Küresel ve bölgesel jeopolitik gerginlikler insanlık adına utanç ve acı verici tabloları, uluslararası hukuku tanımaz bir vahşeti, soykırımları gündemin tepesinde tutarken, yeryüzünün geleceğini konuşmaya gayret etmek hayli zor. Çünkü, insanlık ve uygarlık bu derece ağır bir gözü dönmüşlük ile karşı karşıya iken, çevre ve iklim başlıklarında artan tehditleri algılamak giderek zorlaşıyor. Ancak, kutupların ve Grönland’ın erime sürecinin hız kazandığı, okyanusların şimdiden 1 metreye yakın yükseldiği, her gün Ülkemiz ve dünyanın her hangi bir noktasında son 100 yılda görülmedik ölçüde ağır doğal afetlerle karşı karşıya kaldığımız bir ortamda, yeryüzü yaşanabilir bir yer olmaktan çıkmazdan önce, küresel iklim krizini durduracak tedbirler için çabalar hızlanmış durumda. Bu çabaların kritik bir sacayağı da temiz ve yenilenebilir enerji.
Ancak, daha ‘yeşil’ bir dünya için ortaya koyan çabaların önemli bir tehditle karşı karşıya olduğunun da farkında olmamız lazım. Çünkü, yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm için vazgeçilmez bir girdi haline gelen kritik mineraller ve madenlerle ilgili tedarik süreci giderek daha karmaşık hal almış durumda. Atlantik Ülkeleri Çin’in kritik minerallerdeki hakimiyetini ve kritik minerallerin Latin Amerika, Afrika ve Asya’da ağırlıklı olarak Küresel Güney ülkelerinin kontrolünde ve tedariğinde olmasından artan bir endişe duymaktalar. 2040 yılına kadar, dünya genelinde gerçekleştirilecek yenilenebilir enerji yatırımları için kritik mineral talebinin 4 ile 6 kat arasında, lityuma talebin ise en az 5 kat artması beklenmekte. Dolayısı ile, kritik minerallere erişim bir ‘enerji güvenliği’ meselesine de dönüşmüş durumda.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!