Türkiye’ de Ekonomik Krizlerin Kronolojisi
1929 Krizi
Osmanlı İmparatorluğu siyasi yapısını da ekonomiye yansıtmıştı. Yönetimde tek merkezli bir yapıya sahip olan imparatorluk ülke ekonomisi ve sermayesini de denetiminde tutuyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’dakine benzer büyük sermaye sahipleri yoktu. İmparatorlukta otoritenin kutsallığı ekonomide de baskındı.
Toprağı ancak devlet verirdi ve karşılığında belirli vergiler alırdı. İmparatorluğun yıkılmasından sonra kurulan genç Cumhuriyet de yukarıdaki etkenlerden zarar gördü. Cumhuriyet kurulduğunda piyasadaki hakimiyet Osmanlı zamanında verilen kapitülasyonlar nedeniyle yabancı ülkelerin elindeydi. Ülkedeki iş hayatını azınlıklar yönetiyordu. Savaş sırasında bu azınlıklar sınır dışı edildiler veya Milli Sınırlar içinde olmayan Türk soydaşlarla mübadele edildiler. Dolayısıyla sadece tarım ve hayvancılıktan anlayan, kalifiye olmayan Türk soydaşlar azınlıklardan boşalan işgücü açığını dolduramadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonrası kalan yabancılara ödenmesi gereken borçlar vardı. Ülke yeni bir savaştan çıkmıştı.
Ülkede sanayi zaten yoktu, fakat tarım sektörü de vergilerden, ilkellikten ve savaşın verdiği zararlardan dolayı çökmüş vaziyetteydi.
Halk düşünülebilecek en yoksul haldeydi. Elde avuçta hiçbir şey yoktu.
Ülkenin o anki halini bizlere en iyi şekilde yansıtan söz, 30 Ekim 1923’te kurulan ve Cumhuriyetin ilk hükümetinde görev alan Mustafa Necati’nin şu sözleriydi;
“Her yer haraptı, barınacak sığınak bile yoktu, evler yıkılmış, yollar geçilmez hale gelmişti. Halk en basit vasıtalardan da mahrumdu. El sanatlarını genellikle temsil eden Gayr-i Türk nüfus ortada yoktu. Halk her şeyi devletten beklemek mecburiyetindeydi. Vergiler çok ağırdı ve mükellefin bu vergileri ödemesi çok zordu. Devletin başka geliri de yoktu. Bir fasit daire içinde olduğumuzu görmemek mümkün değildi.”
1923’ten yaklaşık 1930’a kadar süren ilk dönem, ekonomik sorunların tartışıldığı ve uygulanabilecek iktisat politikalarının tespitine yönelik çalışmaların yapıldığı, “çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi” gruplarından oluşan 1.135 kişi tarafından alınan Birinci İktisat Kongresi’nin damgasını taşımaktaydı.
İktisat Kongresinin iki amaçla toplandığı söylenebilirdi.
Birincisi, tüccar, çiftçi, sanayici ve işçi kesimlerinin kendilerine özgü sorun ve isteklerini bir bütünlük içinde belirlemek; bu isteklerin siyasal yönetim tarafından bilinmesini sağlamak.
İkincisi de, yabancı sermaye çevrelerine ekonominin gelecekte alacağı biçimi ya da niteliği açıklamaktı.
Bir başka açıdan bakıldığında, kongre ile yönetici kadronun iç ve dış sermaye kesimlerine güvence vermek istediği sonucuna varılabilirdi.
Alınan belli başlı mali kararlar şunlardı;
1-Aşar’ın kaldırılarak yerine yeni bir verginin ihdası,
2-Reji İdaresi’nin lağvedilmesi,
3-Tütün üretimi ve ticaretin serbest olması,
4-Temettü Vergisi’nin değiştirilmesi,
5-Gümrük politikasının ticaret, tarım ve sanayiyi geliştirecek şekilde yeniden düzenlenmesi,
6-İç gümrüklerin kaldırılması,
7-Ağnam’ın tahsil usulünün düzenlenmesi,
8-Teşvik-i Sanayi Kanunu’nda yer alan vergi bağışıklıklarının genişletilerek uygulanması.
Özetle Misak-ı Milli olarak bilinen, Birinci İktisat Kongresi’nde kabul edilen temel ilkeler çerçevesinde, çalışma özgürlüğü esası benimsenmiş; tekelciliğe izin verilmemesi, “aşar” vergisinin kaldırılması, yabancı sermayeye karşı olunmayışı karar altına alınmış ve 1927 yılında çıkarılan “Teşvik-i Sanayi Kanunu” ile de özel teşebbüse çeşitli imkanlar sağlamıştır.
Lozan antlaşmasına göre, Osmanlıdan kalan kapütilasyonlara dayalı gümrük tarife oranları 1929 yılında kalkacak ve Cumhuriyet Hükümeti yeni gümrük tarifelerini istediği gibi belirleyebilecekti.
Ülke Yönetimi, tarımsal alanda iklimden de kaynaklanan verimliliğe yukarıdaki faktörü de ekleyince ekonomik anlamda umutlanmışlardı.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 2.Dünya Savaşına girmemişti. Bu bakımdan diğer ülkelere tarım ürünleri satarak ihracat gelirlerini artırabilirdi.
Fakat durum böyle olmadı.
1929′dan itibaren gümrük vergilerinin artacağını kestiren ve içeride Merkez Bankası olmadığı için onun yetkilerini kullanan azınlıkların yönetimindeki Osmanlı Bankasıyla ittifak yapan azınlık ithalatçılar bol miktarda ithalat yaptılar.
Buhrandan önce Türkiye ekonomisine bakıldığında tarıma endeksli bir yapı vardı. Bu dönemde özellikle pamuk, tütün gibi ziraat ürünleri ihraç ediliyordu. 1920’lerin sonuna doğru traktör sayısının da artmasıyla ihracat Türkiye için iyi bir gelir kaynağı oluşturmuştu.
İhracatın büyük bir kısmı Amerika’ya yapılıyordu. Buna karşın ihracat yabancı kredilerle dönüyordu.
Çünkü bankacılık sistemi daha çok ithalatı desteklemekteydi; kaldı ki 1920’lerde var olan banka sayısı azdı ve çoğu küçük taşra bankalarıydı.
Durum böyleyken 1926 yılı sonlarında Amerika’nın sözde Ermeni katliamını bahane ederek Türkiye ürünlerine ambargo koyması ihracatımızı vurdu.
Türkiye bir anda borç batağına sürüklendi.
1929 yılına girerken ihracat ürünlerinin fiyatları da çok düşmüştü.
Fiyatlar düşünce dış ticaret minimum düzeye indi.
Krizi takiben diğer ülkeler gibi Türkiye de gümrükleri yükseltme yoluna gitti.
Köylüler borçlarını ödeyebilmek için tarım araçlarını elden çıkarmak zorunda kaldılar.
Tarlasını, traktörünü ve diğer üretim araçlarını satan köylünün yapabileceği tek bir şey vardı…
O da köylerden kentlere göç etmekti.
Kentler için ise bu durum bir taraftan sanayileşmek için ucuz iş gücü anlamına gelirken, diğer taraftan da kentlerde nüfus patlaması, gecekondulaşma ve sosyal kaos demekti.
Bu dönemde devlet de sanayileşme politikaları güdüyordu. 1933 yılında ilk sanayileşme planı yapıldı.
Bu plan daha çok ağır sanayi üzerineydi çünkü devlet bu planı özel sektörü darbelemek için değil, korumak için yapmıştı.
Zaten bir taraftan da sanayi teşvik kanunları çıkarılıyordu.
Halen dünyada yaşanmış olan en büyük kriz 1929 Krizi’dir.
Bu krizin dünyayı en az I. ve II. Dünya Savaşları kadar etkilediği de açıktır.
Büyük bunalımın yol açtığı 1930’lar dünya tablosuna bakıldığında ekonomik krizlerin bazen insanlık tarihini etkileyecek boyutlara varabileceği rahatlıkla görülebiliyordu.
Bunların yanı sıra dışarıda da ilginç ve bir o kadar Türkiye’nin aleyhine gelişen durumlar vardı.
Amerika Birleşik Devletleri 1.Dünya Savaşı sırasında bol miktarda silah satmıştı.Ve silah sattığı ülkeleri kendine borçlandırmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bir avantajı vardı. Okyanusun öteki kısmındaydı ve gelebilecek tehlikelere çok uzaktı.
Amerika Birleşik Devletleri bu avantajı değerlendirerek sanayisini oldukça geliştirdi.
Savaş sırasında diğer ülkelere silah dışında da bol miktarda ihracat yapıyordu.
