Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefine yönelen ve yüzünü Batıya çeviren Türkiye, 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa kıtasında hızla gelişmekte olan uluslararası örgütlenmelerin içinde olmuştur. Bu bağlamda, 1958 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasının ardından, 31 Temmuz 1959 tarihinde Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunulmuş, AET Bakanlar Konseyi bu başvuruyu kabul ederek üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanmasını önermiştir. 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması’nın 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmesi ile toplulukla ortaklık ilişkisi başlamıştır.
Türkiye ekonomisinin hızlı kalkınmasını ve Türk halkının istihdam düzeyinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi özendirmeyi amaç edinen Ankara Anlaşması ile ortaklığın nihai hedefinin Türkiye’nin topluluğa üyeliği olduğu düzenlenmiştir. Anlaşmada, Türkiye’nin üyeliği hedefine yönelik olarak “hazırlık dönemi”, “geçiş dönemi” ve “son dönem” olmak üzere üç devreden oluşan bir entegrasyon modeli öngörülmüştür. 1 Aralık 1964 tarihi itibariyle başlayan taraflar arasındaki ekonomik farklılıkları azaltmaya yönelik hazırlık döneminde Türkiye herhangi bir yükümlülük üstlenmemiştir. 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol çerçevesinde 1971 yılından itibaren, tek taraflı olarak, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye’den ithal edilen tüm sanayi mallarına uygulanan gümrük vergileri ve miktar kısıtlamaları tek taraflı olarak sıfırlanmıştır. Katma Protokol ile birlikte geçiş dönemine ilişkin koşullar belirlenmiştir. Bu dönemde, taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ve Gümrük Birliği’nin tamamlanması öngörülmüştür. Bu dönemde, AB’den ithal edilen sanayi ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin 12-22 yıllık listeler dahilinde kademeli olarak azaltılarak sıfırlanması ve Topluluğun Ortak Gümrük Tarifesi’ne uyum sağlanması taahhüt edilmiştir.
Ancak, topluluk ile ilişkiler bu dönem içerisinde siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı kesintilere uğramış, 12 Eylül 1980’den sonra ise askıya alınmıştır. İlişkilerin dondurulmasının ardından, Ortaklık Konseyi ilk kez 1986 yılında toplanabilmiştir. Bu noktada Türkiye, üyelik başvurusunda bulunmayı amaçladığını belirtmiş ve 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden üyelik başvurusunda bulunmuştur. Komisyon, 18 Aralık 1989’da kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan topluluğun yeni bir üyeyi daha kabul edemeyeceğini deklere etmiştir. Türkiye’nin, katılım için ehil olmakla birlikte, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiği, üyelik müzakerelerinin açılması için bir tarih belirlenmemesi ve Ortaklık Anlaşması çerçevesinde ilişkilerin geliştirilmesi önerilmiştir. Ardından, üyelik süreci açısından önemli bir adım olacağı düşünülerek, öncelikle Gümrük Birliği’ni tamamlamak için gerekli çalışmalara hız verilmiştir. Bu çerçevede, 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği tamamlanmış ve Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin son dönemine geçilmiştir.
AB Komisyonu’nun 16 Temmuz 1997 tarihinde açıklanan Gündem 2000 Raporunda; Türkiye’nin siyasi ve ekonomik sorunları nedeniyle genişleme sürecine dahil edilmeyeceği ifade edilmiş, 12-13 Aralık 1997 tarihlerinde gerçekleşen Lüksemburg Zirvesinde, Türkiye’nin adaylığı resmen teyit edilmemiş, ancak bir strateji önerilmiştir. Bunun üzerine Türkiye, üyelik başvurusunu geri çekmeyeceğini, Gümrük Birliği uygulamasını devam ettireceğini, ancak AB ile siyasi diyalogu askıya alacağını açıklamıştır. Ayrıca, askıya alınan siyasi ilişkilerin, ancak AB’nin ayrımcı tutumunun sona ermesi ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi halinde normalleşeceği de ifade edilmiştir.
