Yerel seçimler sonrası en sık telaffuz edilen ifade ‘yapısal reformlar’ oldu. Hükümetten muhalefete, iş insanlarından çalışanlara, akademisyenlerden öğrencilere kadar hemen herkes yapısal reformlardan söz ediyor. Ne var ki her ciddi meselenin slogana dönüştüğünde ortaya çıkan sıkıntı burada da görülüyor ve yapısal reformlardan söz edenlerin çoğu bu ifadenin içini dolduramıyor. Bazısı vergi reformu diyor, bazısı enflasyonla mücadele diyor, bazısı işsizliğin azaltılması diyor ama onların da içi dolu değil.
Herkes kendi konumuna göre ve ağırlıklı olarak ekonomiyle bağlantılı bir yapısal reform tanımı yapıyor. Başkaları neleri kastediyor bilmiyorum ama ben, yapısal reform denildiğinde Türk toplumunun üzerinde oturduğu yapının değiştirilmesini anlıyorum. Mesela köy enstitülerinin kurulması bir yapısal reformdu benim gözümde.
Yapısal reform, her ikisinin de evrensel olmadığını bilerek, bir sosyal ve ekonomi politikası seti olarak alınmalı. Ekonomi politikası mesela her ülkenin kendi koşullarına göre farklı olarak uygulanması gereken yaklaşımlar içeriyor. Örneğin para basıp dağıtsanız Türkiye’de anında harcamaya dönüşür ve enflasyonu azdırma pahasına da olsa ekonomiyi canlandırıcı etki yaratabilirsiniz. Aynısını Uzakdoğu ülkelerinde yaparsanız aynı etkiyi yaratamazsınız. Japonya Merkez Bankası yıllardır para dağıtıyor ama parayı alan evine gidiyor, harcamaya dönüştürmüyor çünkü insanların aklında hep gelecek endişesi var. Sosyal bilimleri fizik bilimlerden ayıran temel fark da burada zaten. Sosyal bilimlerde işin merkezinde insan var. Her ülkede insan davranışları, algıları, bekleyişleri farklı. O nedenle de farklı yaklaşımlar gerekiyor.
Meseleyi böyle ortaya koyunca yapısal reformların da ülkeden ülkeye farklı olması zorunluluğu çıkıyor. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi sorunlarını büyük ölçüde çözmüş olan batılı ülkelerle Türkiye gibi bu konularda gerilerde olan ülkelerde yapısal reformlar aynı anlama gelmiyor. Batılı ülkelerde mesela iş yaşamının düzenlenmesi, emeklilik meselelerinin çözümü gibi sorunlar yapısal reform olarak tanımlanıyor. Oysa bizim gibi ekonomilerde bunlar yeterli değil. IMF ve Dünya Bankası’nın önerdiği yapısal reformlarla benim Türkiye için önerdiklerim arasında ciddi bir fark var: Onların önerileri yalnızca ekonomiye odaklanıyor. Benim önerilerim ise “hukukun üstünlüğü sağlanmadan ekonomideki reformlar yürümez” diye başlıyor. Bence Türkiye için yasama, yürütme ve yargı erklerini yeniden ayıran bir güçler ayrımına dayalı Anayasa sistemini kurmadan yapısal reform olmaz. Son seçim sonuçlarının açıklanmasında yaşadığımız gecikmeler, tartışmalar bize hukukun üstünlüğü ve erklerin ayrılması ilkelerinin ne kadar önemli olduğunu net bir biçimde göstermiş olmalı.
Bugün geldiğimiz noktada, yapısal reformların; hukuka üstünlük tanıyarak, yargı bağımsızlığını gerçekleştirerek, yasalar önünde herkesi eşit sayarak, yasama, yargı ve yürütme erklerini ayırarak başlaması, eğitimin tümüyle bilimsel temellere dayanan bir sistemle yeniden ve en baştan düzenlenmesi ve oradan ekonomiye gelinmesi gerektiği kanısındayım. Kuşkusuz bunların bu sırayla yani biri tamamlandıktan sonra ötekine başlayarak yapılması gerekmez. Hepsine aynı anda başlanabilir. Önemli olan hukuku ve eğitimi kenara atmamak.
Geçmiş deneyimlerimiz gösteriyor ki hukukun üstünlüğü olmadan vergileri düzelterek, bütçe açığını düşürerek gideceğimiz yol en fazla on yıl sürüyor. Sonra ekonomi yine krize giriyor.
Yapısal reformların ayrıntıları konusundaki son yazımın linki aşağıdadır: https://www.mahfiegilmez.com/2019/01/yapsal-reformlar-kitab.html