Mahfi Eğilmez – 04.01.2016
2003 yılından bu yana Türkiye’de tek parti (AKP) iktidarı var. Geçmişteki bütün tek parti iktidarlarında olduğu gibi AKP de ilk döneminde (2003 – 2008 arası) başarılı bir ekonomik performans ortaya koydu. Ekonomik performansı ölçmek için birçok gösterge kullanılabilir ama bunlar içinde durumu en açık biçimde gösteren gösterge kişi başına gelirdir. Kişi başına gelir artışı aynı zamanda refah artışının da bir göstergesi olduğu için önemlidir.
Aşağıdaki grafik AKP’nin iktidara gelmesinden önceki yıldan başlayarak bu ilk dönemde Türkiye’de ve dünyada kişi başına gelirin nasıl arttığını gösteriyor.
2002 yılı sonunda kişi başına gelirde dünya ortalaması 5 bin doların üzerindeyken Türkiye’de kişi başına gelir 3.500 dolar dolayındaydı. AKP’nin 2002 yılı sonunda 3.500 Dolar dolayında iken devraldığı kişi başına geliri ilk dönemi boyunca hızla artırarak 10 bin doların üzerine taşıdığı görülüyor. Bu dönemde dünya kişi başına gelir ortalaması aynı hızla artmadığı için Türkiye kişi başına gelirde dünya ortalamasını 2005 – 2006 yıllarında yakalıyor ve geçiyor. 2007 ve 2008 yılları Türkiye’de kişi başına gelirin dünya ortalamasının üzerinde hızla yükseldiğini gösteriyor. Türkiye bu yıllarda orta gelir tuzağından çıkacakmış gibi bir görünüm sergiliyor. Görüntü bize bu dönemde Türkiye’nin dünyadan pozitif ayrıştığını gösteriyor.
2002 – 2008 yılları arasında bu başarıyı getiren şeylerin arkasındaki bazı gelişmelere dikkat etmek gerekiyor. Bunların en önemlilerine değinelim: (1) 2001 kriziyle birlikte hızla düşen GSYH’nın yerine gelmesi (baz etkisi). (2) IMF’nin verdiği büyük parasal desteğin olumlu katkısı. (3) AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlaması ve onun getirdiği yüksek miktarlı yabancı sermaye girişleri. (4) Özelleştirmelerden elde edilen gelirler. (5) Yükselen cari açığın büyümeye katkısı (ithalatla büyüme). (6) TL’nin dolar karşısında uzun süre sabit kalması ya da çok az değer kaybetmesi sonucu GSYH ve kişi başına gelirimizin olduğundan daha fazla artmış görünmesi (Bkz.: http://www.mahfiegilmez.com/2015/10/kisi-basna-gelirimiz-gercekte-ne-kadar.html). (7) Bankacılık sektöründe yapılan yapısal reformun finans sektörü ve reel kesim üzerindeki olumlu etkisi. (8) Bütçe reformu, kamu açıklarının düşmesi ve kamu borç stokunun hafiflemesi. (9) Özel kesim ve hanehalklarının borçlanarak daha fazla harcama yapması (birisinin harcaması başkasının geliridir.)
Aşağıdaki grafik ise AKP’nin tek başına iktidarının ikinci dönemi olarak nitelendirebileceğimiz 2010 – 2016 döneminde kişi başına gelirin seyrini ortaya koyuyor.
2010 yılı sonunda kişi başına gelirde dünya ortalaması 9.500 bin dolar dolayındayken Türkiye’de kişi başına gelir 10 bin doları geçiyordu, yani dünya ortalamasının üzerindeydik ve hala orta gelir tuzağını aşacak gibi bir görüntü veriyorduk. 2011 yılından itibaren durum tersine dönmüş ve Türkiye, ilk dönemde yakaladığı ivmeyi kaybetmeye başlamış görünüyor. Her ne kadar 2013 yılında bir sıçrama yaşanmışsa da bunun kalıcı olmadığı izleyen yıllardaki gelişmeden görülebiliyor. 2014 yılından başlayarak Türkiye, yeniden dünya ortalamasının gerisine düşüyor. 2015’de giderek belirginleşen bu düşüş, bu eğilimin devam etmesi halinde 2016’da çok daha belirgin bir hal alacak gibi görünüyor. Görüntü bize bu dönemde Türkiye’nin dünyadan bu kez negatif ayrışmaya başladığını gösteriyor.
2010 yılından sonra başlayan bu düşüşün arkasında da bazı şeyler var kuşkusuz. Bunlara da değinelim. (1) IMF’nin parasal desteği ve o desteğe bağlı gözetimi bitince ekonomi politikasında zayıflamalar başladı. (2) AB ile tam üyelik müzakereleri iki tarafın da inancını kaybetmesiyle yüzeysel olarak sürdürülür hale gelince yabancı sermaye girişlerinin hızı kesildi. (3) Özelleştirmelerden elde edilen gelirler azalmaya başladı. (4) Cari açığı daha fazla yükseltme imkânı kalmadı. (5) TL, dolar karşısında değer kaybetmeye başladı, böylece bu kez iş tersine döndü ve GSYH ve kişi başına gelirimiz olduğundan daha hızlı değer kaybıyla karşılaştı (Bkz: http://www.mahfiegilmez.com/2015/03/tl-ile-buyuduk-usd-ile-kuculduk.html) (6) Yapısal reformları yapmadık. Bankacılık ve bütçe reformlarının devamını getiremedik. (7) Özel kesim ve hanehalklarının borçlanma sınırlarının sonuna geldik, yeni borçlanmalar ancak eskilerini ödemeye yönelir oldu ve dolayısıyla gelir yaratamaz hale geldi.
Özetle söylemek gerekirse; 2002 – 2008 yılları arasında dünyadan pozitif ayrışarak orta gelir tuzağından çıkma yolunda ilerlemiş olan Türkiye, 2011 yılından başlayarak dünyadan negatif ayrışarak yeniden orta gelir tuzağına düşmüş görünüyor.
Bu aşamada 2002 – 2008 dönemindeki başarıyı yakalamak için ne yapmak gerekir şeklinde bir soru geliyor gündeme. Yanıtı hem kolay hem zor: 2002 – 2008 arasında ne yaptıysak onları yapmak gerekiyor.