1929 yılında başlayan Büyük Depresyon kapitalist dünyayı alt üst etti. Başta ABD ve Avrupalı ülkeler olmak üzere kapitalist sistem içinde yer alan bütün ülkeler, hatta bir dereceye kadar Sovyetler Birliği de bu büyük krizden etkilendi. Krizin, ekonomiye etkisini düşürebilmek için bütün ülkeler bazı önlemler aldı. Türkiye’nin aldığı önlemlerden birisi de 20 Şubat 1930 tarihli 1567 sayılı Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun yürürlüğe konulmasıydı. Kanun; hükümete ulusal paranın değerindeki dalgalanmayı önleme açısından cezai yaptırımlarla desteklenen düzenleyici karar alma yetkisi tanıyor ve ilke olarak sermaye hareketlerini ağır biçimde kısıtlıyordu. Kanunun birinci maddesiyle; döviz, tahvil, hisse senedi, değerli madenler ve taşlar, bunlardan yapılmış her türlü eşya ve değerler ve ticari senetlerle ödemeyi sağlayan her türlü araç ve belgelerin memleketten ihracı veya memlekete ithalinin düzenlenmesi ve sınırlandırılması konusunda bakanlar kurulu yetkili kılınıyordu (günümüzde yetki Cumhurbaşkanına aittir.)
1567 Sayılı Kanun, tıpkı bütçe kanunları gibi, diğer kanunlardan farklı bir yapıdaydı: (1) İlk çıktığında üç yıl süreli olarak çıkmıştı. Üç yılın sonunda yürürlükten kalkacaktı (bütçe kanunu da bir yıl sürelidir.) Ne var ki her süre bitiminde uzatılarak yürürlükte kalmaya devam etti ve yürürlük süresi 25.2.1970’den itibaren süresiz uzatılarak geçicilik niteliği kaldırılmış oldu. (2) 1567 Sayılı Kanun, yasama yetkisini bir ölçüde, yürütmeye devreden bir yetki kanunudur. Kanunla genel çerçeve çizilmiş ve bu çerçevede kararlar alınması konusunda yetki hükümete (günümüzde Cumhurbaşkanı) devredilmiş durumdadır (bütçe kanunu da bir yetki kanunudur. Ne var ki bütçe kanunuyla verilen yetki gelirlerin toplanması ve harcamaların yapılmasıyla sınırlıdır. Oysa 1567 sayılı kanunla verilen yetki, eylemlerin sınırlarının çizilmesi, cezaların uygulanması gibi son derecede geniş bir alanı kapsıyor.)
Zamanında birçok ülke benzer kanunlar uygulamış, ikinci dünya savaşından sonra bu yetkileri kaldırarak kambiyo rejimini derece derece serbestleştirmişlerdi. Türkiye’de bu serbestleşme 1990’ları buldu. 7 Ağustos 1989 tarihinde Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar, 1567 Sayılı Kanunun hükümete verdiği yetkiye dayanılarak, yürürlüğe kondu. Bu karar; 1567 Sayılı Kanun ile yurda ithali ve yurttan ihracı kısıtlanan (hatta bir anlamda yasaklanan) döviz, tahvil, hisse senedi, değerli madenler vb. ithal ve ihracını serbest bıraktı. Böylece Türkiye, sermaye hareketlerinin yasaklanması/kısıtlanmasından sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasına geçmiş oldu. Bu kararla Türkiye’deki kişilerin, kurumların döviz bulundurmaları, deviz hesabı açabilmeleri, yurt dışına döviz transferi, değerli madenlerin, taşların ihraç ve ithali, ihracat bedellerinin tasarrufu serbest bırakılmış oldu. TL’nin yabancı paralar karşısındaki değeri konusunda yetki Merkez Bankasına verildi. Böylece TL, konvertibl para haline geldi.[i]
Merkez Bankası, zaman içinde kur belirleme yetkisini piyasaya terk etti ve kurlar piyasada arz ve talebe göre belirlenir oldu. Bununla birlikte Merkez Bankası, kurlara, aşırı dalgalanmaları önlemek amacıyla arada bir müdahale ediyordu (müdahaleli serbest kur.) Zaman içinde bunu da bıraktı ve böylece dalgalı kur rejimine geçildi (bugün buradan geri gelerek yeniden müdahaleli serbest kur rejimine dönmüş bulunuyoruz.) Bugün ayrıca serbestlikleri kısıtlayan çeşitli düzenlemeler ve uygulamalar da yapılıyor. Bunların önemli bir bölümü herhangi bir düzenlemeye dayanmadığı, hükümet yönlendirmesiyle yapıldığı için sistem ilk bakışta zedelenmiş görünmüyor. Bankaların döviz alış ve satış kurları arasındaki farkı kabul edilebilir ölçülerin üzerinde açmış olmaları, merkez bankası ve kamu bankalarının piyasaya sürekli döviz satarak kuru düşük tutmaya çalışmaları bunların örnekleridir. İhracat gelirlerinden merkez bankasına devredilecek miktarların artırılması gibi bazı düzenlemeler mevzuat değişikliğiyle getirilmiş olsa da bunlar örneğin rezervleri artırmak gibi bir gerekçeye dayandırıldığı için sermaye hareketlerinin serbestliğini ve TL’nin konvertibilitesini etkilemiş kabul edilmiyor. Oysa aslında bütün bu uygulamalarda sermaye hareketlerinin serbestliği ciddi biçimde zedelenmiş bulunuyor.
Bu uygulamalara ve düzenlemelere karşın ortada sanki Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu değil de Türk Parasının Kıymetini Korumama Kanunu varmış gibi TL her geçen gün biraz daha değer yitiriyor (veriler için kaynak: https://www.bloomberght.com/doviz/dolar.)
2017 yılında 1 TL 0,26 dolar (26 cent) ederken bugün 0,06 dolar (6 cent) ettiğine göre bütün müdahalelere karşın TL’nin değerinin korunamadığı açık biçimde görülebiliyor. Bu durumda böylesine sürekli bir başarısızlık, izlenen politikaların yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Atılan her adım aslında riskleri düşürmek yerine artırdığı için TL değer yitirmeye devam ediyor.
Döviz satarak kuru düşürmek ya da TL’yi değerli tutmak sürekli izlenebilecek bir yöntem değil. Birçok alanda olduğu gibi bu alanda da neden – sonuç ilişkilerinin karıştırıldığını görebiliyoruz. TL’nin değer kaybı neden değil sonuçtur. Neden; risklerin yüksekliği ve her geçen gün listeye yeni risklerin eklenmesidir. Kurları düşürmek ya da TL’ye değer kazandırmak istiyorsak bir risk listesi hazırlayıp onları çözmeye başlamamız gerekiyor.
[i] Bir paranın konvertibl olması geçmişte (paralar altın karşılığı basılırken) altına dönüştürülebilmesini ifade ederdi. Zaman içinde altın karşılığı kaldırılıp da paralar karşılıksız kalınca konvertibilite bir ulusal paranın yabancı paralara kısıtlama olmadan serbestçe dönüştürülebilmesi olarak tanım değişikliğine uğradı