Savaştan çıkan ülkeler ekonomik tahribatlarını neden göstererek Amerika Birleşik Devletleri’nden mal almıyordu.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sanayi üretimi iç piyasayı doyuruyor ve fazla veriyordu.
Bunun yanı sıra Avrupa ülkelerinde de bir sanayi verimliliği vardı.
Bu ülkeler Amerika Birleşik Devletleri’ne ihracat yapmaya çalışıyor ve Amerika Birleşik Devletleri’nin gümrükteki korumacı engelleriyle karşılaşıyorlardı.
Dolayısıyla Avrupa ülkelerinin de sanayi malları ellerinde kalıyordu.
1929 yılının Ekim ayında büyük bir ekonomik bunalım ABD’de başladı ve tüm dünyayı sardı.
Yukarıdaki faktörlerin dışında azınlıkların yaptığı yoğun ithalat, getireceği dövizlere bel bağlanan ancak 1929 bunalımı nedeniyle tarım ürünlerinin fiyatlarının çok aşağılara inmesi, bunun sonucu olarak dış ticaret açığının artması ve Türk Lirasının değerinin hızla düşmesidir.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan borçların ilk taksitinin ödenme süresinin gelmesi Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik bir darboğaza düşürmüştür. Ülkede kambiyo noksanlığı nedeniyle bir ekonomik kriz patlak vermiştir.
Bu durum ilk olarak çiftçiye yansıdı. Ülkenin büyük kısmı tarımla geçiniyordu dolayısıyla bu kriz herkesi yoksullaştırdı.
Ürün fiyatlarındaki düşüş maliyeti karşılayamaz oldu. Örnek verilecek olursa; buğday fiyatları 13,5 iken 3,5’a, tütün fiyatları 71 kuruşken 31 kuruşa düştü.
1929 yılında 2.073 milyon TL olacağı tahmin edilen GSMH 1931 yılında 1.391 milyon TL olarak gerçekleşti.Yine 1928 yılında 50 Milyon TL olan dış ticaret açığı 1930’lu yıllara yaklaşırken 100 milyon TL oldu.
Kriz Yönetimi
Emekle ve özveriyle kurulmuş bir ekonomi diğer tarım ülkeleri ekonomileri gibi çökmüştü.
Bir an önce bu hal düzeltilmeliydi.
Başbakan İnönü, halkı yerli malı kullanmaya çağırıyordu. Cumhurbaşkanı Atatürk de, İnönü’ye destek veriyordu.
Ülkede ekonomik sıkıntıyla doğan bir ekonomik kenetlenme vardı.
Hükümet bu durumu değerlendirerek T.B.M.M Başkanı Kazım Özalp Başkanlığında “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’ni kurdu.
Bu cemiyetin temel amacı halkı tasarrufa, yerli malı kullanmaya teşvik etmek ve yerli malı üretimini, kalitesini artırmaktı.
Bu amaçla 12-18 Aralık tarihleri “Yerli Malı Haftası” olarak kabul edildi.
Ülkede art arda “Atatürk’ün öncülük ettiği Sanayi ve Ziraat kongreleri düzenlendi. Tasarruf önlemleri had safhadaydı ancak devlet gelirleri hala çok azdı.
Bunun için 30 Kasım 1930’da “İktisadi Buhran Vergisi Kanunu” kabul edildi.
Ekonomik Krizin aşılmasında Atatürk’ün işlevi büyük olmuştur.
Atatürk ülkedeki ekonomik ve toplumsal durumu iyiye götürmek için her alanda Devletçi bir yapıyı benimseyerek bu yönde kanunlar çıkmasını sağlamıştır.
Bu dönemde,azınlıkların denetiminde olunan Osmanlı Bankasının elindeki yetkiler alınarak bir Merkez Bankası kurulmuş ve ülkenin çıkarları garanti altına alınmıştır.
15 milyon sermayeyle kurulan Merkez Bankası’na (11 Haziran 1930, 1715 sayılı Kanun) banknot basma yetkisi de verilmiştir.
Yine bu dönemde Kalkınma Bankası niteliğinde SÜMERBANK 3 Haziran 1933-2262 Sayılı Kanun ile kurulmuştur.
Bu dönemde ihracat ve ithalatı düzenleyen ve bazı ürünlerde tek elde toplayan kanunlar çıkartılmıştır.
Ülkede yerli sermayedarların az sayıda olmaları ve özel teşebbüslerde yetersiz kalmaları nedeniyle devlet öncülüğünde büyük sanayi yatırımları dışarıdan büyük krediler almadan, devlet sermayesiyle kurulmuş ve ülkede toparlanma amaçlanmıştır.
Ülke bu eylem ve kararlarla 1929 ekonomik buhranından arınabilmiştir.
Ayrıca; TL yi koruma çabaları, bütçeyi denkleştirme politikaları, yabancı devletlerle ekonomik ilişkilerin ülkenin ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik olması ve yerli kaynaklarla kalkınma politikası bu krizin atlatılmasında etkili olmuştur.
1946-1954 ve 1958 Krizi
1929 Krizinin ardından Türkiye’ de ardı ardına üç büyük ekonomik kriz yaşandı. Bu makale de 1946, 1954 ve 1958 krizleri sebep-sonuç ilişkişi göz önüne alınarak incelenmiş ve krizlerden kurtulmak için izlenen yollar ve kullanılan argümanlar detaylarıyla anlatılmıştır.
2.Dünya Savaşı 1945 yılında bitmişti.Türkiye 1946 yılına kadar Atatürk’ün devletçilik politikasıyla başarıyla ekonomisini kalkındırmıştı. 1954′ de dünya da Kore savaşı bitmişti. Ülkede ise iklim şartları tarımı elverişsiz hale getiriyordu. 1950’lerdeki liberalizm politikaları ve dışarıdan sermaye ithalini amaçlamış serbestleşme programı Türkiye’yi 1958 krizine doğru götürdü.
1946 Krizi
2. Dünya Savaşı 1945 yılında bitmişti. Türkiye 1946 yılına kadar Atatürk’ün devletçilik politikasıyla başarıyla ekonomisini kalkındırmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren bir ulus devlet olarak varlığını sürdürüp gelişebilmesi kapsamında hükümetlerin temel hedefinin sanayileşme olmasına karşılık, tarım 1950 ortalarına kadar ekonomik gelişmede belirleyiciliğini korumuştur.
Nitekim tarımın GSYİH içindeki payının 1946-59 döneminde yüzde 37,5-45,6 arasında değiştiği görülmektedir.
Savaş yıllarında Türkiye’de üretimin hızla gerilemesinde tarımdaki düşüş etkili olmuştur.
Tarımda çalışan genç nüfusun askere alınması ve araç-gereç yetersizliği nedeniyle 1945 yılı tarımsal hasılası 1939 seviyesinin yüzde 59’una, GSYİH da aynı dönemde yüzde 71’ine gerilerken, savaş koşullarında artan stratejik madenler talebi sonucu madencilik ve elektrik, gaz ve su hasılalarında artış olduğu görülmektedir.
Savaş sonrasında tarımdaki gelişmenin katkısıyla milli gelir önemli ölçüde artmaya başlamıştır.
Türkiye’nin büyüme hızı 1946 yılında 31,9 idi. İktidarda CHP bulunuyordu. Ülkede tartışmalar vardı.
Şükrü Saraçoğlu’nun başında bulunduğu hükümet topraksız çiftçiye toprak vermek için kanun çıkarma hazırlığındaydı.
Çıkarılacak olan kanuna göre büyük toprak sahiplerinden alınacak topraklar kamulaştırılıp vatandaşa dağıtılacaktı.
Bu kanunun çıkmasına parti içinde başını Adnan Menderes’in çektiği büyük toprak sahipleri karşı çıkıyordu.
Parti içinde çeşitli kararlara itiraz eden ve gittikçe güçlenen bu şahıslar devletçiliğe karşı çıkarak 7 Ocak 1946 yılında Demokrat Partiyi kurdular.
21 Temmuz 1946 yılında yapılan seçimler de 62 milletvekili çıkardılar.
Seçim sonrasında Şükrü Saraçoğlu hükümetinin yerine Recep Peker Başbakanlığında ki CHP hükümeti geldi. Recep Peker Hükümeti, sanayi ve ekonomi alanında değişik kararlar aldı.
Bunlardan biri, döviz kurunu gerçekçi bir yapıya kavuşturmak için yaptığı TL’yi ABD Doları karşısında %50 oranında devalüe etmekti. (7 Eylül 1946)
Bu karar maliyet enflasyonuna sebep oldu, ithalat hızlı artıyordu ve dolayısıyla dış ticaret açığı da. Piyasalarda bir durgunluk ve daralma oluştu. Sanayi projeleri rafa kaldırıldı. Yeni Çözüm yolları aranmaya başlandı.
