Bildiğimiz üzere ülkemizde özellikle orta ve küçük işletmelerde ciddi düzeylerde kayıtdışı işlemler bulunmaktadır. Türkiye’de şirketler kayıtdışı işlemlerini genelde sistem dışında izleyerek, bu satışlara ilişkin fonları cari hesaplar kanalıyla şirketlere herhangi bir nema sağlamadan geri getirmektedirler. Bazen ise çıkartılan af veya varlık barışı şeklindeki düzenlemelerle çok cüzi oranlarda vergiler ödeyerek geri getirmektedirler. Aksi takdirde, şirketlerin görünen sermayesi esas itibariyle zamanla ciddi düzeyde eridiğinden bahsi geçen şirketler tarafından mutlaka zaman içinde bu fona ihtiyaç duyulmakta olup; bu ihtiyaç olan fonlar ise cari hesaplar kanalıyla bir şekilde şirketlere geri dönmektedir.
Şirket ortaklarının cari hesap yoluyla şirkete koydukları ödünç fonlar için menkul sermaye iradları bölümünde alacak faizleri için bir “Emsal Güvenlik Maddesi” gibi bir maddenin bulunmasının çok sağlıklı ve bütçe gelirleri üzerinde önemli etkisi olabileceği düşüncesi bulunmaktadır. Şöyle ki; şirket ortaklarının şirkete verdikleri fonlar nedeniyle emsal faiz oranında bir faizin (MB kısa vadeli avans veya reeskont oranı, mevduat faizi, azami mevduat faiz oranı, Libor vb) gerçek kişi ortak adına tahakkuk etmesine yönelik “emsal güvenlik maddesi” ile Hazinenin asgari düzeyde mevduat faizi vb tutarında bir menkul sermaye iradını vergilendirmeden mahrum kalması engellenirken, gerçek kişi ortağın da herhangi bir şekilde nema sağlamadan şirkete önemli düzeyde para kullandırmasının mantıksal bir gerekçesi doğmaktadır.
Kaldı ki, 213 sayılı VUK’un 3. maddesine göre gerçek kişi ortak tarafından uzun süreli çok önemli tutardaki fonların herhangi bir nema sağlamadan verilmesi “iktisadi, ticari ve teknik” icaplara da aykırıdır. Elbette bu durumu iddia eden ispatla mükellef olmakla beraber, nerden buldun gibi yasal bir düzenlemenin olmaması kayıtdışının çözümünde samimi düzenlemelere ihtiyaç duyulmasına neden olmaktadır. Ayrıca, bu tür şirketlerin ortaklarına genelde kar dağıtımında da bulunmadıkları bilinmektedir. Buna karşın, kurum şeklindeki ortaklar için düzenlemeye ise “transfer fiyatlandırması” hükmü bulunması nedeniyle bu konuda özel bir düzenlemeye bize göre ihtiyaç bulunmamaktadır. Cari hesap kaynaklı ödünç paranın gerçek kişi ortağın hangi şirketinden geldiği ise bu durumda zaten önemli olmayabilecektir.
Böylece, bahsi geçen model ile şirket ortaklarının şirkete vermiş olduğu yüksek tutardaki uzun vadeli fonların doğrudan borç yerine, sermaye olarak dönmesini teşvik etmekle birlikte, nihayetinde sermaye yapıları erimemiş daha güçlü şirketlerimiz oluşacaktır.
Hazine ise %40’a kadar vergilendirilme yapmak suretiyle daha çok vergi geliri elde etmiş olacaktır. Bir diğer ifadeyle vergi kapasitesi artırılacaktır. Doğrudan şirket yerine şirket ortaklarının ilgili bulunduğu 3. Dereceye kadar (bu derece dahil) ilişkili kişilerden yapılan borçlanmalar da kapsama dahil edilebilir. Bu durum, kayıtdışının ve sahte belge kullanımının bir nebze de olsa terk edilmesine neden olabilecektir, zira sözkonusu paralar vergisi ödenmeden sisteme geri dönmeyecektir.
Şirket ortakları, artık kayıtdışı, sahte belge kullanımı gibi bu tür işlemlerin bir bedeli olduğunu, bu bedeli ödemeden bu işlemleri gerçekleştiremeyeceklerini anlayacakladır.
Her ne kadar menkul sermaye iradında “hukuki ve ekonomik tasarruf ilkesi” benimsenmiş olsa da; buraya konu edilen alacak faizleri için “elde edilmiş sayılır” gibi özel bir düzenleme ile konu hukuki mahiyet kazanmış olabilir.
Kaldı ki, daha önce Kanunla olmasa da, Genel Tebliğle para faizsiz-ev kirasız gibi muvazaalı durumlara ilişkin çeşitli önlemlerin alındığını hepimiz bilmekteyiz. İlaveten, gayrimenkul sermaye iradında taşınmazın bedelsiz ve emsal bedelin altında kiralanması durumunda emsal bedel uygulaması gündeme gelirken, paranın kullanımında böyle bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyulmadığını sorgulamak gerekebilir.
Bu model, ayı zamanda ücret gibi zayıf gelir unsurlarını, güçlü sermaye unsurlarına karşı hem gelir adaleti açısından koruyacaktır; hem de vergilendirme kapasitesini artırarak fonların şirkete dönmese bile kayıtlı banka/finans sistemine dönmesine neden olacak, ayrıca para üzerinden para kazananları daha çok vergilendirmeye yol açarak sosyal dengeyi ve Anayasaya göre eşitlik ilkesinin teminine yardımcı olacaktır[1].
Sonuç itibariyle, böyle bir model ile kayıtdışı satışlar ve sahte belge kullanımı önemli düzeyde azalacak, dolayısıyla vergi kayıpları azalacak, Hazinenin vergi kapasitesi artacak, gelir adaleti daha güçlü sağlanacak, reel sektör sermayeleri finans sektörüne karşı daha güçlü olacak ve nihayetinde “nakit sermaye indirimi” gibi vergi harcaması azalarak bütçe üzerindeki yük te azalması gibi pek çok soruna nispi bir çözüm getirilecektir. Şirket ortakları gerçek kişiler de toplumun kaynağını daha etkin kullanma imkanına sahip olacaklardır.
[1] Konu ile ilgili detaylı Makalemiz internet adresimizde yer almaktadır: “https://www.adenymm.com.tr/menkul-sermaye-iratlarinda-emsal-guvenlik-maddesi-olabilir-mi-olmali-mi”
Ali Çakmakçı