Mahfi Eğilmez – 17.01.2014
Özetle küresel ekonominin görünümü
ABD, krize ilk giren ekonomiydi, bugün de ilk çıkacak ekonomi gibi görünüyor. Hala olumsuz sinyallerin olumlularla karışık olarak gelmeye devam etmesine karşılık özellikle büyümenin yeniden düzene girmesi ve işsizlik oranındaki düşüşler toparlanmanın en önemli işaretlerini oluşturuyor. Bu toparlanmaya enflasyonda artışın eşlik etmemesi de işin olumlu görünümüne destek veriyor. 2014 yılı başında bütçenin onay sorununun çözülmüş olması da geleceğe ilişkin olumlu sinyallerin artmasını sağlıyor. 2010 yılından başlayarak krize giren Avrupa henüz krizden çıkma belirtilerini net olarak sergileyemiyor. Buna karşılık birlikten gelen olumlu işaretler ilk kez olumsuz işaretlerden daha fazla sayıda olmaya başladı. Yılın ikinci yarısında daha güçlü bir toparlanmanın işaretleri gelebilir. Japonya, 20 yıldan bu yana içinde olduğu krizden çıkmaya çalışıyor. Bu yolda niceliksel gevşemeden kur savaşlarına kadar her yolu deniyor. Henüz net bir toparlanma işareti olmasa da karışık sinyallerin olumlu sinyaller yönünde biraz daha arttığı yolunda izlenimler var. Fed’in tahvil alımlarını azaltma kararından sonra yükselen ekonomilerde başlayan dalgalanma devam ediyor. Uluslararası fon akımında bu ülkeler aleyhine başlayan gelişme bu ekonomileri olumsuz biçimde etkileyecek gibi görünüyor. Bunlar arasında en olumsuz etkilenenler kırılgan beşli olarak adlandırılan Brezilya, Hindistan, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika. Bu ekonomilerin birçok ortak özelliği yanında en önemli benzerlikleri 2014’de büyük miktarda dış finansman ihtiyacı içinde bulunacakları gerçeği. Buna karşılık yükselen ekonomilerin, aynı zamanda da dünyanın en büyük ekonomisi konumunda bulunan Çin, bozulma beklentilerinin aksine yoluna istikrarlı biçimde devam ediyor.
Türkiye ekonomisinin özet görünümü
Türkiye ekonomisinin 2014 yılı başında nasıl göründüğünü birkaç önemli ekonomik göstergeyi ele alarak açıklamaya çalışalım. Daha çok sayıda ele alınması gereken ekonomik gösterge söz konusu olsa da bu yazıyı bir kitap haline getirmemek için bütün toplumu ve ekonomiyi etkileyen en önemli göstergelere değinmekle yetineceğim.
(1) Büyüme, potansiyelin altında kalmaya devam ediyor
Aşağıdaki grafik ekonomik büyümeyi üçer aylık dönemler itibariyle gösteriyor.
Grafikten izlenebileceği gibi büyüme 2011’den itibaren ivme kaybediyor. 7 çeyrektir büyüme oranı potansiyel büyüme oranı olarak kabul edilen yüzde 5’in altında seyrediyor. 2014 yılı için en iyimser büyüme tahmini de (OVP’de yüzde 4) potansiyel oranın altında kalınacağını gösteriyor. Geçmiş yıllarda Türkiye’nin ekonomideki başarı taşlarından birisi yüksek oranlı büyüme idi. Bir süredir bu başarı taşı devre dışına çıkmış bulunuyor. İşin kötüsü 2014’de de devreye girecek gibi görünmüyor.
(2) İşsizlik yükseliyor
Aşağıdaki grafikte 2010 yılında bu yana aylık bazda işsizlik oranları yer alıyor.