Türkiye 1947 yılında 5016 sayılı yasa ile IMF’e üye oldu.
16 Nisan 1948 yılında General Marshall planından yararlanmak için 16 Avrupa ülkesiyle bugünkü adı OECD olan Avrupa İşbirliği Teşkilatını kurdu. Türkiye Marshall yardımlarından toplam 351 milyon dolar aldı.
Recep Peker Hükümeti, yapılan devalüasyon ve sonuçları nedeniyle kamuoyundan büyük tepki aldı. Bu yüzden istifa etti. Yerine 10 Eylül 1947’de Hasan Saka Hükümeti geldi.
Ülkede, özel sermaye ve teşebbüslerin önemi gittikçe artıyor ve ekonomideki gidişat kötüleşiyordu. Hükümet bir şey yapamaz hale gelmişti.
Nihayet 1950 yılında yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti %53 oranında oy alarak iktidara geldi.
Demokrat Parti iktidara gelir gelmez devletçilik politikasının aksine eylemler yapmaya başladı. Tarım alanında yeni kararlar alındı.
Yeni topraklar tarıma açıldı. Kore savaşı ve iklim koşullarının iyi olması nedeniyle tarımdaki verimlilik ihracat fiyatlarını da artırdı.
Türkiye, buğday ihracatında 4.ülke konumuna yükseldi. 1950-1953 yılları arasında GSMH %10 oranında arttı.
Demokrat Parti döneminde dış yardımlarda arttı böylece 1948 krizi atlatılmış oldu.
Ikinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1944 yılında bütçe açık vermeye başladı.
Savaş, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin dengeleri sarstı.
Türkiye devalüasyonla da bu dönemde tanıştı. 1946 yılında, bütçe fazla vermesine rağmen ihracatı artırmak için devalüasyona gidildi.
Ancak hedefe ulaşılamadı.
1954 Krizi
Dünya da Kore savaşı bitmişti. Ülkede ise iklim şartları tarımı elverişsiz hale getiriyordu. Tarım ürünleri ihracatçısı olan Türkiye’nin ihracat oranı azalmıştır.
Ülkeye daha önce alınan 70 çeşit traktör vardı.Tarım alanındaki verimsizlikten dolayı ithalat yapılıyordu.
Ayrıca,traktörlere yedek parça getirilemediğinden ülkedeki montaj atölyeleri de kapanmıştı.80 e yakın traktörün kullanılamaz hale gelmesi tarımı bitirme noktasına getirdi.
Hammaddesi dışarıdan gelen ürünlerinde girdi fiyatlarının artması iç piyasadaki fiyatları da artırdı.
Bu sebeplerin yanı sıra plansız yatırımları içerideki siyasi koşullar,dış borç yükü ve kamu açıklarının artması ülkeyi çift rakamlı enflasyonla karşılaştırmıştır.
Enflasyon oranı önce %2.9’dan %10.3’e daha sonra da %20’lere kadar yükselmiş ve Türkiye’de ekonomik kriz olmuştur.
Menderes Hükümeti, krizden çıkmak için sanayi yatırımları yapıyordu ve bu yatırımlarda daha çok ithal ikamesi ürünler için fabrikalar kurdurtuyordu.
Bu amaçla şeker ve çimento fabrikalarına önem veriyordu.
Menderesin kurdurttuğu bu fabrikalardaki amaç özel sektöre de ucuz ara malı temin etmekti.
Kurulan bazı fabrika ve ofisler düşük fiyatlı mal sattıkları için açık verdiler.
1951′de bütçe açık vermeye başladı ve bu durum 1963′e kadar 12 yıl boyunca devam etti. Kore Savaşı dünya piyasasında hammadde fiyatlarını fırlattı.
Kredili ithalat uygulamasına geçildi. Bunun sonucunda ticari nitelikli dış borçlar ödenemez hale geldi. Dış borç yükü ve kamu açıkları arttı.
Plansız yatırımların da etkisiyle enflasyon yüzde 20′lere fırladı.
Hükümetin sanayiye ağırlık vermesine rağmen ekonomi yönetimini iyi sağlayamamaları başka bir krizin habercisiydi.
Dış sermayeye açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi 1950-1954 yıllarında başladı. 1951 yılında bütçe açık vermeye başladı ve bu durum 1963’e kadar 12 yıl boyunca devam etti.
Kore Savaşı dünya piyasasında hammadde fiyatlarını fırlattı.
Kredili ithalat uygulamasına geçildi. Bunun sonucunda ticari nitelikli dış borçlar ödenemez hale geldi.
Dış borç yükü ve kamu açıkları arttı. Plansız yatırımların da etkisiyle enflasyon yüzde 20’lere fırladı ve Türkiye ekonomisi krize girdi.
Hükümetin ekonomi yönetimindeki başarısızlığını dönemin İngiliz Büyükelçisi Bowker bir raporda şöyle özetliyordu.
“1955 yılı Başbakan Menderes’in gerek enflasyonun kontrol edilmesi, gerek dış borcun azaltılması yolunda hiçbir adım atmaması ile sona erdi. Kısacası Türk Hükümeti yıl boyunca kendi imkanlarının ötesinde yaşadı. Ellerindeki paradan daha fazla harcadılar. Ödeyebileceklerinin üstünde de ithalat yaptılar. Gereksiz yatırımlara yöneldiler. Merkez Bankasını bütçe açığını kapatmak için kullandılar. Ümit petrol aramalarına bağlandı.”
1946 Devalüasyonundan sonra yapılan devalüasyondan arzu edilen amaçlar genellikle sağlanamadığından Türkiye özellikle istihdam anlamında, döviz girdilerinde ağır bir kriz yaşamıştır.
Bu krizin sonunda da 1950 yılında Cumhuriyet Halk Partisi, yirmi yedi yıllık iktidarını Demokrat Partiye devretmiştir.
1958 Krizi
1950’lerdeki liberalizm politikaları ve dışarıdan sermaye ithalini amaçlamış serbestleşme programı Türkiye’yi 1958 krizine doğru götürdü.
Demokrat Parti’li iktidar israftan kaçınmıyor ve kendi görüşünden olanlara popülist bir yaklaşım sergileyerek kaynakları gereğinden fazla harcıyordu.
Ayrıca ekonominin 1954 Krizinden çıkmasına rağmen önlemler yeterli ve kalıcı değildi.
1958 yılına gelindiğinde Türkiye’nin ödeme günü gelmiş dış borcu 256 milyon dolardı.
Fakat Türkiye’nin bu borcu ödeyecek döviz kaynakları yoktu. Ülkede bir kambiyo krizi meydana geldi.
1950’li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline ayarlanmış serbestleşme programı 1958 krizini hazırladı.
1958’e gelindiğinde Türkiye’nin günü gelmiş 256 milyon dolar tutarında dış borcu ve de kucağında bir “kambiyo krizi” bulunuyordu. Dış ticaret açığı büyüdü. 1958 yılında 55.3 milyon dolar olan bütçe açığı 1959’da 266.7 milyon dolara yükseldi. Türkiye 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya’dan sonra dünya ikincisi idi. Borçlardan dolayı dış kredi alınamıyor, ithalat yapılamıyordu. Ülkedeki tesisler ithal girdileri sağlayamadıkları için kapanma noktasına gelmişlerdi.
İşsizlik ve kıtlık had safhaya ulaştı. Batılı ülkeler, başta ABD, Uluslararası kuruluşlardan onay almadan kredi vermeyeceklerini söylüyorlardı.
Bu durumda ülke yönetimi uluslar arası kuruluşların desteğini sağlama çabası içindeydi. Ağustos ayında Türkiye IMF ile bir istikrar programı uygulamayı kabul etti. Devalüasyona gidildi. OECD, IMF ve Dünya Bankasından öneriler alınırken kredilerde sağlanmış oldu.
Vakit geçirmeden bu öneriler uygulamaya geçirildi;
Türk Lirasının değeri düşürüldü.
İç piyasadaki KİT’lerin ürünlerinin fiyatları yükseltildi, dolayısıyla açıkları azaltıldı.
Verimli ve kısa vadeli yatırımlara önem verildi.
Bütçede denklik sağlama çabaları artırıldı.
OECD’den alınan 359 milyon dolarlık kredi ve vadesi gelmiş 400 milyon dolarlık borçların ertelenmesine yukarıdaki önlemlerde eklenince kısa dönemli bir rahatlama oluştu. Ekonominin makro düzeyde bozulması ve sisteme büyük zarar vermesi yeni sorunların habercisi oldu.
