Uluslararası Muhasebe Standartları hem şirket değerlemelerinde hem de bankaların, ortakların, tedarikçilerin, müşterilerin ve çalışanların söz konusu şirketi kendi değerlendirmeleri açısından kıyaslanabilir kılınması açısından önem taşımaktadır. Amortisman politikasının yaratacağı farklılık bile şirketlerin karlarında sanal bir değişikliği beraberinde getireceği için şirket kar marjları ve F/K (Piyasa Değeri/Net Dönem Karı) değerlemelerinde farklılıklara sebep olabilmekte ve bu durum hem yatırımcıları hem de şirketi değerlendiren tüm 3.tarafların görüşünü etkilemektedir. Bu durum küresel ve yerel muhasebe standartlarının ticaretin doğal akışını karşı gelmemek kaydıyla olabildiğince ve eşitlenmesi gerekliliğini doğurmaktadır. UFRS söz konusu muhasebe standartlarının oluşması açısından geliştirilmiş en değerli veri setini barındırması açısından önem arz etmektedir. Ancak bu durum yine de UFRS’nin eleştirilemez olduğu anlamın gelemez. Birçok standardın yerli formatlarının oluşmasında ve ticaretin doğal akışına daha uygun olması sebebiyle farklı bakış açılarının da geçerli ve hatta daha doğru olabileceğini düşünmekteyiz.
İlk olarak UFRS’deki kambiyo kar ve zararının muhasebeleştirilmesinde bazı eleştiri noktaları olduğunu düşünmekteyiz. UFRS 5 yılsonunda anapara ödemesi tamamlanacak dolar bazlı bir kredinin muhasebeleştirilmesinde kurdaki dönemlik %50’lik artışı kur değerlemesi ile finansal borca yedirmektedir. Bu durum gelecek 5 yılda yıllara sari ödenecek kur zararının son dönemde gösterilmesine ve bilanço ve gelir tablosunun oldukça bozulmasına sebep olmaktadır. UFRS’nin geliştirildiği topraklardaki şirketlerin kendi para birimlerinin ilişkili olduğu diğer para birimlerine göre ciddi bir oynaklığının olmaması bu ülkeler için bu standardı makul kılsa da Türkiye gibi para birimi dövize karşı önemli bir oynaklığa sahip ülkelerde bu standart tekrar gözden geçirilebilir. Tıpkı “Yatırımlar”ın gelir tablosuna yatırımın gerçekleştirildiği dönemde giderleştirilmeyip amortisman ile faydalı ömre göre muhasebeleştirilmesi gibi kur farkı zararı için de benzer bir durumun daha makul olduğunu düşünmekteyiz. Şöyle ki; dönem içerisinde ödenen anapara ve faiz giderlerine iltisak eden kur farkı zararının gelir tablosu ile ilişkilendirilmesini; kalan ana para için yazılan kur farkının ise özkaynakların altında değer artış/azalış fonuna benzer bir şekilde “Diğer Kapsamlı Gelir”de takip edilmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz. Bu durum gelir tablosundaki bozulmanın önüne geçebileceği gibi dönemsellik ilkesiyle daha uyumlu olacaktır. Ayrıca ticaretin doğal akışına da uygun gözükmektedir. Zira kurdaki %50’lik artışa rağmen oldukça ciddi anlamda kur zararı yazan firmalar, söz konusu zarar UFRS’de içinde bulunan döneme yazılsa ve gelir tablosunu ciddi oranda bozsa da herhangi bir hedge mekanizmasını talep etmemektedirler. Zira şirketler söz konusu zararın 5 yılda ödeneceğini ve kısmi ödemelere denk gelen ihracatlarının yeterli olduğunu düşünmekte ve artan kurun bir süre sonra ürün fiyatlarında da kendini göstereceği için hiçbir hedge operasyonunu düşünmemektedirler. Türkiye’de henüz hedge mekanizmasının fazla bilinmemesi, Hazine Departmanı’nın ilave maliyeti ve türev enstrümanların kompleksliği de bu durumu etkilemesine rağmen başat nedenlerden birisi firmaların böyle bir ihtiyacı hissetmemeleridir. Bu durumun tersinin yaşanması halinde de şirketler yüksek miktarda kambiyo karı ile sanal kar yazmakta ve yüksek karlılığa ulaştıklarını düşünerek rasyonel olmayan yatırımlar yapabilmektedirler.
UFRS’ye yönelik ikinci eleştirimiz ise GYO’ların bağımsız denetimlerinde kira geliri elde ettikleri “Yatırım Amaçlı Gayrimenkul”den “Net Satış”larda gelir yazmalarına rağmen Yatırım Amaçlı Gayrimenkul”ün ekspertiz raporları ile yeniden değerlenmeleri sonrası kira gelirine ek olarak “Esas Faaliyetlerden Diğer Gelir” yazabilmeleridir. Şirket değerlemesi açısından bir varlığın değeri söz konusu varlıklardan elde edilen nakit ile ölçülmektedir. Maddi duran varlıklardan elde edilen gelir şirket gelirine yansıdığı için şirket değerlemesinde elde edilen İNA değerine ek olarak maddi duran varlıklar değere eklenmemektedir. Maddi duran varlıkların gelir tablosunda değere katkıları ise net satışlarda ölçülmekte ve maddi duran varlıkların yeniden değerlemesinden gelen değer artışları gelir tablosunda yansıtılmamakta ve özkaynaklar altında değer artış fonlarında gösterilmektedir. Kira geliri elde edilmeyen, faal olmayan ya da yatırım aşamasında olan yatırım amaçlı gayrimenkuller için değer artışlarının gelir tablosu ile ilişkilendirilerek “Esas Faaliyetlerden Diğer Gelir/Gider”e atılmasını makul bulmakla birlikte kira geliri elde edilen yatırım amaçlı gayrimenkullerden bir de değer artış fonu ile gelir yazılmasını çift etki nedeni ile makul bulmamaktayız. Kira geliri yazılan yatırım amaçlı gayrimenkullere yönelik değer artışlarının da geli,r tablosu ile ilişkilendirilmemesini ve özkaynaklar altında değer artış fonlarında takip edilmesinin daha makul olduğunu düşünmekteyiz.
UFRS’nin Türkiye’de karşılığı olan TFRS’nin daha rasyonel, derinlikli ve ticaretin doğal akışına uygun bir şekilde geliştirilmesi için tüm standartların tekrardan gözden geçirilebileceğini düşünmekteyiz.
Dr. Halil Arslan