2001 krizi sonrasında yeni bir düzeye taşınan işsizlik oranı, küresel krizin Türkiye ekonomisini en fazla etkilediği 2010 yılında doruk noktasına çıkmıştı. O noktadan başlayarak inişe geçmiş olan işsizlik oranı, yedi çeyrektir büyümede yaşanan potansiyel altı artışın da etkisiyle yeniden artışa geçmiş bulunuyor. Ekim ayında işsizlik oranında hafif bir düşüş olsa da 2013 yılsonu için yapılan tahminler genellikle yüzde 10 oranı dolaylarında toplanıyor. 2014 yılında beklenen düşük büyümenin işsizlik oranının yine yüzde 10 düzeyinde kalmasına yol açacağı tahmin ediliyor.
(3) Cari açık; inişli çıkışlı bir seyir izliyor fakat yüzde 5’e indirilemiyor
Aşağıdaki grafikte 2005 yılından bu yana 12 aylık olarak cari açığın GSYH’ya oranı yer alıyor.
2009 yılında krizin etkisiyle küçülen ekonomik büyümeye eşlik ederek küçülen cari açık 2011 yılında yüzde 9,9 oranına ulaşarak Türkiye açısından bütün zamanların rekorunu kırmıştı. 2012 yılında ise düşen büyüme oranıyla birlikte hızla gerileyerek yüzde 6 düzeyine düşmüştü. Yüzde 6 aslında Türkiye için hala yüksek bir oran olmakla birlikte yüzde 10 dolayından geri geliş olarak bakıldığında iyi bir düzeltmeyi işaret ediyordu. Tek sorun bu düşüşün büyümedeki düşüş olmadan sağlanamaması gerçeğinin bir kez daha ortaya çıkmış olmasıydı. Nitekim 2013 yılında büyüme, 2012 yılına göre artınca cari açık da ona eşlik etti ve yüzde 7,4 oranına (ilk 11 ayın sonucu) tırmanıverdi.
(4) Bütçe açığı oldukça düşük ama ileriye dönük sorunlar var
Aşağıdaki grafik 2000 yılından 2013 yılı sonuna kadar yıllık bazda bütçe açıklarını sergiliyor.
2001 krizini izleyerek hızla düşürülmeye başlanan bütçe açığı, büyümenin negatif olduğu 2009 yılında artmış, sonraki yıllarda yeniden daralmaya dönmüştür. Burada en kritik soru şudur: Bütçe açığı disiplinli bir maliye politikasının sonucu olarak mı daralıyor yoksa bir seferlik gelirler ve ithalattaki artışın yarattığı dışticaret vergi gelirleri artışıyla mı daralıyor? Bu sorunun yanıtını doğru verebilmek için bütçe giderlerine bakmak gerekir. 2013 yılında faiz dışı giderler 2012 yılına göre yüzde 15’e yakın artmış bulunuyor. Bu artış yıllık enflasyonun (yüzde 7,5) 2 katı bir artış. Demek ki bütçenin gider yönünde o kadar da sıkı bir disiplin söz konusu değil. Buna karşılık 2013 yılında ithalatın ve kurdaki artışın etkisiyle ciddi bir gelir artışı oluştu. Buna varlık barışı gibi bir seferlik gelirler de eklenince bütçe gelirlerinde, yüzde 17 dolayında, giderlerdeki artışı aşan bir yükseliş oluştu. 2014 yılında talep canlılığının gerileyeceği, cari açığında gerileyeceği bir ortamda bu kadar gelir artışı sağlanamayabilir. Buna karşılık giderleri geri çekmenin imkânı yok.
Öte yandan 2013 yılında vergi incelemeleri sonucunda elde edilen kayıp, kaçak matrah farklarının rekor kırdığına ilişkin basında haberler çıkıyor. Bu konu belki de vergi alanındaki yapısal reform hamlesinin en etkin adımını oluşturuyor. Vergi müfettişi sayısındaki artışın yarattığı yeni denetim kapasitesi vergi gelirlerinin artmasında oldukça katkıda bulunacak gibi görünüyor. Bu konuda yıllardır tekrarladığım görüşümü bir kez daha gündeme taşımayı yararlı görüyorum: Vergi denetimi, asıl etkisini hissettirebilmesi için, vergi yönetiminden de siyasal iktidardan da bağımsız olmalıdır.