Dış Ticaret açığının giderek artması ve döviz rezervinin kalmaması nedeniyle hükümet ekonomiyi canlandırmak için Doğu Avrupa ülkeleriyle takas yoluyla ticarete girişti.
1958 Devalüasyonundan sonra Türkiye yine ağır bir kriz yaşamış, bu krizi kısa bir sürede atlatamamış, kriz sosyal alanlara sıçramış ve 27 Mayıs 1960 ihtilali ile Demokrat Parti’nin, bu kriz ve diğer sosyal ve siyasi nedenler ile iktidarına son verilmiştir.
1969-1974-1978 ve 1980 Krizleri
Bu makalede anlatılan ekonomik krizlerin sebep ve sonuçlarını okudukça, günü kurtarmaya yönelik önlemlerin ekonomiyi daha da içinden çıkılmaz bir hale soktuğunu, Opec’ in dünya ve ülkemiz ekonomisinde ne gibi etkileri olduğunu, siyasi ve gereksiz tartışmaların ekonomiye nasıl zarar verdiğini göreceksiniz…
1969 Krizi
1967 yılında ülkenin başında AP vardı. Turgut Özal ise DPT müsteşarıydı. Demirel’de DP gibi çoğunluğun oyu ile gelmişti. Bu yüzden popülist tavırlar içerisindeydi.
Gerektiğinde laiklik ve rejim karşıtı laflar ediyordu. Aslında bu tavır hükümetin tüm birimlerine yayılmış durumdaydı.
Demirel iktidarının bir özelliği, uzun vadeli yatırımlardan çok kısa vadeli ve oy getirebilecek popülist yatırımlar yapmasıydı.
Ekonomide de aynı şey geçerliydi. Uzun vadeli politikalardan çok kısa vadeli politikalar uygulanıyordu Ülkede anarşi ve eylemler giderek artıyordu.
12 Ekim 1969 yılında bir seçim oldu. Yine AP çoğunluğun oyuyla iktidar oldu. AP iktidarının 1967 yılında hazırladığı 5 yıllık Ekonomik Plana göre, dışa bağımlılık azaltılacak, yatırım harcamaları %19,9’dan,%24,3’e yükseltilecek ve yatırım harcamaları artırılacaktı.
Yine bu dönemde dış ticaret açığının 226 milyon dolar olması bekleniyordu. Bu dönemde ortalama büyüme oranı %7 olarak tahmin ediliyordu.
AP’nin günü kurtarmaya yönelik popülist politikalarına parti içinden muhalefet geldi. Bazı senatörler ülkedeki siyasi ve ekonomik karışıklığın bir an önce sona ermesini istiyordu.
Demirel, senatörleri partiden ihraç etti. Bunun üzerine AP’den istifalar oldu.
Ülkede bu siyasi gelişmelerin yanı sıra ekonomide de sıkıntılar vardı. İhracat ve İşçi dövizleri girişi TL’nin aşırı değerli olmasından dolayı gerçekleşemiyordu.
Ülkede kısa süreli bir hafif ekonomik kriz oluştu.
Bunun üzerine hükümet TL’i %66 oranında devalüe etti.1 Dolar=15 Lira oldu. Hükümet IMF ile ilişkiye geçti ve IMF politikalarını uyguladı.
5 Yıllık Kalkınma Programı sonunda gerçekleşen tek hedef %7’lik büyüme oldu.
Ardından 12 Mart 1971’de darbe oldu. Ekonomi Yönetimi, Dünya Bankası’ndan gelen Dr. Atilla Karaosmanoğlu ve Turgut Özal’ın eline geçti.1969-1981 yılları arasında, siyasi nedenlerinde etkisiyle günü kurtarmaya yönelik politikalar uygulandı.
1974 Krizi-Birinci Petrol Krizi
14 Ekim 1973’te seçimler oldu. En yüksek oyu CHP,MSP ve AP almıştı. CHP’de İsmet İnönü’yü devirerek Genel Başkan olan ve iktidara gelen Bülent Ecevit, MSP ile hükümet kurdu ve 26 Ocak 1974’te Başbakan oldu.
Bülent Ecevit, başbakan olduğunda dünyada Arap-İsrail savaşları başlamıştı. Kıbrıs’ta Faşist bir iktidar vardı ve Türklere zulüm ediyor, soykırım yapıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti, Ecevit döneminde Ada’ya iki kere Barış Harekatı düzenledi. Birincisi (20 Temmuz 1974)-İkincisi (16 Ağustos 1974).Adada KKTC kuruldu.
Başta Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkeler Türkiye’ye Kıbrıs nedeniyle ekonomik ambargo uyguladılar.
Öte taraftan Arap ülkeleri anlaşarak petrolün fiyatını 73 yılında 2,5 dolardan 11,6 dolara çıkarmışlardı. Bununla beraber Türkiye’nin içerisinde Anarşi devam ediyordu. Demirel ile Ecevit devamlı ağız kavgası yapıyorlardı.
1974′te petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması Türkiye ekonomisini olumsuz etkiledi. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı.
Bütün dünya petrol tasarrufuna yöne lirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı 769 milyon dolardan 2.3 milyar dolara fırladı. Bütçe 303 milyon dolar açık verdi.
Dış Ticaret Açığı 769 milyon dolardan 2,3 milyar dolara fırlamıştı. Bu olumsuz faktörler nedeniyle turizm gelirleri de azaldı. Türkiye’nin bütçe açığı rekor büyümeyle 303 milyon dolar oldu. Türkiye Ekonomik Krize girmişti.
Hükümet bir döviz darboğazına girdi. Bu darboğazı aşmak için dışarıdan yüksek faizli borçlar alındı. Bu borçların alınması teşvik edildi.
Irakla anlaşma yapıldı ve Türkiye-Irak Yumurtalık Petrol Boru Hattı inşa edildi.
(1977) Hükümet önlemleri hep günü kurtarmaya yönelik idi.
1978 Krizi
1978 yılına kadar gelen hükümetler, özellikle AP iktidarları daima günü kurtarmaya yönelik ekonomik kararlar alıyorlardı. İçerdeki refahı artırmak, ithalat yapmak ve borçları ödemek için borçlar alınmıştı.
Bu borçlar abartılı alındığı gibi gereken yerlerde de kullanılmıyordu. Halk tüketime teşvik ediliyordu. İthalat artmıştı. Düşük gelirli vatandaş lüks mallar talep ediyordu.
Otomobil fabrikalarının önünde kuyruklar oluşmuştu. İçeride montaj fabrikaları(yedek parça)
olmayan makinalar ve farklı markalarda traktörler ithal ediliyordu.
Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp kullandılar. Önemli miktarlarını da har vurup harman savurdular.
Yurtdışına indirimli kürk satışlarına geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalatı, gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılandı.
1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz, 1977 yılında 10 milyar dolara çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52′ye ulaştı. 1978′de kriz patladı.
1970 yılında 1.8 milyar dolar olan dış borç 1977 yılında 10 milyar dolarlara dayandı. Bu borçların çoğu da kısa vadeli borçlardı. Sonunda kriz patlak verdi.
Ardından iktidara gelen Ecevit hükümeti,4.planı hazırlama çabasına girdi. Ancak daha önce 1 yıllık geçiş planı hazırladı.
Fakat planı uygulayamadan 14 Ekim 1979 seçimlerinde başarısız olduğu için istifa etti.
Yerine gelen Demirel hükümeti de ülkedeki karışıklıklar nedeniyle önemli kararlar alamadı.
1980 Krizi
Yukarıdaki faktörlerin devamı olarak OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını %150 artırması ekonomiyi tümden yıktı.
OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980′de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye’de işsizliği yüzde 20′lere fırlattı.
Enflasyon yüzde 63.9′a yükseldi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu.
Hükümet ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için ünlü “24 Ocak kararları”nı yürürlüğe koydu ve TL yüzde 48,6 oranında devalüe edildi.
İşsizlik %20 oranında artti. Enflasyon %63’lere geldi.
Tüketim malları karaborsaya düştü, ülkede siyasi sorunlara kıtlıkta eklendi.
Hükümet bu durumdan kurtulmak için, Demirel ve Özal’ın hazırladığı 24 Ocak kararlarını uygulamaya koydu.
Enflasyonu kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak, kıtlıkları önlemek ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri uygulamaya konulmuştur.
