Aydın Eroğlu – 29.08.2012
Neredeyse 2 – 3 aydır hatta belki de daha fazla bir süredir değinip değinip bir türlü yazmaya başlayamadığım bu konudaki düşüncelerimi artık daha da uzatmadan yazmakta fayda var. Arada geçen sürede, başta Avrupa olmak üzere dış dünyadaki gelişmeler nedeniyle yazmayı geciktirmeme rağmen, Türkiye rakamları ve İMKB pozitif ayrışmasını devam ettirdi. Sanırım artık daha da geciktirmeden, olası risklerle birlikte düşüncelerimi paylaşmak doğru olacak.
Yazı başlığına hemen bir önemli şerh koymak istiyorum; Eğer önümüzdeki süreçte Suriye değil ama İran ile ilgili bir batı-İran savaşı yaşanırsa, Allah yaşatmasın İstanbul’u etkileyecek bir deprem yaşanırsa, AB sürecinde anlaşmazlık iyice artıp bir kaç ülkenin Euro’dan çıkma kararları alınmaya başlanırsa, bu gelişmelerden olumsuz etkilenmemiz kaçınılmaz olur. Ancak deprem gibi bir felaket dışındakilerden sonrasında Türkiye yine de en potansiyel ülke olarak ayrışarak çıkar. İnsani acı ve kayıpların olacağı ilk iki konunun hiç bir şekilde yaşanmamasını dilerim.
Batı’nın Finansal Krizinde Bence Sona Yaklaşıyoruz.
2008 yılında ABD’de başlayıp, sonrasında Avrupa’yı vuran mortgage başlangıçlı finansal kriz 5’nci yılını doldurmak üzere. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir çok ülkede resesyon görülmeye başlandı. Bu krizin daha da uzaması, toparlanması çok güç olacak olan yaralar açar. Bunun yaşanmasını hiç bir gelişmiş ekonominin isteyeceğini düşünmüyorum. Lakin başta ABD ve Almanya olmak üzere önemli seçimlerin olması nedeniyle karar alma süreçlerinde liderlerin elini bağlayan seçim risklerinin bulunması krizde hızlı adımların atılmasını uzatıyor. Ancak her şekilde gereken kriz kararlarının alınmasını ve gelişmiş batının bu krizden çıkmasını bekliyorum.
Gelişmiş batı ekonomilerini iki grup içinde tanımlamak doğru olur. Biri tek başına kendi kararlarını alabilen ve kendi parasını basıp-kullanan ABD ve İngiltere, diğeri de tek bir ortak paranın tek bir merkezden basılıp, ortak kullanıldığı AB ülkeleri. Hal böyle olunca da, karar mekanizması ulusal olan ABD ve kendi parasını kullanan İngiltere çok daha çabuk hareket edebiliyor. ABD büyüme oranı % 2’ler düzeyinde ve verilerinde düzelmeler başlamış durumda. İngiltere’de de diğer AB ülkeleri gibi resesyon görüntüsü yok.
Oysa AB için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çok başlılığın hakim olmasına karşın tek bir merkez bankası kararı ile para basılması nedeniyle AB kriz sürecindeki kararlarını gerektiği kadar çabuk alamıyor. Ortak bir maliye politikası yok. Her ülkenin kendi hükümeti, maliyesi ve harcama politikası varken, bağlı oldukları para Euro. Sıkışınca para basayım deme imkanına da sahip değiller. Böyle olunca, Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya gibi borçlu ülkeler, iç borçlarını ödemek için bile para sıkıntısı yaşayabiliyorlar. Almanya gibi ülkeler ise, borçlulara verdikleri finansal desteklerin geri dönmemesi riskini yaşadıkları için, alacağın tahsili nedeniyle zor duruma düşüyorlar.
