Mahfi Eğilmez – 04.07.2013
1923’den bu yana kişi başına gelir
Osmanlı ekonomisi benzeri bütün ekonomiler gibi üç sacayağı üzerine kuruluydu: (1) Tarım, (2) Sanayi (daha çok zanaat) ve (3) Hizmetler kesimi (ticaret, mali hizmetler vb.) Bu üçlü sacayağının yarattığı milli gelir konusunda elimizde bazı tahminler var. Bu tahminlerden birisi de Angus Maddison’a ait[1] Maddison’un tahminine göre Osmanlı’nın GSYH’sı 1870’de 9,7 milyar dolar, 1913’de 16,2 milyar dolar dolayındadır. Yine Maddison’un tahminlerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfus 1870’de 11,8 milyon, 1913’de 15 milyon dolayındadır (http://www.ggdc.net/maddison/Maddison.htm ) Bu iki veriye dayanarak dönemler için Osmanlı’da kişi başına geliri 1870’de 825 dolar, 1913’de 1.213 dolar olarak hesaplayabiliriz.
Yine Maddison’un hesaplamasına göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı olan 1923 sonunda GSYH 9,7 milyar dolar, nüfus 13,9 milyon ve kişi başına gelir 712 dolara gerilemiş bulunuyor. Toprak kayıplarının ve buna bağlı nüfus kayıplarının olduğu bir dönemden sonra bu düşüş olağandır.
Aşağıdaki grafik 1923’den bugüne kadar kişi başına düşen gelirde yaşanan değişimleri göstermektedir.
Kişi başına düşen gelire ilişkin grafikteki bazı noktalara dikkat çekelim:
(1) 1939’dan yaşanan düşüş ikinci dünya savaşına gidişin etkilerini gösteriyor. Bu etkilerin giderilerek yeniden çıkışa geçilmesi ancak savaş sonrasında mümkün olabilmiştir.
(2) 1960 – 1980 arasında düzenli bir artış eğilimi söz görülüyor. Bunun planlı ekonomik modelin katkısıyla olduğunu söylemek mümkün.
(3) 1980’deki çöküş ekonominin “70 cente muhtaç kaldığı” dönemdir.
(4) Çöküş sonrasında 1980’li yıllar, ekonomide liberalleşme yılları, kişi başına gelirin yeniden artmaya başladığı bir döneme işaret ediyor.
(5) Grafiğe bakınca 1990’lı yılların inişlerle ve çıkışlarla geçmiş olduğu ve sonunda 2001 krizinin altyapısını hazırlamış olduğu fark edilebiliyor.
(6) Grafikte 2001 krizinin hemen öncesinde de aslında düşüşler yaşandığı görülebiliyor.
(7) 2011 krizi sonrasında kişi başına gelirde ciddi artışlar ortaya çıkmış görünüyor.
(8) Türkiye’de küresel krizin yarattığı olumsuz etki 2010 yılında net bir biçimde görülebiliyor.
Türkiye için hesaplanan kişi başına gelirin yıllık ortalama olarak bu yıl için 10.500 – 11.000 dolar arasında olması bekleniyor.
Türkiye’de gelir dağılımı
Kişi başına gelir hesabı ülkenin GSYH’sının ülke nüfusuna bölünmesiyle bulunan sanal bir gösterge, basit bir ortalamadır. Yıllık geliri bu ortalamanın çok üstünde ya da çok altında olan birçok kişi vardır. O nedenle kişi başına gelir bize sadece bir ortalama verir ondan öteye bir anlam taşımaz. Gelirin nasıl dağıldığını anlayabilmek için başka bir ölçüye ihtiyaç duyarız.
Gelirin bireyler ya da fonksiyonlar arasında nasıl dağıldığını incelemekte kullanılan ölçüler içinde en yaygın kullanılanı ve dolayısıyla en çok bilineni Gini katsayısıdır (Gini katsayısının nasıl hesaplandığıyla ilgili ayrıntıları merak edenler bu blogda yayınlanmış bulunan “Türkiye’de Gelir Dağılımı” başlıklı yazıma bakabilirler: http://www.mahfiegilmez.com/2012/03/turkiyede-gelir-daglm.html )
Gini katsayısı 0 ile 1 arasında değişen bir katsayıdır. Bire yaklaştıkça gelir dağılımı bozuluyor, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımı düzeliyor demektir. Türkiye’de son ölçüm 2011 yılında yapılmış ve bu ölçüme göre Türkiye’de Gini katsayısı 0,404 olarak belirlenmiştir ( http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=10902 ) Bundan önceki ölçümlerde Gini katsayısı inişli çıkışlı bir eğilim sergilese de genellikle 0,40 dolayında dolaşmaktadır.
Eğer Türkiye’de gelir dağılımı mutlak eşitlik biçiminde olsaydı gelir dağılımı eşitliğini ölçmeye yarayan Lorenz Eğrisi (şekilde köşegen çizgisinin altındaki kırıklı çizgi) köşegen çizgisine yapışmış olacak ve Gini Katsayısı 0 çıkacaktı (Böyle bir durum ideal durumu temsil eder ve dünyada hiçbir ekonomi bu konumda değildir.) Lorenz Eğrisi sağ alt köşeye ne kadar yaklaşıyorsa Gini Katsayısı o kadar büyüyor ve gelir dağılımı eşitsizliği o kadar artıyor demektir.
UNDP’in İnsani Gelişmişlik Raporunda yer alan gelişmiş ülkeler kategorisinde ortalama Gini katsayısı 0,35’dir. Bu oran eski sosyalist ekonomilerde ve kuzey ülkelerinde (İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya) 0,30’un altında bulunuyor.
Yapısal reformların gerekliliği
Türkiye’nin bir yandan kişi başına geliri artıracak uğraşılar içine girmenin yanı sıra bir yandan da gelir dağılımını düzeltecek önlemlerle uğraşması gerekiyor. Bizde vergi sistemi bu düzeltmeyi yapacak bir yapıda değil. Gelir dağılımını düzeltmeye yarayan vergi yapısı dolaysız vergilere (gelir, kurumlar vergileri gibi) ağırlık vermek durumundadır. Oysa bizde dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 35 dolayındadır. Toplanan verginin yüzde 65’i gelire göre ayrım yapmayan, herkese aynı oranda uygulanan dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV gibi) oluşuyor.
Ne zaman yapısal reformlardan söz etsem hemen bundan neyin kastedildiği sorusu geliyor. Yapısal reform, bir yapının daha iyi ve topluma ve ekonomiye daha yararlı bir şekle dönüştürülmesi olarak tanımlanabilir. Yapısal değişimin vergi sistemindeki örneğini dolaylı ve dolaysız vergilerin toplam vergi gelirlerindeki paylarına dayanarak verebilirim. Bizde, gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltmenin bir yolu da dolaylı vergilerin ağırlığını bir miktar dolaysız vergilere kaydırmakla sağlanabilir. Bu, mesela, önemli bir yapısal değişimdir.