Özetle söylememiz gerekirse bütçedeki rahatlık ileriye dönük bir rahatlık olmaktan çok günü kurtarmaya yönelik bir rahatlık gibi görünüyor.
(5) Enflasyon yeniden artış eğilimine girdi
Aşağıdaki grafik enflasyondaki (TÜFE) gelişimi gösteriyor.
Grafikten de görülebileceği gibi enflasyon inişli çıkışlı bir trend izliyor görünse de yüzde 10 düzeyine geri dönmeye oldukça fazla eğilimli bir salınım içinde bulunuyor. 2012 yılında inişe geçmiş bulunan enflasyon 2013 yılında yeniden artış eğilimi içine girmiş görünüyor. 2014 yılı, TCMB’nin enflasyon hedefini de (yüzde 5,3), enflasyon tahminlerini de (en son tahmini yüzde 6,8 idi) büyük ölçüde aşarak yüzde 7,4 olarak gerçekleşti.
Her ne kadar 2014 yılı için TCMB’nin enflasyon hedefi yüzde 5 olsa da beklentiler bu yıl enflasyonun geçen yılki oranın altında olmayacağı yönünde. Yılbaşında yapılan ÖTV ve maktu vergi artışlarının 2014 yılında enflasyona 0,5 puan, kurdan gelen artışların da şimdiki görünümüyle 1 – 1,5 puan katkı yapacağı tahmin ediliyor. Bu durumda enflasyonun 2013 yılındaki oranın üzerinde de gerçekleşmesi söz konusu olabilir.
Türkiye niçin kırılgan beşli arasında yer alıyor?
Kırılgan beşli gruplandırması (Brezilya, Hindistan, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika) ABD Merkez Bankası’nın (Fed) tahvil alımlarını azaltacağına ilişkin açıklamasından sonra ortaya çıktı. Fed’in bu açıklamasının ardından paraları en çok değer kaybeden yükselen piyasa ekonomileri bu beş ülke oldu. Bu ülkelerin böyle bir grubun içinde değerlendirilmesinin nedenleri olarak yüksek cari açık oranları, yüksek enflasyon oranları ve büyüme performansındaki düşüşler gösteriliyor. Bu ülkelerin önümüzdeki dönemde dış finansman ihtiyaçlarında önemli artışlar olacağı ve Fed’in kolay para politikasını terk etmesi halinde bu ekonomilerin gerekli dış finansmanı bulmakta çok zorlanacakları tahmin ediliyor. Bunlara ek olarak bu ülkelerin hepsinde gelecek yıl genel seçimlerin yapılacak olması siyasal belirsizliklerin ortaya çıkmasına ve dolayısıyla risklerin artmasına yol açıyor.
Bir ekonominin risk potansiyelini en doğru ölçen kriter olarak CDS primleri kullanılıyor. Bu ülkelerin CDS primlerinde Fed’in 22 Mayıs’ta yaptığı tahvil alımlarında azaltmaya gidebileceği yönündeki açıklaması sonrasında oluşan değişimi aşağıdaki tabloda sunuyorum.