İstikrar programıyla, Türk lirası yüzde 32,7 oranında devalüe edilmiş, doğrudan ve dolaylı ihracatı teşvik edici uygulamalar baslatılmış, fiyatların idari kararlarla tespiti ilkesi terkedilmiştir.
Daraltılan temel mal ve hizmet kapsamı dışında kalan mal ve hizmet fiyatlarının serbestçe tespiti olanağı getirilmiş, açık finansman yoluyla kamuya kaynak sağlanması yolu önemli ölçüde daraltılmıştır.
Sabit kurdan kontrollü dalgalı kur politikasına geçilmiş ve yabancı sermaye girişi özendirilmiştir.
Toplam talebin kontrolü yanında arz koşullarını geliştirmeye yönelik yapısal uyum kararlarının uygulanması, idari organizasyona ilişkin düzenlemelerle de desteklenmiştir.
Bu kapsamda Ekonomik İşler Yüksek Koordinasyon ve Para Kredi Kurulları, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Sermaye Piyasası Kurulu, Teşvik Uygulama ve Yabancı Sermaye Daire Başkanlıkları oluşturulmuştur.
1980 sonrası uygulamaya konulan Beşinci, Altıncı ve Yedinci Planların da değişik ölçülerde esasını teşkil eden 24 Ocak Kararları ihracata dayalı dışa dönük sanayileşme stratejisini benimsemişti.
Devletin ekonomiye müdahalesinin asgariye indirilmesini, rekabeti engelleyici müdahalelerin önlenmesini ve ekonominin uluslararası piyasalarla bütünleşmesini amaçlamıştır.
Buna göre Enflasyon aşağıya indirilecek, dış ticaret açığı ihracat artırılarak kapatılacak,
büyüme hızı yükseltilecek ve piyasa ekonomisine önem verilecekti.
Bu kararlarla birlikte TL %48,6 oranında devalüe edildi.
12 Eylül darbesiyle hükümetin düşürülmesiyle bu kararları Turgut Özal yürüttü. Ardından 1983 ‘te Başbakan olan Özal IMF ile Stand-By anlaşması imzaladı.
Anlaşmaya göre, ihracata teşvik verilecek, kamu harcamaları kısılacak, TL yüksek oranda devalüe edilecekti.
Bütçe açığı kısılacak, yabancı sermaye girişi sağlanacak, KİT’lere ürünlerine zam yetkisi verilecekti.
Bu uygulamalar sonucunda ihracatın GSMH’deki payı %11’e çıkartılmıştır. Enflasyon aşağı çekilmiş, siyasetteki rahatlamayla beraber ülkede bir rahatlık meydana gelmiştir.
Ancak işsizlik, dış açık ve bazı sektörlerde tekelleşmenin önüne geçilememiştir.
1977 yılında 10 milyar dolar olan dış borç 17 milyar dolara yükselmiştir.
1986, 1988-1989 ve 1991 Krizleri
Kamu harcamalarındaki anormal artışlar, darbeler, kamu sektörünün hızlı büyümesi ve bunun yanı sıra özel sektörün yerinde sayması, ülkede meydana gelen depremler, terör eylemlerinin artması ve de Körfez Savaşı bu üç krizin başlıca sebepleridir. Aşağıda 1986,1988-1989 ve 1991 ekonomik krizleri hakkında temel bilgiler sunulmuştur;
1986 Krizi
1980 Krizinden sonra, darbenin de etkisiyle hazırlanan 24 Ocak Kararları uygulamaya konuldu. Kararlar neticesinde ihracat oranları arttı. 1978 yılında 2,3 milyar dolar olan ihracat 1983 yılında 5,7 milyar dolara çıktı.
Turizm gelirleri 261 milyon dolardan 283 milyon dolara çıktı.
Dış açık 3,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Büyüme hızı ise 4,5’tan 3,3’e düştü.
1986 yılına gelindiğinde ise büyüme hızı 8,1 oldu.1983 yılında bir önceki döneme göre %150 oranında artıp 2,5 milyar dolar olan bütçe açığı giderek arttı.
Darbenin ardından 24 Ocak kararları yürürlüğe kondu. Alınan tedbirler sonucunda 1978′de 2.3 milyar dolar olan ihracat 1983′te 5.7 milyar dolara çıktı. Anılan yıl dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açığı ise 2.5 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Bütçe açığının ulaştığı rakam, bir önceki yıla göre yüzde 150 artışı işaret ediyordu. 1986′da kamu harcamalarının artması nedeniyle ekonomik dengesizliğin oluşması ihracat gelirlerinin ve işçi dövizlerinin azalması gibi faktörlerden dolayı TL devalüe edildi nedeniyle devalüasyon yapıldı.
Bu hafif krizi aşmak için Turgut Özal döneminde 1985-1989 yıllarını kapsayan V. plan uygulandı.
Bu plana göre GSYİH’in piyasa fiyatlarıyla yıllık ortalama büyüme oranı %6,3 olacaktı. GSYİH içinde tarımın payı azaltılacak, sanayinin payı artırılacaktı. İç tasarruflar yılda ortalama %9,9 oranında olacaktı. Dış kredi alımında makul olunacaktı.
Yine Özal bu dönemde, sıkı para politikası yabancı sermayeye kolaylık, özelleştirme, döviz işlemlerinde serbestlik gibi politikalar uyguladı.
1988-1989 Krizi
1988 yılına gelindiğinde yıllık büyüme oranındaki istikrarsızlık sektörlerinde büyümesini engelledi. Özel sektörün büyümesi hedeflenirken kamu sektörünün daha fazla büyümesi plana ters etki verdi..
Öte taraftan istisnai mallar dışında her malın ithalatının serbest bırakılması sanayicilere cazip geldi. Sanayiciler kendi yerli mallarını üretmeyi bırakıp dışarıdan mal ithal ettiler.
Buna benzer olumsuzluklar 1984 yılında 375 lira olan doları 1989 yılı sonunda 2.141,7 liraya yükseltti.
Yine 1984 yılında 20 milyar dolar olan dış borç 1989 yılında 41 milyar dolar oldu.
Kamu açıklarındaki artış ve mali piyasalarda-ki dalgalanma sonucunda faizler yükseldi. Döviz rezervi azaldı.
1989 yılına gelindiğinde Türkiye dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri oldu.
İstikrar politikaları uygulanırken ortalama 17.4 milyar dolar olan dış borç stoku,1989 yılında 41.7, 1990 yılında ise 49 milyar dolara çıktı.
Kısa vadeli borçlar, toplam borçların yüzde 19′unu buldu. Ticari bankaların döviz açığı büyüdü.
Stagflasyon sürecine girildi. Dış ticaret açığı 1990′da 9.3 milyar dolara ulaştı. Enflasyon %32.0’dan %69 düzeyine yükseldi. İşsizlik ve durgunluk arttı.
1989 yılı sonunda Özal, Cumhurbaşkanı oldu. Yerine gelen Yıldırım Akbulut Başbakan oldu.
Başa geçen hükümet vakit geçirmeden Ekonomik Kriz için 6. Kalkınma Programını hazırladı. Bu plan dengeli büyümeyi öngörüyordu.
Plana göre toplam tüketim %74’ten %69.3’e indirilecek, sermaye yatırımlarının GSMH içindeki payı artırılacak, dış ticaret hacminin payı GSMH içinde %36,7 iken %39,8’e yükseltilecek, ithalat dengeli olarak artırılacak,20 milyar dolarlık dış borç ödenecek ve 15,5 milyar dolarlık orta ve uzun vadeli dış borç alınacaktı.
Kamu harcamaları kısılacak ve yabancı sermaye artırılarak 5,5 milyar dolar civarında yatırım dönem sonuna kadar gerçekleşecekti.
Bu planlar uygulamaya konuldu. SSCB’ nin de dağılmasıyla beraber Rusya’ya ve diğer ayrılan ülkelere ihracat özellikle bavul ticareti ile arttı. Türk Müteahhitler bu ülkelerde iş aldılar. Türki Cumhuriyetlerle ticari ilişkiler geliştirildi. Bu plan 1991 yılına kadar verim verdi.
1991 Krizi
1991 yılı geldiğinde ülke ekonomisini etkileyecek iç ve dış olaylar patlak vermişti. Bunlardan en önemlisi Irak Savaşı yani Körfez Krizi idi.
Krizin sınırımızda olması ve ıraklı mültecilerin ülkemize gelmesinin ekonomiye mikro etkileri bir yana,ekonomiye makro etkileri de oldu.
1990 yılında ülkeye 4 milyar dolar sermaye girişi olmuştu.
Bu durum TL’nin değerini artırmıştı.
