Mahfi Eğilmez – 02.11.2014
Para Politikasının ve Merkez Bankalarının Egemenliği
1980’li yıllara kadar ekonomideki sorunların maliye politikasıyla (yani vergilerle oynayarak, harcamaları artırıp azaltarak ya da borçlanmayla likiditeyi denetleyerek) çözülebileceğine inanılıyordu. 1980’lerden itibaren maliye politikasına para politikasının da eşlik etmesi gerektiğine inanılır oldu. O aşamada para politikasından kastedilen şey para arzındaki artışların büyümeyle uyumlu tutulmasıydı. 2000’lerden sonra para politikası öne çıkmaya başladı. O zamandan beri para politikasının ekonomiye yön vermesi ve maliye politikasının ona yardımcı olması şeklindeki yaklaşım ekonomi anlayışına egemen bulunuyor. Bunun iki nedeni olduğunu düşünüyorum: (1) Para politikası, kanun çıkarmak gibi bir zorunluluk olmadığı için zaman kaybına neden olmuyor ve çok daha hızlı uygulanabiliyor (2) Para politikası merkez bankaları tarafından uygulandığı ve merkez bankaları bağımsız olduğu için faturanın siyasetçiye çıkma olasılığı maliye politikasına göre çok daha düşük bulunuyor.
Para politikası, ekonomiyi yönlendirmekte egemen hale gelince ister istemez bu politikayı yürüten merkez bankaları da ekonomiye yön vermekte egemen hale geldiler. Artık hükümetlerin alacağı ekonomik kararlardan çok merkez bankalarının alacağı para politikası kararları merakla bekleniyor.
Geçen Haftadan Uygulama Örnekleri
Geçtiğimiz haftanın en çok merak edilen toplantısından sonra Fed, beklendiği gibi tahvil alımlarını sonlandırdı. ABD ekonomisindeki toparlanmayı olumlu bulduğunu, istihdamdaki gelişmelerin iyi gittiğini, hanehalkı harcamaları ve özel kesim harcamalarının yükseldiğini açıkladı. Bunların yanında faizlerin daha uzunca bir süre (Fed burada considerable time deyimini kullanıyor) sıfıra yakın gideceğini vurguladı. Bu açıklamalar ABD ekonomisinin beklenenden önce toparlanacağı ve dolayısıyla Fed’in beklenenden önce faiz artırımı yapabileceği şeklinde algılanınca piyasalarda olumsuz anlamda bir dalgalanma yaşandı. Bir süre sonra piyasalar bu açıklamaları yeniden yorumlayıp sindirince ortalık durulmaya başladı.
Fed açıklamasıyla neredeyse eş anlı bir açıklama da Brezilya Merkez Bankası’ndan geldi. Brezilya Merkez Bankası yüzde 11 olan politika faizini yüzde 11,25’e yükseltti. Brezilya’da 2014 sonu için enflasyon beklentisi yüzde 6,3 dolayında bulunuyor.
Hafta içinde bir başka atak Rusya Merkez Bankası’ndan geldi. Rusya Merkez Bankası, politika faizini 1,5 puan artırarak yüzde 9,5’e çıkardı. Rusya’da yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 7,5 dolayında bulunuyor.
Japonya Merkez Bankası ise farklı bir hamleyle tahvil alım programında tahvil alım miktarını artırdı. Yıllık alım miktarını artırarak parasal tabandaki genişlemeyi 70 trilyon Yen’den 80 trilyon Yen’e çıkaracağını açıkladı. Bu, yılda 730 milyar dolara yakın bir artış demek. Japonya, yıllardır içinde bulunduğu resesyondan kurtulabilmek için genişletici maliye politikası izlemiş ve bütçe açığının yüzde 8’e kadar artmasına göz yummuştu. Bu hamlelerden bir sonuç alınamayınca maliye politikasını bir yana bırakarak para politikasına ağrırlık vermeye başlamış ve parasal genişlemeye yönelmişti. Bir yıl önce yüzde 0,9 olan enflasyon şimdilerde yüzde 3,3 dolayında bulunuyor. Japonya, mali genişlemeye parasal genişlemeyi de ekleyerek enflasyonu yükseltmeyi başardı ama talepte bir canlanma görülmediği gibi büyümede de olumlu bir değişme ortaya çıkaramadı. Bakalım Japonya Merkez Bankası’nın bu son hamlesi gidişi düzeltebilecek mi?
TCMB’nin de geçtiğimiz hafta içinde para politikası kurulu toplantısı vardı. Bu toplantıyla ilgili piyasa beklentileri Merkez Bankası’nın faizleri de diğer para politikası araçlarını da değiştirmeyeceği yönündeydi. Karar, piyasa beklentileri doğrultusunda çıktı. TCMB, politika faizini yüzde 8,25’de bıraktığı gibi gecelik fonlama faizlerini de yüzde 7,5 ile 11,25 arasında muhafaza etti. Türkiye’de halen enflasyon yüzde 8,86 düzeyinde bulunuyor.
Brezilya ve Rusya Merkez Bankalarının faiz artırımı ve Japonya Merkez Bankası’nın parasal genişlemeyi artırıcı hamlesinden sonra merkez bankaları arasında yeni bir faiz artırma – parasal genişleme savaşı başlayıp başlamayacağı da ayrı bir merak konusu haline geldi. Bir zamanlar moda olan ‘kur savaşlarının’ yerini ‘faiz savaşları’ mı alacak? Önümüzdeki dönemde bunları izleyeceğiz.
Yeni Günah Keçileri
Ekonomide işler kötüye gittiğinde eskiden maliye politikası devreye sokulur, ekonomiye yön vermeye çalışılırdı. Bu arada da faturanın çıkarılacağı günah keçileri icat edilirdi. Örneğin kayıt dışılık soyut bir şekilde suçlanır, kur lobisinden şikayet edilir ya da bankaların ekonomiye yeterince destek olmadığı ileri sürülürdü.
Merkez bankalarına tavsiye vererek ya da baskı yaparak dolaylı yoldan karışmaya devam eden bazı hükümetler ‘faiz lobisi’ gibi hayali günah keçileri yaratmaya devam etseler de yeni dönemin günah keçileri kaçınılmaz biçimde merkez bankaları olacak. Ekonomi toparlanamazsa ya da daha kötüye giderse topun ağzında merkez bankaları var. Aslında bunda anormal bir şey de yok. Dünyada hükümetler, ekonominin yönlendirilmesinin bütün yükünü merkez bankalarına devrederken onlar da direksiyona geçmenin hazzı ile hiç itiraz etmeden bu göreve talip oldular. Maliye politikasının para politikasına eşlik etmesini talep etmek yerine sadece ‘gölge etmemesini’ istediler. Dolayısıyla başarısızlık halinde faturanın merkez bankalarına çıkması doğaldır. Ama emin olun başarı halinde hükümetler, başarının kredibilitesini merkez bankalarıyla paylaşmaktan geri durmayacaklardır.