüklemiş. İntiharında, Hitler’in kurduğu faşist düzenin kalıcı olduğunu düşünmesinin ve bir daha asla o eski mutlu günlere dönülemeyeceği kanısına varmasının etkili olduğu biliniyor. Aslında intiharından kısa bir süre önce yazdığı Satranç’ta (Stefan Zweig, Satranç, çeviren Ayça Sabuncuoğlu, Can yayınları) sürgünde geçen kendi yaşamının simgesel bir özetini veriyor Zweig. Satrancı yeni bitirdim. Ve Zweig’in bütün öykülerini okumaya karar verdim.
Zweig’in intiharından 3 yıl sonra, onun mutlu dünyasını darmadağın eden Adolf Hitler intihar etmiş ve dünya yavaş yavaş onun özlemle aradığı eski haline dönmeye başlamış. Yani Zweig üç yıl daha sabretse Hitler’in kurduğu faşist düzenin kalıcı olmadığını, birçok şeyin düzeldiğini, belki eskisi kadar olmasa da yaşamın mutluluk yaratabilecek biçimde yeniden yeşerip geliştiğini görebilecekmiş.
İyi zamanların keyfini çıkarmak kadar, kötü zamanlarda sabırla beklemek de önemli. Çünkü iyilikler gibi kötülükler de sonsuza dek sürmüyor.