Mahfi Eğilmez – 21.12.2012
Merkez bankalarındaki rezervler ülke ekonomisinde işlerin iyiye gitmemesi halinde kullanılmak üzere tutulur. Bu rezervler, o ülkeye doğrudan ya da dolaylı olarak yatırım yapanlar açısından bir güvence oluşturur. Merkez bankaları bu amaçla iki tür rezerv tutar: Döviz ve altın.
ABD Merkez Bankası (Fed), Avrupa Merkez Bankaları (Bundesbank gibi), İngiltere Merkez Bankası (BOE) ve Japon Merkez Bankası (BOJ) gibi merkez bankaları, kendi paraları rezerv para (yani herkesçe kabul edilen para) niteliğinde olduğu için pek döviz rezervi tutmaz, asıl olarak altın rezervi tutarlar. Bu bankaların altın rezervi tutmasının temel nedeni de eskiden kağıt paranın karşılığının altın olmasından kaynaklanır. Bu bankalar o dönemde bastıkları kağıt paranın karşılığında altın bulundurmak zorunda oldukları için altın rezervi edinmişler, zaman içinde paranın altın karşılığı kalkınca bu altınlar rezerv olarak kasalarında kalmıştır.
Gelişme yolundaki ülkelerin merkez bankalarındaki rezervlerin ağırlığı dövizdedir. Çünkü bu ülkelerin kendi paraları rezerv para niteliğinde değildir. Bunların çoğu kağıt para basımı işine kağıt paranın altın karşılığı kalktıktan sonra girdiklerinden kasalarında gelişmiş ülke merkez bankaları kadar fazla altın rezervi yoktur.
Gelişme yolundaki ekonomilerin tuttuğu döviz rezervleri üzerine yapılan tartışmalarda başlıca iki nokta söz konusu: (1) Bu ülkelerin yabancı sermayeyi çekmek için bir çeşit güvence karşılığı olarak bulundurdukları bu rezervlerin miktarının her geçen gün yükseldiğine dikkat çekiliyor. (2) Bu ülkeler arasında “kim daha çok rezerv tutarsa o daha çok yabancı sermaye çeker” biçiminde merkantilist bir yarışın ortaya çıktığı öne sürülüyor.
Merkantilizm, Avrupa’da 15 ile 18. yüzyıl arasında, yani kapitalizmin hemen öncesinde uygulanan ekonomik sistemin adıydı. Merkantilist felsefenin ardında yatan yaklaşımların başında değerli madenlere sahip olmanın zenginlik sağlayacağı inancı geliyordu. 15. yüzyılda kâğıt para yoktu. Madeni para altın, gümüş gibi değerli madenlerden üretiliyor ve reel değeriyle işlem görüyordu. Altın, gümüş rezervleri sınırlı olduğu için, kıtlık bu metallere doğrudan doğruya bir değer veriyordu. Herkes tarafından değişim aracı olarak kabul edilmesi bunlardan metal para yapılmasını olanaklı kılıyordu. Bu dönemde sömürgelerden elde edilen altın ve gümüş ülkenin zenginliğinin artmasına katkıda bulunuyordu. Merkantilist yaklaşıma göre ithalat, ülkeden metal para, bir başka deyişle altın ya da gümüş çıkışına, dolayısıyla ülkenin fakirleşmesine yol açıyor, oysa ihracat bunun tam tersine ülkeye değerli metal girişine yol açarak zenginliğin artmasını sağlıyordu. Dolayısıyla ihracatın ithalattan fazla olması gerekiyordu. Bu genel yaklaşım Avrupa devletlerini dış ticarete ve oradan giderek bütün ekonomik hayata aktif karışımda bulunmaya yöneltmişti. Dış ticaretteki korumacılık yüksek gümrük duvarlarıyla ithalatın kısıtlanmasının yanında çeşitli teşviklerle ihracatın özendirilmesine ve dolayısıyla dışticaret fazlası elde edilmesi yaklaşımına dayanıyordu.
Günümüzde ekonomilerin uluslararası döviz rezervi biriktirmesini bir noktaya kadar olası sıkıntılara karşılık tampon oluşturmak biçiminde kabul etsek bile o noktadan sonrasını merkantilist geleneğin günümüze farklı biçimde yansıması olarak düşünmek gerekiyor.
2012 yılsonu itibariyle 34 yeni yükselen pazar ekonomisinin merkez bankalarının bulundurduğu uluslararası döviz ve altın rezervlerinin toplamı yaklaşık 7,5 trilyon dolar. Bunlar arasında rekor Çin’e ait. Çin’in uluslararası döviz rezervi 3,3 trilyon dolar (2006 sonunda 1 trilyon dolardı.) Onu 636 milyar dolarlık rezervle Suudi Arabistan izliyor. Rusya, 528 milyar dolarla üçüncü, Tayvan, 398 milyar dolarla dördüncü, Brezilya 380 milyar dolarla beşinci sırada yer alıyor.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) altın ve döviz rezervlerinin toplamı yaklaşık olarak 120,6 milyar dolar. Bunun 102,2 milyar dolarlık bölümü döviz, 18,4 milyar dolarlık bölümü de altından oluşuyor. 2006 sonunda TCMB’nin döviz ve altın rezervi yaklaşık olarak 70 milyar dolardı. Demek ki 6 yılda TCMB’nin toplam rezervi 50 milyar dolar dolayında artış göstermiş. Son bir yıla baktığımızda döviz rezervlerindeki artışın 21 milyar doların üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu artışların önemli bölümü bankaların TCMB’ye yatırmakla yükümlü olduğu zorunlu karşılıkların rezerv opsiyon mekanizması uygulamasını da içerecek biçimde dövizle yapılmasına olanak sağlayan uygulamadan kaynaklanıyor. Yani bankalar kendi ellerindeki döviz ve altın rezervini zorunlu karşılık olarak TCMB’ye vermiş durumdalar. Bir başka ifadeyle bu uygulama TCMB’nin rezervlerini artırmış ama bankaların rezervlerini düşürmüş oluyor. Yatırımcılar resmi rezervlere baktığı için de bu değişim olumlu bir gelişme olduğu algılaması yaratıyor.
Bu rezervlerin bir bölümü ülkenin kasalarında, bir bölümü yabancı devlet hazinelerinin çıkardığı kağıtlarda, bir bölümü de yabancı devletlerin merkez bankalarında tutuluyor. Rezervlerin büyük bölümünün ABD Hazine tahvillerine yatırıldığı göz önünde tutulursa ABD’nin yüksek cari açığının nasıl finanse edildiği de kendiliğinden yanıtlanmış oluyor.
Merkantilizmin geçerli olduğu çağlarda elde tutulan değerli madenler, gerçek bir değeri temsil ediyor, altın ya da gümüş sikke haline dönüştürüldüğünde doğrudan para haline gelebiliyordu. Oysa günümüzdeki şekliyle merkantilizme kaynaklık eden değerler büyük çoğunlukla ABD veya Avrupa ekonomisinin itibarına dayalı kağıtlardan oluşuyor. Sonuçta ABD ve Avrupa’dan kaynak çekmeye çalışan ekonomiler, elde ettikleri dövizlerin önemli bir bölümünü, rezerv tutmak amacıyla, bu ekonomilerin kağıtlarına yatırarak onları finanse ediyorlar.
(Bu yazı Radikal Gazetesinde 11 Ocak 2007’de yayınlanmış aynı adlı yazımın genişletilip güncelleştirilerek yeniden yazılmış şeklidir.)