Tablo: 22 Mayıs 2013’den itibaren kırılgan beşlinin CDS primlerindeki gelişmeler
Tarih
|
Türkiye
|
Brezilya
|
Endonezya
|
G. Afrika
|
22.05.2013
|
118
|
130
|
140
|
169
|
31.05.2013
|
131
|
146
|
162
|
191
|
28.06.2013
|
191
|
185
|
207
|
216
|
31.07.2013
|
205
|
191
|
208
|
222
|
29.08.2013
|
240
|
203
|
282
|
240
|
30.09.2013
|
214
|
173
|
220
|
197
|
31.10.2013
|
185
|
166
|
193
|
185
|
28.11.2013
|
207
|
205
|
236
|
211
|
31.12.2013
|
245
|
194
|
237
|
204
|
Artış Oranı (%)
|
107,6
|
49,2
|
69,3
|
20,7
|
Bu tablo, Türkiye’nin niçin kırılgan beşlide yer aldığını açıklamanın yanında niçin bu grubun en kırılgan üyesi olduğunu da açıklıyor.
Türkiye’nin 2014 yılı dış finansman ihtiyacı (160 milyar doları vadesi gelecek olan dış borç ödemeleri ve 60 milyar doları da cari açık olmak üzere) toplam 220 milyar dolar (ya da GSYH’nın yüzde 25’i) olarak hesaplanıyor. Bu hesapta iyileşebilecek tek kalem cari açık. Yani 2014 yılında büyümeyle birlikte cari açık ta düşerse dış finansman ihtiyacında gerileme olabilir. Yeni tahminler cari açığın 45 – 50 milyar dolara kadar (GSYH’nın yüzde 6’sı) gerileyebileceği beklentisini işaret ediyor. Bu durumda dış finansman ihtiyacı GSYH’nın yüzde 24’üne gerileyebilir. 1 puanlık gerilemenin maddi değerinden çok dış dünyaya vereceği mesaj önemli.
Sonuç ve Değerlendirme
Küresel sistemin, özellikle de gelişmiş ekonomilerin, kriz yaşadığı bir ortamda Türkiye ekonomisi, 2009 yılında ciddi bir düşüş yaşadıysa da hızla toparlandı. 2010 yılından 2013 yılının Mayıs ayı sonlarına kadar benzeri yükselen piyasa ekonomileri gibi krize fazlaca girmeksizin yoluna devam edebileceği biçiminde bir görünüm sergiledi. Bu görünüm, Fed’in tahvil alımlarını azaltacağı yönündeki açıklaması ve ardından gelen Gezi olaylarıyla birlikte yavaş yavaş bozulmaya başladı. Asıl bozulma yılın son ayında Fed’in tahvil alımında indirime gitme kararını açıklaması ve hemen ardından gelen 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla ortaya çıkmaya başladı.
Türkiye’nin son on yılda, 2001 krizi sonrası zorunlu olarak yaptığı bankacılık reformu dışında hiçbir ciddi yapısal reform yapmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Oysa söz konusu on yıl, bütçenin toparlanması ve siyasal istikrarın varlığı nedeniyle geçmişte hiç olmadığı kadar uygun bir reform ortamı yaratmıştı. Üstelik AB ile müzakerelerin varlığı bu reformların yapılacağı yolunda büyük bir iyimserlik ve destek havası yaratmıştı. Bugün, yapılmış bulunan bazı düzenlemelerin bile geri alınması aşamasında bulunuyoruz. O nedenle yapısal reformlar konusunda 2001 sonrasındaki durumdan daha kötü bir noktada olduğumuzu söylemek abartı sayılmamalı. Türkiye’nin yapısal reformlar konusunda tarihi bir fırsatı kaçırdığını söyleyebiliriz.
2014 yılında özetle Türkiye’de şöyle bir ekonomik tablo görme olasılığımız oldukça yüksek görünüyor:
Düşük büyüme – yüksek işsizlik oranı
Yüksek kur – yüksek enflasyon
Düşen cari açık – yükselen ama denetimde kalmaya devam eden bütçe açığı
Not: Bu yazıda geçen cds primi, kırılgan beşli, yapısal reform gibi deyimler bu blogdaki Ekonomi Sözlüğü’nde yer alıyor. Ayrıca bu konularla ilgili blog yazılarıma “bu blogda ara” kutucuğuna aranacak kelime yazılmak suretiyle ulaşılabilir.