Ayrıca dış borç stoku 8 milyar dolar civarındaydı. Kısa vadeli borçlar ise 4 milyar dolar düzeyindeydi.
TL’nin değerinin artması ihracatı engelliyor,buna karşın ithalat artıyordu.
1991 yılında Körfez Krizi olduğunda Türkiye de ki yabancı sermaye gitti. Turizm gelirleri düştü.2,6 milyar dolarlık sermaye kaçışı ülkeyi durgunluğa soktu. Irak’la durdurulan petrol ticareti ülkeyi petrol sıkıntısına soktu. ABD savaş öncesinde Türkiye’ye verdiği sözlerin çoğunu yerine getirmedi.
1992 yılında iktidara gelen Süleyman Demirel hükümeti,1991 de %0,3 olan büyüme hızını %5,5’e,%55.3 olan enflasyonu %52’e ve kamu kesiminin borçlanma oranını %12,6’dan %8,8’e indireceğini açıkladı.
Bunun yanı sıra Özal döneminden kalan hayali ihracatı engellemek için vergi iadesi yöntemiyle ihracatı teşvik edeceğini açıkladı.
Bu kararların uygulanması,ülkede meydana gelen çığ ve Erzincan depremi gibi afetler nedeniyle sekteye uğradı.
Ayrıca PKK terörü de ülkeyi içinden çıkılmaz bir hale düşürmüştü.
1994, 1998-1999 ve 2001 Krizleri
1991 Ekonomik Krizinin ardından ülkemizde 2008 yılına kadar 3 büyük kriz daha oldu. Bu krizlerin daha önceki ekonomik krizlerden pek bir farkı yoktu. Aşağıda 1994, 1998 – 1999 ve 2001 Ekonomik Krizleri hakkında detaylı bilgileri bulacaksınız;
1994 Krizi
Kisa süreli ama çok şiddetli oldu. Kriz 1993 sonlarında başlayıp 1994′te patladı.
İçeride zaten üst üste iki yıldır sürmekte olan temel dengesizliklerin üzerine Avrupa para piyasasındaki kargaşanın eklenmesi krizi tetikledi.
1994 tam bir felaket yılı oldu. Toplam net sermaye çıkışı 4.2 milyar dolara vardı.
Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400′ü aşarken TEFE yüzde 121, TÜFE yüzde 106′lı rakamlara sıçradı.
Yarım milyon kişi işinden oldu.
1993 yılına gelindiğinde, Demirel Hükümeti VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nı hazırlamıştı. Planın önemli faktörleri; Ekonomik ve Sosyal altyapı yatırımlarına (Tarım, Turizm, Eğitim, Sağlık) öncelik verilmesi ve özelleştirmenin verimliliğinin artırılmasıydı.
Bu plan yürürlüğe kondu, ancak ülkeyi kötü olaylar bir türlü terk etmiyordu. Bunlardan ilki Uğur Mumcu’nun öldürülmesiydi.
İkincisi ise Turgut Özal’ın kalp krizi nedeniyle ölmesiydi. Bu siyasi olaylar ekonomiyi ve ekonomik dengeleri tedirgin ediyordu.
Dışarıda meydana gelen ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren, Bosna ve Karabağ faciaları vardı. Hükümet değişti ve Tansu Çiller başbakan oldu.Çiller iktidara gelir gelmez ekonomi kurmaylarını yeniledi.
Çiller ekonomik atılımlar gerçekleştireceklerini ve içinde bulunulan durumdan çıkacaklarını vurguluyordu.Türkiye’de 1989 yılında sermaye hareketlerinin tamamen serbestleşmesiyle birlikte artan sermaye girişleri, Türkiye’nin iç dinamiklerinden kaynaklanan sorunları geçici olarak bertaraf etmeyi başarmıştı.Ancak uzun vadeli sürdürülebilir bir büyüme sürecini beraberinde getirememiştir.
Nitekim 1990 sonrası donemde patlak veren iki büyük krizde, Türkiye’deki finansal serbestleşme ile yakından ilgilidir. Ulusal piyasalarda merkez bankası, döviz, kur ve faiz oranlarını birbirinden bağımsız birer politika aracı olarak kullanabilme olanağını kaybetmişti.
Finans piyasaları kısa vadeli spekülatif yabancı sermaye hareketlerinin denetimi altına girmiştir.
Finansal dengeleri bozuk, finansal kurumları zayıf ve piyasaları sığ, sanayi ile tarımı düşük verimli Türkiye ekonomisinin yeni doneme tepkisi ise sık sık ortaya çıkan krizler seklinde olmuştur. 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin altında yatan mantık ise; 1986 yılından itibaren artan mali açıklar yurt içi borçlanmalarla giderilmeye çalışılmış, ancak bu durum özel yatırımları dışlayıcı bir etki yaratmıştır.
Bu açıkların kapatılmasında ikinci bir alternatif olarak görülen yabancı fonların ülkeye girişini sağlamak amacıyla sermaye hesabi serbestleştirilmiş ve 1990′li yıllardan itibaren yabancı sermaye girişleri, özellikle de kısa vadeli sermaye girişlerinde artışlar olmuştur.
Sermaye girişleriyle birlikte TL aşırı değerlenmiş, bu değerlenme ise bankaların uluslararası finans piyasalarından uygun koşullarda borçlanmasını ve toplanan bu fonların yüksek getirili kamu menkul değerlerine yatırılmasını ya da yurt içi piyasalara kredi olarak verilmesini cazip hale getirmiştir.
Artan kredilerle birlikte iç pazarın canlanması, tüketim ve hammadde malları ithalatını artırır iken, TL’nin yabancı paralar karsısında değer kazanması da ihracatı zorlaştıran, ithalatı kolaylaştıran bir unsur olarak ortaya çıkmıştır.
Bunun sonucu dış ticaret açığı 1993 yılında 6.4 milyar dolara yükselmiş ve bu açıkların finansmanında da sermaye hareketleri önem kazanmıştır.
Söz konusu donemde Türk bankacılık sisteminin dövizdeki açık pozisyonu da artmış ve 4.9 milyar dolara yükselmiştir.
Diğer yandan faiz oranlarının idari kararlarla indirilmeye çalışılması, sisteme çok büyük miktarda likidite sürülmesi ve kamu kağıtlarına vergi getirilmesi dövize olan talebi artırmış ve Türk lirasının değer kaybı yönündeki bekleyişler yaygınlaşmıştır.
Baskı altında tutulan döviz kurları serbest piyasada yükselir iken, yabancı sermaye çıkışlarıyla birlikte de döviz rezervleri hızla erimeye başlamıştır.
Kasım 1993 tarihinde resmi rezervler 7.2 milyar dolar seviyesindeyken, 8 nisan 1994 tarihine kadar resmi rezervlerdeki azalış devam etmiş ve bu tarihte 3 milyar düzeyine inmiştir.
5 nisan 1994 tarihinden itibaren hükümet tarafından alınan bazı önlemler, kısa vadede toparlanma surecine katkıda bulunmuş olsalar da bunun sağlıksız bir iyileşme olduğu sonradan anlaşılmıştır.
Nitekim bu donemde görülen iyileşme sureci daha sonra yaşanılan krizlerinde temellerini oluşturmuştur. Özellikle hükümetin izlediği politikalarda iki önemli nokta dikkati çekmektedir.
Ilki kisa vadeli yabanci sermaye girislerinin tesvik edilmesi ve yurt disina sermaye kaçislarinin önlenmesi amaciyla faiz oranlarinin çok yüksek tutulmasi, yurt içi borçlanmanin hizli bir sekilde artmasina neden olmus ve bunun olumsuz sonuçlari da 1990′li yılların sonunda ortaya çıkmıştır.
İkincisi ise, krizin ortaya çikmasiyla birlikte mevduat hesaplarinin tam sigorta kapsamina alinmasi, bankacilik sektörünü daha sonraki dönemlerde olumsuz yönde etkilemistir.
Bankacılık düzenlemeleri, istikrarsızlığın önemli nedenlerinden birini oluşturur iken ülkemizde yaşanılan son krizde anahtar rol oynamıştır
Ülkede iç Pazar payı büyüyünce ithalat hızlı arttı. 1993 yılı sonlarına doğru Avrupa ülkelerinin tek Pazar sistemine geçmelerinin yanı sıra toplam ithalatlarının azalması, Asya ülkelerinin ekonomik gelişme gösterip Avrupa ülkelerinin yavaşlaması ve ülkedeki diğer olaylar 1994 Krizini tetikledi.
Ülkeden 4,2 milyar dolarlık yabancı sermaye çıktı. 500.000 kişi işsiz kaldı. Kısa vadeli borçlar 18,5 milyar dolar oldu.