Ancak gerekirse beklentim olan Yunanistan’ın Euro’dan çıkartılıp, diğer ülkelerin borçlarına güvence vererek de olsa finansal düzlüğe çıkmak için kararlar alacaklardır diye düşünüyorum. Yıl bitmeden bu yönde kararların alınmasını bekliyorum. Yabancı ülke ekonomileri için anlatacak çok şey olabilir. Ama en başta dediğimiz gibi, biz Türkiye’nin ve İMKB’nin akıbeti ile ilgiliyiz. Bu nedenle artık bize dönmek istiyorum.
Türkiye Eski Türkiye Değil!
Eskiden dünyanın yaşadığı bu tip krizler sadece bizde yaşanırdı. Oysa şimdi neredeyse sadece biz de yaşanmıyor! Her kriz esnasında Türk bankalarında ciddi likidite sorunları yaşanırdı. Yabancılar, hatta kendi insanlarımız paralarını ekonomimizden ve bankalarımızdan korkup yurt dışına kaçırırlardı. Yurt dışına para transferi için gelen çok sayıda yabancı bankacının transfer görüşmelerini duyardık. Hem de bizim faizlerimizle kıyaslanmayacak kadar düşük faizler karşılığında. Artmış olan kur düzeylerinde bu krizler yaşandığı için, zaten yıllar geçmesine rağmen bile, gönderilen paralarda ilgili ülke parasının Türk Lirası karşılığına ulaşılamazdı. Yani hem kur karşılığından, hem de faiz farklarından ciddi zararlar yaşanırdı. Kaçan paraları finanse etmek ve ödemeler dengesi açığını kapatmak için de, Türkiye hazinesinden çok daha fazla maliyet çıkmak zorunda kalırdı.
Oysa şimdi görüyorsunuz ki, bankalarımız neredeyse çölde vaha gibi, dünyanın yegane sağlam ve karlı bankaları olmayı sürdürdükleri gibi, kârlılıkları da artmaya devam ediyor. Bir ara cari açığın dış kriz ortamında büyümesinden korkulduğu için, büyüme frenine kendimiz bastığımızdan bankalara uygulanan TL munzam artışları ve faiz kolidoru uygulaması nedeniyle düşmesi beklenen banka karları yine de korkulduğu gibi düşmedi. Hatta yükselmeyi sürdürdüler.
Almanya ve Fransa’nın borçlarının GSYİH’larına oranı bile % 86’lar düzeyine ulaşmış iken, Türkiye’nin borç /GSYİH oranı % 40’ların altına inmiş durumda. IMF borcumuz önümüzdeki sene bitiyor. Aynı oran ABD’de % 100’ün üstünde. İtalya, Yunanistan, İspanya’yı dikkate dahi almıyorum. Kısacası devlet borçlarındaki büyük azalma nedeniyle, bir finansal kriz riskinden çok uzağız. Bu nedenle de, kendi ülkelerinden ve kendi bankalarından korkan bir çok Avrupa ülkesinden bizim piyasamıza para akışı oluyor.
Arap baharı esnasında birçok Arap ülkesinin batı ülkelerindeki paralarına bloke konması sonrası, benzer korkular nedeniyle ciddi bir tutarda körfez sermayesi Türk bankacılık sistemine girdi ve giriyor. Korkulan Türkiye, finansal liman olmuş durumda.
Avrupa’daki faizin nerdeyse sıfıra inmiş olması paradan faiz kazanmanın imkansızlaşmasına neden olurken, Avrupa bankaları üzerindeki riskler de işin cabası oluyor. Bu ortamda sağlam bir bankacılık sistemine sahip olan Türkiye, sahip olduğu faiz oranı nedeniyle yabancı sermaye için de çok cazip bir görüntü veriyor. Önümüzdeki yıllarda, Türk Lirası’nın değerlenmesini sürdürmesi beklendiği için, bu ortamda Türkiye’ye girecek olan para, hem güven bulacak, hem faiz, hem de 3-5 sene sonra belki de kur karşılığı daha da fazla bir döviz kazancına sahip olacak olması bizim sermaye piyasalarımızı cazip kılıyor.
