Mahfi Eğilmez – 25.12.2012
Tüketim insanın doğasından gelir
İnsanın ortaya çıkışından bu yana yaşadığı toplumsal değişimin aşamalarını izlemek için birkaç dönem arasında ayırım yapmak gerekiyor. İlki insanın yaklaşık on binlerce yıl doğaya hiçbir katkıda bulunmaksızın onu kullanarak ve tüketerek yalnızca bir tüketici olarak yaşadığı dönem. Bu dönem, insanın hayvanları ehlileştirerek ve bitkileri evcilleştirerek yarattığı tarım devrimiyle yani insanın salt tüketici olmaktan çıkıp aynı zamanda üretici de olmasıyla yaklaşık on bin yıl önce sona erdi. Yaklaşık iki yüzyıl önce ortaya çıkan sanayi devrimi, üreticiliğin boyut değiştirmesinden başka bir şey değil aslında. Belki bir devrim olarak kabul edilebilecek kadar önemli bir sıçrama, ama asla insanın tüketicilikten üreticiliğe geçişini temsil eden tarım devrimi kadar büyük bir dönüşümü temsil etmiyor. Sanayi devriminden iki yüz yıl kadar sonra ortaya çıkan bilginin yayılmasına yol açan bilişim devrimi ise oldukça farklı bir gelişim. Bu aşamada üretim kalıpları önemli ölçüde değişime uğruyor.
İnsanın doğasına yabancılaşması ilk kez tarım devrimiyle, yani tüketicilikten tüketici – üretici aşamaya geçmesiyle oldu.
Salt tüketicilikten üretici tüketiciliğe
İnsanın bütün öteki canlılardan farklı olarak tüketicilikten aynı zamanda üreticiliğe de geçmesiyle sonuçlanan bu dönüşüm ‘yabancılaşma’ kavramının da ilk örneği. Marksist analiz bu kavramı insanın neyi ürettiğini bilmeden üretim yapmasına yol açan sanayi devrimi için kullanmış olsa da asıl yabancılaşmanın, insanın doğasına yabancılaşması anlamına gelen tüketicilikten üreticiliğe geçmesiyle ortaya çıktığını düşünüyorum. İnsandan başka hiçbir canlı böyle bir yabancılaşmayı yaşamamıştır.
Yukarıda ortaya koymaya çalıştığım dönemler ve onları sona erdiren devrimlerden hareket eder ve bu değişimi iki temel görünüme indirgersek insanın izlediği gelişimi iki aşamada özetleyebiliriz: 1. İnsanın yalnızca tüketici olduğu dönem, 2. Hem tüketici hem üretici olduğu dönem. Bu ikinci aşamayı da kendi içinde üçe ayırabiliriz: (a) Tüketiciliğin ağır bastığı tarımsal devrim sonrası, (b) Üreticiliğin ağır bastığı sanayi devrimi sonrası, (c) Tüketiciliğin ağır bastığı bilgi teknolojisi dönemi. Bir sonraki aşamanın yine yalnızca tüketicilik aşaması olup olmayacağını bilmiyoruz. Bu, henüz bilimkurgunun konusunu oluşturuyor. İnsanın bir sonraki aşamada yalnızca tüketici olmaya dönüp dönmeyeceği büyük ölçüde çevreyle olan ilişkilerimize ve iklimlerin gelişimine bağlı olarak ortaya çıkacak.
Tüketiciliğin yeniden ön plana çıkmaya başlaması
Batı dünyasında kapitalizmin geldiği aşamada insanlar artık üretici olmaktan daha çok tüketici olmaya özeniyorlar. Bu, yalnızca tüketici olmak anlamına gelmiyor henüz. Ama tüketimin, üretime karşı ağırlık kazanması anlamına geliyor. Üretim, yaşamın kaybı, tüketim ise kazancı gibi görülüyor. Tüketiciliğin ağır basmaya başladığı günümüz küresel dünyasında bu nedenle hizmet sektörü önem kazanıyor. Aslında bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü günümüz anlayışında toplumsal gelişmenin tarım – sanayi – hizmetler çizgisini izlemesi bekleniyor. Hizmet kesiminin ağırlıklı olduğu bir dünyada ise tüketim öne geçiyor. Bütün gelişmiş ülkelerde buna benzer bir yol izlendi. Gelişmiş ülkeler artık hizmet kesiminin ve dolayısıyla tüketimin ağırlıklı olduğu bir aşamaya ulaşmış durumdalar. Buna karşılık Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkeler tarımdan sanayiye geçmeye çabalarken hizmet sektörünün önceliği aldığı bir konumda buldular kendilerini. Bu, tarımdan sanayiye değil doğrudan hizmet üretimine geçiş sonucu tüketimin ağırlık kazandığı bir durumu ifade ediyor.
Gelişmiş dünyada tüketimin GSYH’ya oranı yüzde 60 ile 70 arasında değişiyor. Gelişme yolundaki ekonomilerde “gösteriş tüketiminin” yaygınlığı aşağı yukarı aynı orana ulaşılmasına neden oluyor.