Bu krizden çıkmak için 1994 yılında Çiller-Karayalçın Hükümeti ekonomik program açıkladı.
Bu programa göre, kamu harcamaları ve borçlanmaları azaltılacak, KİT’lerin yatırım payları %24,5’ten %23,3’e düşürülecek, OECD ülkeleriyle ihracat artırılacak, Turizm gelirleri yoluyla cari açık 6,4 milyar dolardan 4,5 milyar dolara düşürülecek, vergi gelirleri artırılacak, 8,9 milyar dolar dış borç ödenecek, 8 milyar dolar kredi alınacaktı.
Bu planlar uygulamaya konuldu. Vergiler artırıldı, Merkez Bankası TL’yi %13,6 oranında devalüe etti.
TL doların karşısında 17,250 oldu. Hazine nakit açığını kapatmak için %90 faizli, üç ay vadeli hazine bonosu çıkarttı.
Bu dönemde yerel seçimler yapıldı. Ekonomi seçim ekonomisine döndü. Ülkeye sıcak para girişi arttı. Kriz bir türlü atlatılamadı.
Çiller 5 Nisan Kararlarını açıkladı. Bu kararlar KİT’lerin zararlarını karşılamaya, döviz piyasalarına güven getirmeye, Merkez Bankasına güç kazandırmaya,kamu gelirlerini artırmaya ve iş hayatına disiplin getirmeye yönelik karalardı.
Fakat bu kararlarda yetersiz kaldı. Moody’s gibi kuruluşlar ülkenin kredi notunu düşürdü.
Bankaların çoğu sıkı denetim sonucu battı.Bu durumdan çıkmak için 1998 yılına kadar önlemler alındı.
Geçici küçük başarılar sağlandı.
1998-1999 Krizi
1996 yılında Türkiye’nin VII.5 Yıllık Kalkınma Planını Erbakan Hükümetinin hazırlaması ve yine bu dönemde Çillerin gayretleriyle Gümrük Birliğine girilmesi ekonominin gidişatını belirleyen faktörler olmuştur.
Ayrıca bu dönemde IMF ile yapılan Stand-By anlaşması sona ermişti.
Ancak tüm bu gelişmeler 1995 yılında %65,5 olan enflasyonu 1996 yılı sonunda %84,9 yaptı.
Toplam harcamalar, Avrupa Birliği ülkeleriyle gümrüğün sıfır olması nedeniyle arttı.
Avrupa ülkelerine yapılan ithalat oranı toplam ithalat oranına göre daha hızlı artış gösterirken, İhracatimiz toplam ihracat oranina göre daha az artis gösteriyordu.
1997 yılına gelindiğinde ise ekonomik gidişat aynıydı. Dış borç,dış açık ve cari açık artmıştı.
Tüm bu ekonomik göstergelerin yanı sıra Erbakan hükümeti ile Ordu sürtüşme halindeydi.
İrticai faaliyetlerin artması, İmam Hatip, 8 yıllık egitim, PKK gibi konular sürekli gündemi mesgul ediyordu.
Ülkedeki STK’lar ve Ordu,laikliğe vurgu yapıyor ve hükümeti uyarıyorlardı. Sonunda sivil darbe olarak nitelendirilen durum 28 Şubat kararlarının da etkisiyle Temmuz ayında gerçekleşti ve hükümet düşürüldü.
Yerine gelen Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit iktidarı ekonomi alanında anti-enflasyonist kararlar uyguladılar, ancak başarılı olamadılar.
1998 yılının Kasım ayında, içeride Türk Ticaret Bankasının özelleştirilmesine başbakan Mesut Yılmaz’ın bilgisi dahilinde mafyanın karışması, buna müteakip CHP’nin hükümetten desteğini çekmesi hükümeti düşürdü.
1998’de Asya ülkelerinde olan kriz Rusya’da Ağustos ayında yeniden patlak verdi. Dünya üretiminde ve ticaretinde daralma oldu. Bu durum Türkiye’yi de etkiledi. Ülkeden 6 milyar dolar sıcak para risk nedeniyle çıktı..
16 Ocak 1999’da Bülent Ecevit Başbakanlığında ülkeyi 18 nisan seçimlerine götürmesi için bir azınlık hükümeti daha kuruldu.
Ecevit Döneminde APO, Kenya’da yakalandı. Bunun sonucunda IMKB rekor yükselişe geçti, ülkede bayram havası esiyordu.
Ardından 18 Nisan’da DSP-MHP-ANAP Hükümeti seçim sonucu hükümet kurdular.
Hükümet dışarıda ve içeride oluşan olumlu havayla, sosyal ve ekonomik yenilikler yapmak için harekete geçti.
Bankacılık özel bir yapıya kavuşturuldu ve BDDK kuruldu. Uluslararası Tahkime olanak sağlayan kanun kabul edildi.
Olumlu hava kısa sürdü.17 Ağustos 1999 tarihinde, Marmara Bölgesinde 7.4 şiddetinde meydana gelen deprem yuvaları yıktığı gibi ekonomiyi de yıktı.
Çünkü bu bölge ülke sanayisinin merkeziydi. DPT verilerine göre bu depremin ekonomik ve sosyal zararı 10 milyar düzeyinde oldu.
Bu afetin yanı sıra Sadettin Tantan ekonomik alanda bir çok yolsuzluğu ortaya çıkarıyordu.
Yine bu dönemde Merkez Bankası 10 milyon TL banknotunu piyasaya sürüyordu.
Asya Krizinin etkileriyle uğraşan hükümet sıcak para çıkışı nedeniyle döviz sıkıntısına girmişti.Hazine iç borçları çeviremiyordu.
Kasım ayında Düzce’de meydana gelen diğer bir deprem ekonomiyi ikinci kez sarstı.
Bunun üzerine hükümet Aralık ayında IMF ile Stand-By anlaşması imzaladı.Merkez Bankası,Enflasyonu düşürme politikası uyguladı.
IMF’ye verilen niyet mektubunda, sıkı maliye politikası,kur ve para politikası uygulanacağı ve siyasi iradeden destek alınacağı,enflasyonun düşürüleceği taahhüt edildi.
Niyet mektubu’nun kamuoyuna açıklanması mali piyasaları olumlu etkiledi.
Endeks işlem hacmi arttı, borsa’da 11467 oranında tarihi rekor kırıldı. Kasım 2000’de Bankacılık sektöründe ki yolsuzlukların ortaya çıkması, bankacılık sektörüne olan güveni azalttı.
Vatandaş parasını yastık altına koydu. Bankalar açık vermeye başladı ve bu açığı kapatmak için döviz toplamaya başladılar.
Bu ortamı gören yabancı yatırımcılar ülkeden ayrılmaya başladılar.27-28 Kasımda T.C. Merkez Bankasından 3 milyar dolar çekildi.
Piyasada TL sıkıntısı başladı. Repo faizi gecelik %200’e yükseldi. IMKB endeksi yılın en düşük seviyesine indi.
1 Aralık Cuma günü endeks %26 oranında düştü ve 7977 oldu. Gecelik repo faizi %1700 oldu.
TCMB sadece dövizin karşılığında TL vereceğini açıkladı. TCMB, IMF’den yardım istedi ancak yardım gelmedi.
Demirbank ve Park Yatırım bu yüzden fona devredildi. Sonunda IMF istenenden çok krediyi serbest bıraktı.
Böylece Ekonomide bazı olumlu gelişmeler oldu. Örneğin, enflasyon %62,9’dan, %32,7’e düştü. Büyüme %-6,4 iken %6,1 oranında gerçekleşti.
2001 Krizi
Ecevit hükümeti, yılbaşından itibaren kamu harcamalarını kısmak ve tasarrufa gitmek için tüm kamu personelinin atamalarını durdurmuştu.
Ayrıca Kamu Kuruluşları ancak Hazine Müsteşarlığının onayı ile dış kredi alabileceklerdi.
2000 yılında meydana gelen mali krizden dolayı Hazineye ve ekonomiye dış ülkeler tarafından ve yatırımcılar tarafından güvensizlik vardı.
Kamu bankaları kaynak kıtlığı çekiyordu.
Hazine bu kıtlığı aşmak için 6,750 milyon dolar civarında ocak ayında tahvil sattı.
Ülkedeki istikrar politikaları ve daralan iç talep nedeniyle enflasyon oranı %30’un altına indi.(Tefe) Bu durum hükümete moral vermişti.
Ancak 1990 ve 200 yılından kalma krizin etkileri sürüyordu.
Hala döviz sıkıntısı yüksek miktarlardaydı. Dış açık ve cari açık artmıştı.