2001 öncesinde yurt dışındaki borsa yükselişlerinde İMKB de yükselirdi. Ama nasılsa 5-10 sene de bir Türkiye krize girer diye düşünen yabancı yatırımcılar, bir süre sonra yükselen hisse fiyatlarında satışa geçerler, daha sonra krize giren Türk ekonomisi nedeniyle düşen İMKB’de sattıkları hisseleri çok daha düşük fiyatlardan alırlardı. Oysa görüyorsunuz şimdi işler tersine dönmüş durumda. Yurt dışı ile kıyaslandığında, sağlam olan verilerimiz nedeniyle pozitif ayrışan bir borsaya sahibiz. Böyle olunca da, faizsiz bir ortama sahip olan gelişmiş batı ekonomilerinden, 3-5 yıl sonra yatırdığım parayı katlamış olurum düşüncesi ile bile borsamıza sermaye akışı olduğunu düşünüyorum. Bunun da artarak sürmesini bekliyorum.
Gelişmiş batının bırakın istikrarlı olmasını, büyümeyi bile unuttuğu bu dönemde, Türkiye yıl başında başta ratingçiler olmak üzere bir çok yabancı değerleme kurumunun beklentisinin üstünde % 4’lük bir büyümeye doğru gidiyor. Hatta, olası dış finansal kriz esnasında aşırı büyüme rakamlarına ulaşıp, cari açık krizi yaşanmaması için kendi kontrolümüzle büyümemizi düşürdüğümüzü düşünürsek, tüketmeye hazır Avrupa’nın en genç ve yoğun genç nüfusumuzla bizdeki büyüme potansiyelini çok daha iyi anlamış oluruz..
Sene başında durgunluğa giren Avrupa nedeniyle, önceki yıllarda % 65’ler düzeylerine ulaşmış olan Avrupa’ya ihracat rakamlarımızın ciddi düşüşlere uğrayacağından korkuluyordu. Korkulan oldu da. Avrupa’ya olan ihracatımız ciddi düşüş yaşadı. Hatta son dönem bu oran % 45’lere inmiş olmasına rağmen, toplam ihracatımız daha da arttığı için, toplamda korkulan bir ihracat kaybımız olmadı. Tam tersi, ihracat yapılan ülkelerin çeşitlenmesi nedeniyle, bu ortamda bile ihracat artışı sağlayan Türkiye, Avrupa’nın yeniden büyüme trendine girip tüketmeye başlaması halinde, çok ciddi bir büyüme ve ihracat artışı potansiyeli taşıyor.
Türkiye’nin mevcut notları, sahip olduğu ekonomik verilere bakınca,bana göre olması gerekenden birkaç basamak düşük. Oysa Türk tahvillerinin risk primlerine bakıldığında uluslar arası piyasa ratinginin çok daha yüksek olduğunun kabul edildiği görülüyor. Rating kurumları, Avrupa’nın içinde bulunduğu durgunluk nedeniyle Türkiye’nin ciddi ihracat kaybına uğrayacağını, cari açığın ve enflasyonun artacağını tahmin ettikleri için, bu değerlendirmeleri yaptıkları yıl başı döneminde, bu riskler nedeniyle not artırımını düşünmediklerini açıklamışlardı. Şuan ise, düşündüklerinin gerçekleşmediğini, cari açığın artan ihracat ile düştüğünü, faiz ve enflasyonda düşmenin büyümeye rağmen başarıldığını görmüş durumdalar.
Bu nedenle Türkiye eskisinden çok daha ciddi bir not arttırımı potansiyeline sahip durumda. Olası bir savaş riski dışında bu artırımların daha fazla bekletilemeyeceğini düşünüyorum. En az iki rating kurumu tarafından gelebilecek not arttırımları ile yatırım yapılabilir ülke düzeyine ulaşacağız. Bu Türkiye açısından çok önemli bir süreç olur. Şimdiye dek Türkiye’ye hiç girmemiş olan başta emeklilik fonları olmak üzere çok büyük yabancı fonların ciddi hisse ve tahvil alımlarına şahit oluruz.