Piyasa mekanizması
Piyasa ilginç bir mekanizmadır. Eğer bir ülkede siyasal istikrar varsa piyasa, ufak tefek aksamalar olsa da, kendiliğinden çalışır. Yani bütün çarklar birbiriyle uyumlu olarak doğru yönde döner. Eğer siyasal istikrarsızlık söz konusuysa ya da siyasal istikrarsızlık bir istikrar halini almışsa piyasa sürekli bir sorgulama içine girer. O zaman çarklar tersine dönmeye başlar ve yeniden doğru yönde dönmeye başlaması artık dışarıdan müdahaleyi gerektirir.
Diyelim ki bir ülkede ekonominin kötüye gittiğine ilişkin beklentiler artmaya başladı. İlk tepki tüketimin kısılması ve tasarrufların artırılmasıdır. İnsanlar bugünden tasarruf ederek göremedikleri geleceği bir ölçüde kurtarmaya çabalarlar. Tüketim, tüketim talebini yapan açısından harcama buna karşılık mal ya da hizmeti satan açısından gelirdir. Dolayısıyla tüketimin kısılması birdenbire gelirlerin de azalması sonucunu getirir. Mal satışı ve dolayısıyla geliri düşen satıcılar iki yönlü bir eyleme girerler. Bir yandan perakende olarak sattıkları malın toptancıdan talebini düşürürlerken bir yandan da maliyetlerini kısmaya başlarlar. Maliyet kısmanın çeşitli yolları arasında işçi çıkarmaktan elektriği tasarruflu kullanmaya kadar birçok eylem vardır. Bu eylemler de işten çıkarılanlar ve örneğin elektrik idaresi açısından gelir kaybı getirir. Perakendecinin mal talebini düşürmesi üreticinin üretimini düşürmesine ve maliyetlerini kısmaya çalışmasına yol açar. Bu aşamada da işten çıkarmalar, ücret düşürmeler ve başka tasarruf eylemleri ve dolayısıyla yeni gelir kayıpları devreye girer.
Tüketimin azalması ekonomiyi durdurur
Gelirini kaybeden kişilerin harcama yapması mümkün değildir. Tüketim kısılır, harcama azalır, gelirler düşer, üretim azalır, yatırım yapılamaz, işsizlik artar ve tüketim daha da kısılır ve böylece bütün bu eylemler birbirini daha da olumsuz olarak etkilemeye devam eder gider.
Piyasanın çarklarının tersine işlemesi basitçe böyle olur. Bu aşamada genellikle ciddi bir yanlış daha yapılır ve kamu kesimi eliyle daha fazla kısıntıya gidilir. Bu eylem daha büyük gelir kayıplarına yol açar ve resesyona girmiş olan ekonomi hızla depresyona sürüklenir. Depresyonun sonuçları daha da kötüdür. Şirketler batmaya, işten çıkarmalar kitlesel boyutlara dönmeye başlar. O zaman tüketim iyice kısılır.
Küresel sistem bu çelişkiyi yaşıyor. İstikrarsızlık insanları gelecek konusunda kaygılandırdığı için daha fazla tasarruf yapmaya itiyor. Üstelik bu tasarrufların bir bölümü ekonomi dışına çıkıyor.
Piyasanın çarklarını doğru yönde çevirebilmek için tüketimin özendirilmesi gerekiyor. Bunun en kestirme yolu satış vergisi oranlarını düşürmek. Bu yolla ekonominin en önemli kalemi olan tüketimi yeniden canlandırmak mümkün olabilir. Tüketim artmadan ne gelirleri ne üretimi ne de yatırımı artırmanın olanağı yok.
Türkiye’de tüketim
Bir ekonominin bir dönemde (üç ay ya da bir yıl olarak alınıyor) yarattığı üretim veya katma değerler toplamı ya da yaptığı harcamaların toplamı demek olan gayrısafi yurtiçi hasıla (GSYH) harcamalar yoluyla şu denklemle hesaplanıyor
Y = C + I + G + (X-M)
Bunu herkesin anlayacağı şekilde yazalım:
GSYH = Özel nihai tüketim harcamaları + Özel yatırım harcamaları + Kamu cari harcamaları ve yatırım harcamaları + (ihracat – ithalat)
Elimizdeki en son veri olan 2012 yılının üçüncü çeyreğindeki verileri kullanarak bu denklemde yer alan kalemleri yüzde oranlar olarak yazalım:
GSYH = 67 + 18,5 + 18 -3,5 = 100
Demek ki Türkiye her yıl yarattığı 100 TL’lik GSYH’sının 67 TL’sini tüketime, 18,5 TL’sini özel kesim yatırımlarına, 18 TL’sini kamu kesimi tüketim ve yatırımlarına, 3,5 TL’sini net ihracata (yani ithalata) harcıyor.
Aşağıdaki grafik çeyrek dönemler itibariyle 2005 ile 2012’nin 3.çeyreği arasında tüketim oranı (özel nihai tüketim harcamaları / GSYH) ile büyüme oranı arasındaki ilişkiyi gösteriyor.
Grafiğe gecikmelerin etkisini gidererek bakabilirsek aradaki paralelliği görmemiz mümkün olacaktır.
(Bu yazı daha önce gazetelerde çıkmış olan konuyla ilgili bazı yazılarımın derlenmesi, genişletilmesi ve güncellenmesiyle hazırlanmıştır.)