Daha sonra 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesi’nde, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık statüsü teyit edilmiş ve Türkiye’nin AB’nin Yeni Genişleme Politikası çerçevesinde oluşturulan sisteme, diğer aday ülkelerle eşit statüde katılmasına karar verilmiştir. Helsinki Zirvesi’nin ardından diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de İlerleme Raporları hazırlanmıştır. 1999 yılında açıklanan İlerleme Raporu’nda yer alan değerlendirmeler, İlk Katılım Ortaklığı Belgesi’nin de temelini oluşturmaktadır.
AB Komisyonu’nun Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerine uyumu ve Topluluk mevzuatını üstlenmesi için gerekli çalışmaları tamamlamasına yönelik kısa ve orta vadeli hedefleri ortaya koymuştur. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde kabul etmiştir. Katılım Ortaklığı Belgeleri, aday ülkelerin üyeliğine kadar geçerliliğini korumakta, ancak adayların gösterdiği ilerlemelere göre, gerektiği takdirde, Komisyon tarafından yenilenmektedir. Bu kapsamda, Türkiye’nin kaydettiği ilerlemeler ve oluşan yeni gereklilikler ışığında revize edilen Katılım Ortaklığı Belgesi 19 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilmiştir. Türkiye tarafından hazırlanan ve ilk Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin hangi somut önlemlerle ve hangi takvim çerçevesinde gerçekleştirileceğini gösteren ilk Ulusal Program 24 Mart 2001, revize edilmiş Ulusal Program ise 24 Temmuz 2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kopenhag Zirvesinde 10 aday ülkeyle Katılım Antlaşması imzalanmış ve Türkiye ile ilgili olarak, 2004 yılı İlerleme Raporu ve tavsiyesi doğrultusunda, Kopenhag siyasi kriterlerinin yeterli ölçüde karşılandığının belirlenmesi halinde gecikmeksizin katılım müzakerelerine başlanacağı ifade edilmiştir. Bilindiği üzere, Helsinki Zirvesi’ni takip eden dönemde yoğun bir reform sürecine girilmiş, AB siyasi kriterlerine uyum amacıyla çok sayıda yasa ve mevzuat düzenlemesini içeren 8 Uyum ve 2 Anayasa Değişikliği Paketi kabul edilmiştir.
AB’ye aday ülkeler, yasal uyumun yanında, Katılım Öncesi Ekonomik Program ile Avrupa Birliği’ne üyelik için uygun ekonomi politikaları ve reformları belirlemeyi ve üyelik sonrasında Ekonomik ve Parasal Birliğe katılmaya yönelik yapıyı oluşturmayı hedeflemektedir. Tüm aday ülkeler için bir yükümlülük olan söz konusu Programın temel önceliği Kopenhag ekonomik kriterlerini karşılamaktır. Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde hazırlanan ilk Katılım Öncesi Ekonomik Program 1 Ekim 2001, ikincisi 14 Ağustos 2002, üçüncüsü 15 Ağustos 2003, dördüncüsü ise 30 Kasım 2004 tarihlerinde AB Komisyonu’na sunulmuştur. Bunun yanında, adaylık statüsünün Helsinki Zirvesi’nde teyit edilmesinin ardından, Türkiye’ye sağlanan mali yardım miktarı da artırılmıştır.
Reform sürecinde kaydedilen somut ilerlemeyi takiben, AB Komisyonu, 6 Ekim 2004 tarihinde, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum yönünde kaydettiği aşamaların ve mevcut eksikliklerin saptandığı İlerleme Raporu’nu açıklamıştır. Komisyon bu Rapor’da, önceden belirlenmiş düzenlemelerin yürürlüğe girmesi koşuluyla Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli düzeyde karşıladığını belirtmiş ve katılım müzakerelerinin açılması önerisinde bulunmuştur. Bu öneri doğrultusunda, 16-17 Aralık 2004 tarihinde gerçekleştirilen Zirve’de, Türkiye AB ilişkileri açısından son derece kritik bir noktaya ulaşılmıştır. AB liderleri, Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde yerine getirdiğini belirterek müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlaması konusunda anlaşmaya varmışlardır.