Dünyanın içinde bulunduğu belirsizlik esnasında böyle bir süreç, yabancı sermaye girişlerini hızlandıracağı için bankacılık faizlerinde de ciddi bir düşüş yaşandığını görürüz. Hem mevduat, hem de kredi faizlerinde düşüşler olur. Bu da mevduatın faiz getirisini ve aynı zamanda yatırımların kredi maliyetlerini düşüreceği için reel ekonominin büyümesine imkan sağlar. Dolayısı ile İMKB’de çok ciddi endeks artışı sürecine gireriz diye düşünüyorum. İlk anda tahvil faizlerinde yaşanacak düşüşler bankalarımızın ellerindeki devlet kağıtlarından ciddi kârlar yazmalarına neden olur. Sonrasında büyüyecek yatırımları fonlamaya başlayacakları için de, bankacılık gelirleri artmaya başlar. Karları artarsa hisseleri de artacak olan bankalarımız yine cazibelerini korumayı sürdüreceklerdir.
Ancak bilinmeli ki, olası bir yatırım yapılabilir ülke konumuna girmemiz halinde, her ne kadar banka hisseleri ilk ve sert tepki verecek sektör olsalar da, devamında yaşanacak ekonomik büyüme ve dış yatırım artışları, asıl diğer sanayi sektörü hisselerinde çok daha uzun süreçli bir yükseliş süreci başlatacaktır diye düşünüyorum.
En büyük handikabımız olan enerji sorunu ise, Irak’taki ortak petrol aramaları ve Türkiye’de yüksek oranda olduğu tahmin edilen kayaç gazı nedeniyle, uzun vadede lehimize bir gelişmeye dönebilir. Ancak, kısa vadede petrol fiyatlarının artmasından olumsuz etkilenecek ülkelerin başında geldiğimizi belirteyim. Bununla birlikte, gelişmiş ekonomiler krizden çıkmayı başaramazlarsa, bir süre sonra petrol fiyatlarında yeni düşüşlerin kaçınılmaz olması, bizim üstümüzdeki enerji stresini azaltacaktır.
Trans Anadolu Gaz Hattı
Azerbaycan ile Haziran ayında imzaları atılan TANAP projesi 7 milyar Dolar’lık bir yatırımlar 2018 yılı içerisinde tamamlanacak. Türkiye’nin % 20 pay sahibi olduğu bu boru hattının devreye girmesi ile, ciddi bir enerji ülkesi konumu oluşacak ve Avrupa nezdinde eli güçlenmiş olacak.
Şah Deniz 2 Konsorsiyumu’nun 16 milyar metreküplük gazının, 6 milyar metreküplük kısmı Türkiye’de satılacak, 10 milyar metreküplük kısmı da TANAP ile Avrupa’ya satılacak. TANAP projesi için öngörülen 4 aşamanın ilki 2018’de ilk gaz akışıyla gerçekleşecek. 2020’de yıllık 16 milyar metreküp olacak kapasitenin, 2023’te 23’e, 2026’da ise yılda 31 milyar metreküp seviyesine kadar ulaşması hedefleniyor.
Komşularla Ticaret
İlk körfez savaşı öncesinde, Türkiye için şer üçlüsü denen üç ülke vardı. Irak, İran ve Suriye. Bu ülkeler ile enerji alımları hariç çok düşük bir sınır ticareti yaşanırdı. Oysa şimdi her türlü kriz riskine rağmen çok ciddi bir ticaret artışına sahip olduğumuzu görüyoruz. Demek ki, bu ülkelerde yaşanacak olan yönetim değişimleri Türkiye’nin komşularıyla olan ticaret hacmini de, kendi lehine daha da arttıracaktır. Şu anki bölgesel ihracat rakamları Avrupa dışında ihracat artışımızı çeşitlendirmemizi sağlayan en önemli gelişmelerin başındadır.
