Mahfi Eğilmez – 13.11.2012
Ekonominin büyümesi, iki temel üretim faktörü olan emek ve sermaye ile üretim faktörlerinin verimliliğinin karışımının yarattığı bir orana dayalı olarak ortaya çıkar. Buna büyüme oranı diyoruz. Bir ekonominin, eldeki imkanların kullanılmasıyla ulaşabileceği en yüksek sürdürülebilir büyüme oranı o ekonominin potansiyel büyümesini gösterir. Bu büyümenin istikrarsızlık yaratmadan sürdürülebilmesi bizi sürdürülebilir büyüme potansiyeli kavramına götürür.
Bir ekonominin büyüme potansiyelini hesaplamanın birçok yolu olabilir. En kestirme yol geçmiş yıllar ortalamasını alarak yapılan hesaplamadır. Ekonomi durağan bir yapıda olmadığı ve sürekli değişim içinde olduğundan bu dinamizmi bu hesaba uydurabilmek için son on yıldaki büyümeye biraz daha fazla ağırlık verilebilir.
Aşağıdaki şekilde Türkiye’nin 1924’den 2011 yılı sonuna kadar gerçekleştirdiği yıllık büyüme oranları yer alıyor.
1924 – 2011 yılları arasındaki büyüme ortalaması yüzde 5 olarak bulunmaktadır. 2002 – 2011 arasını kapsayan son on yılın büyümesi de aşağıdaki şekilde yer almaktadır. 2002 – 2011 yılları arasını son on yıllık dönemde Türkiye’nin büyüme ortalaması yıllık yüzde 5,4 olarak gerçekleşmiştir.
Bu durumda Türkiye’nin büyüme potansiyelinin yüzde 5 ile 5,4 arasında bir oran olduğunu söylememiz mümkündür.
Türkiye, bu oranın üzerine çıktığında çeşitli ekonomik sıkıntılarla karşılaşmaktadır. Bu sıkıntılar geçmişte daha çok bütçe açığı biçiminde olurdu son dönemde ise cari açık biçiminde olmaktadır. Aslında Türkiye büyüme potansiyelini zorlarken ya kamu açıklarını artırarak yani bütçe açığına neden olarak ya da ithalatını yani cari açığını artırarak yükseltmek yolunu seçmektedir. Bir başka ifadeyle Türkiye’de sorunu büyüme değil büyümeyi zorlamak için kamu finansmanı ya da dış finansman ihtiyacı yaratmaktan kaynaklanmaktadır.
Büyümeyi sorunsuz biçimde yüzde 5 – 5,4 aralığının üzerine taşımak için Türkiye’nin önce potansiyelini değiştirmesi gerekiyor. Potansiyeli değiştirmeden büyümeyi zorlamak bir süre sonra sert düzeltmeleri de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin potansiyelini değiştirmesinin yolu tasarrufları artıracak, ithalatın rekabet edilebilir bölümünü yerli üretimle ikame edecek, vergi kayıplarını önleyecek bir sistem kurmasından, bu işi başarabilmenin yolu ise yapısal reformlardan geçiyor. Bu dönüşümü yapmadan büyümeyi zorlamanın faturası da yukarıdaki şekillerde görüldüğü gibi düşe kalka sürdürülen bir büyüme çizgisi oluyor. Birkaç yılın kazancı bir yılda gidebiliyor.