Ödenmesi gereken günü gelmiş borçlar vardı.
Ekonomi ip üstündeydi. Ülkede ekonomiye güven kalmamıştı ve kriz havası vardı.
STAND-BY anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı büyük çöküşün baş sorumlusuydu.
Türkiye döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz sokağa girdi.
Cari işlemler açığı giderek büyüdü ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak tarihi bir rekor kırdı.
Toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar, toplam dış borç stoku da 114.3 milyar dolara çıktı.
Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca gecelik faizler göklere tırmandı ve tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçen 22 Kasım 2000′de para krizi patladı.
Ödeme güçlüğüne düşen bankaların vadesi dolmayan kredileri geri çağırması, iç pazarın daralması bunda büyük rol oynadı.
3.5 milyar dolarlık net sermaye çıkışıyla döviz fiyatları ve faizler tırmanışa geçti.
Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar 1 milyonu aştı. IMF programı çökmüştü.
Nihayet 19 Şubat 2001’de yöneticilerin tecrübesizliği nedeniyle köşkte yapılan MGK toplantısında Başbakan ve Cumhurbaşkanı arasında geçen tartışmanın basına açıklanmasıyla ekonomi alt üst oldu.
Tabii bu krizin görünen sebebiydi.
Ancak kriz gecesi Merkez Bankasından,Merkez Bankası başkanı bile döviz çekmişti.
TL’den kaçış vardı. Ertesi sabah IMKB endeksi %14,6 oranında düştü.
TCMB’den çekilen dövizler nedeniyle,döviz 5,3 milyar dolar azaldı ve 22,6 milyar dolar kaldı.
Para piyasalarında gecelik faiz oranı %7,500’e çıkarken, Hazine %144 oranında borçlandı.
Bu yüksek faiz denge sağladı ve TL’den kaçışı durdurdu.
Medya hükümete yoğun eleştirilerde bulunuyordu.
TCMB, IMF onayıyla dövizde dalgalı kura geçti.
Bu uygulamayla TL’nin değeri %40 civarında düştü.Devletin borcuda 29 katrilyon TL arttı.
Kriz günü 685.500 TL olan ABD Doları 3 gün sonra 920.000 TL oldu.
Ülkede dövizle borçlanan vatandaş büyük sıkıntıya girdi.Esnaflar battı,işsizlik arttı.
Hükümet krizi çözmesi için Dr. Kemal Derviş’i ekonominin başına geçirdi.
Derviş,ekonominin başına geçer geçmez ekonomi yönetimindeki kurmaylarını değiştirdi.
14 Mart 2001 tarihinde 3 aşamalı kurtuluş planını açıkladı.Buna göre;
Bankacılık sektörüne yönelik önlemler alınacak, döviz kuru ve faize istikrar kazandırılacak, Ekonomi dengeleri yeniden planlanacak ve ikinci yarıda büyümeye geçilecekti.
Derviş, bankacılık sektörünün güçlendirilmesiyle enflasyonunda düşürüleceğini savunuyordu. Vakit geçirilmeden IMF’ye niyet mektubu verildi.
Bu mektupta iktisadi etkinliği sağlayıcı yasal reformların yapılacağı, enflasyonla mücadelenin gerçekleştirileceği, gelir dağılımı ile ilgili adaletsizlik ortamının ortadan kaldırılacağı ve sürdürülebilir büyüme ortamının oluşturulacağı taahhüt ediliyordu.
Ardından T.B.M.M’den 15 adet Derviş Kanunu diye adlandırılan, ekonomi ile ilgili kanunlar geçirildi.
En önemlileri; Şeker Kanunu, Telekom Kanunu olarak adlandırılan kanun, Bankalar kanunu, Vergi Kanunları, Elektrik Piyasası Kanunu, Türk Sivil Havacılık Kanunu, Sendikalar Kanunu, Hazine arazileriyle ilgili kanunlardı.
Bu kanunların temel özellikleri, özelleştirme ve rekabetin artırılması ile ilgili olmalarıydı.
Bu kanunların çıkması aşamasında ve uygulanması aşamasında bir çok bakan istifa etti.
Ancak, Kemal Derviş’in planı ülkede ekonomik istikrar oluşturdu. 2001 yılının ilk altı ayında ihracat %13 arttı.
ithalatta ise %16 oranında daralma oldu. Turizm gelirleri arttı, dış ticaret açığında ve cari açıkta azalmalar oldu.
Ülkede uygun ve olumlu bir ortam oluştu.
Ancak bunlara rağmen,medyanın hükümetin üzerine hala gitmesi,Irak Savaşının öncesinde hükümetin ABD’ye destek vermemesi,hükümet içindeki hükümeti yıkma planları bir erken genel seçime neden oldu.
Seçimlerde AKP tek başına iktidar oldu. AKP, Koalisyon hükümetinin bıraktığı olumlu göstergelerle devam ediyor.
ANALİZ
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 15 ekonomik kriz geçirmiştir. Bu krizlerin bazıları dış etkenlerden dolayı bazıları da iç etkenlerden dolayı olmuştur. Türkiye de bazı dönemlerde görülen krizler dünyada ki krizlerle bağlantılı olmuştur.
Türkiye de belirli aralıklarla krizler olurken ekonomi yönetimi çoğunlukla beceriksiz uygulamalarda bulunmuş bazen de siyasilerin etkisi altında popülizm yapmışlardır.
Ekonomik göstergeler çok kısa dönemlerde istikrarlı büyümüştür. Bunun dışında ekonomi de ve ekonomik göstergelerde uzun dönemli istikrar gözlenememiştir.
Türkiye Ekonomisi, sağlam ve kendi kendine yeten bir yapıya kavuşamamıştır. Genellikle dış yardımlar ile ayakta durmuştur ve durmaktadır.
Ödeme tarihi gelmiş dış krediler ancak yeni dış krediler alınarak ödenmiştir. Merkez Bankası bütçe denkleştirme aracı olarak kullanılmıştır.
Ekonomi siyasilerin elinde oyuncak olmuştur. Seçim zamanlarında siyasiler Türkiye Ekonomisi’ni baba malı gibi kullanmış ve kaynakları har vurup harman savurmuşlardır.
Bütün bunlara yolsuzluk ve rant da eklenince ekonomik krizler kaçınılmaz olmuştur.
Ekonomik krizlerin olmaması için istikrar paketleri uygulanmalı ve yukarıda sayılan olumsuz faktörler düzeltilmelidir.
Ülke kaynakları verimli şekilde kullanılmalı, hammadde ihracı yerine hammadde işlenerek ihraç edilmelidir.
Ülke ekonomisi kendi kendine yeterli hale getirilmelidir. Bunun için dış borç alımı en minimum seviyeye indirgenmeli ve tasarruf yapılmalıdır.
Ülkeye döviz getirecek kalıcı sektörler geliştirilmelidir.
Hükümet değişikliklerinde ekonomi yönetimine siyasi anlayış nüksettirilmemelidir.
Bu uygulamaların sonucunda Türkiye Ekonomisi refaha kavuşacak ve halkına güven verecektir.
A.Tolga AKPINAR
——————————————————————————————–
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=480 http://ekutup.dpt.gov.tr/planlama/42nciyil/temela.pdf ELDEM Edhem , Osmanlı Bankası Tarihi, 199, İstanbul ELDEM Vedat , Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Türk Tarih Kurumu, 1994 ERGİN Feridun, Atatürk Zamanında Türk Ekonomisi, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, 1977 GOLOĞLU Mahmut, Milli Şef Dönemi 1939-1960,Cem Yayınevi,1976 http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=316 KARLUK, Rıdvan, Türkiye Ekonomisi, Beta, İstanbul,1996. KURUÇ Bilsay, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Bilgi Yay.1987 NERE Jacques,1929 Krizi, Çeviren Namık Toprak, Ank. 1980. http://www.sabah.com.tr/2005/11/29/fin148.html TEKELİ İlhan-İLKİN Selim, 1929 Buhranında Türkiye’nin İktisadi Politika Arayışları, ODTÜ, Ank. 1977. TEZEL S.Yahya, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Yurt Yay., Ank. 1986. TOKGÖZ Prof.Dr. Erdinç,Sanayileşmede Bölgesel Dengesizlikler, H.Ü. Yayını No.6-14,Ank.1976. TOKGÖZ Prof.Dr. Erdinç , Türkiyenin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2001) İmaj Yayınları-Sayfa 43-47 TUSİAD Raporları… Türkiye Ekonomi Kurumu, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Ankara 1998.
şimdi 2018-2019 krizi başlıyor. yerimizi alalım