Yabancılara Gayrimenkul Satışı
Yapılan yasal değişikliklerle, mütekabiliyet aranmadan yabancılara gayrimenkul satılabilecek olması, aynı zamanda finans merkezi olma yönünde de ciddi bir geliştirme gösteren İstanbul ve Türkiye’ye ciddi bir yabancı gayrimenkul yatırımcısı çekecektir diye düşünüyorum. Bu konuda Eylül ayında tamamlanması beklenen düzenlemeler sonrasında yasanın tamamlanması bekleniyor.
İspanya’da yabancılara gayrimenkul satışından on yıl içinde 100 Milyar Euro’nun üzerinde bir gelir elde edildiği göz önünde tutulursa, İspanya’dan çok daha fazla güneşe, denize, ve doğaya sahip olan Türkiye’nin hem Avrupa’lı, hem Rus, hem Türki Devletler, hem de körfez ülkeleri için cazip bir gayrimenkul yatırım ülkesi olacağını düşünüyorum.
Kentsel Dönüşüm ve 2B Yasası
Kentsel dönüşüm ve 2B yasası ile özellikle inşaat sektöründe çok ciddi bir büyüme süreci yaşanmasını bekliyorum. Ama tabii hiç bir şekilde 2B’nin orman arazilerini yok etmesi taraftarı değilim. Orman vasfını kaybetmiş ama yıllardır bu nedenle ekonomiye kazandırılamayan alanların bir değer olmasına taraftarım.
İşte tüm bu saydıklarım Türkiye’nin pozitif ayrışma nedenlerinden ilk akla gelenler. Yeniden artmaya başlayan doğrudan yatırımları, 3’ncü boğaz köprüsü, çevre ve otoyol projelerini, nükleer santral yatırımlarını, tüm Türkiye nezdinde başlayacak olan hızlı tren yatırım projelerini de sayarsak, yeniden büyüme rekorlarına hazırlanan bir Türkiye görürüz.
Ancak günlük beklenti yazılarımda, özellikle dış finans kriz kararları için belirttiğim tereddütler ve olası beklenti gecikmeleri nedeniyle dönemsel düşüşleri bizim de yaşamamız gayet doğal olur. Hatta bu yazımın gecikme sebeplerinin başında , Avrupa mali kriz kararlarının gecikmesi korkum ve bölgesel savaş riskleri vardı. Ancak baktım ki, tüm bunların olmasına rağmen, Türkiye kendi dinamiklerini ve potansiyelini koruyup daha da arttırıyor. Eskiden bir köşede patlayan bombadan, Rusya’da yaşanan finansal krizden borsamız da ciddi düşüşler yaşanırdı. Kurlar yükselir, faiz artardı. Bir de şimdi bakın, yaşanan doğru-yanlış ama ses getirecek bir çok davaya, Irak ve Suriye’de yaşanan gerilimlere, terörün iyice tırmanmasına rağmen ne borsamız düşüyor, ne kurlarımız yükseliyor, ne de faiz artışı yaşanıyor.
Dünya için çekindiğim riskler nedeniyle tereddüt ettikçe, bankalar başta olmak üzere ciddi fırsatları kaçırdığımızı görüyorsunuz. Anlaşılan artık değişen Türkiye ile birlikte, şimdiye dek sahip olduğumuz tecrübelerimizi de unutmak zamanı geldi. Artık çok daha güçlü olan bir ülkenin beklentilerine göre düşünmek daha doğru olacak. Bu nedenle beklenti yazılarımda belirttiğim güncel ve kısa vadeli risklere rağmen Türkiye’nin ve İMKB’nin geleceğini çok parlak görüyorum. Yaşanacak düşüşlerin kısa vadeli olacağını ve alım fırsatları yaratacağını düşünüyorum. Eğer bir de gelişmiş batı ekonomileri krizden çıkmanın formüllerini bir an önce uygulamaya sokabilirlerse, uzun soluklu bir borsa dönemi başlar. Bu süreçte en şanslı borsa olarak İMKB’yi görüyorum.
Umarım haklı çıkarım.
Aydın Eroğlu