Mahfi Eğilmez – 11.11.2016
İngilizce olduğuna bakmayın başlıktaki tamlama bana ait. Türkçe karşılığı tam yerine oturmadığı için İngilizcesini yazdım kusura bakmayın. Neyi kastettiğimi anlatmam için önce biraz sahne arkası bilgisi vereyim.
İnsanoğlu ne kadar çabalarsa çabalasın geçmişte ortaya atılan düşüncelerin etkisinden kolay kolay kurtulamaz. Keynes bunu iki ayrı özlü sözüyle ortaya koyar: “Entelektüel etkilerden yeterince uzak olduğunu düşünen uygulamacılar genellikle geçersiz görüş sahibi iktisatçıların görüşlerinin esiridir. Gökten sesler duyduğunu sanan çılgın yöneticiler ise birkaç yıl öncesine ait ikinci sınıf akademik karalamaların çılgınlıklarını savunurlar.” “Zorluk, yeni düşünceler geliştirmekte değil, eski düşüncelerden kurtulabilmekte yatar.”
Merkantilizm, 16 ve 18’inci yüzyıllar arasında dünyada egemen olmuş bir görüştür. Değerli maden biriktirmekten (bulyonizm) sömürgeler edinmeye ve ticarette korumacılığa kadar bir dizi düşünceye dayanırdı. Merkantilizmi bir anlamda ticaret kapitalizmi olarak tanımlayabiliriz. 18’nci yüzyıldan sonra yavaş yavaş yerini önce tarım kapitalizmine ve onu savunan fizyokrasi düşüncesine sonra da sanayi kapitalizmine ve onu savunan klasik ekonomi görüşüne terk etti. Klasik iktisatçıların en önde gelenlerinden birisi olan David Ricardo’nun ortaya attığı ‘uluslararası ticaretin yaygınlaşmasının dünya refahını da yukarıya çekeceği düşüncesi’ kapitalizmin temel kabullerinden birisi haline geldi. Bretton Woods’da IMF’nin temel işlevlerinden birisi bu tür korumacılık politikalarına sapılmasını engellemek olarak tanımlandı. Ne var ki bu geçişlere karşın merkantilizmin etkisi tümüyle kaybolmadı. Başı sıkışan ekonomiler zaman zaman dünya refahını bir yana bırakıp ticarete engel koymaya ya da kur savaşına girerek korumacılık politikası izlemeye yönelmekten kendilerini alamadılar.
ABD’nin 45’nci Başkanı seçilen ve 20 Ocak’ta görevi devralacak olan Donald Trump, seçim kampanyası boyunca ticarette korumacı bir politika izleyeceğini, başlamış olan serbest ticaret anlaşması görüşmelerini terk edeceğini anlattı. Bu düşüncesini ne kadar yaşama geçireceğini bilmiyoruz. Çünkü dünyanın her yerinde siyasetçilerin seçim kampanyasında verdiği sözlerin çoğunu iktidara gelince tutmadığını biliyoruz. Buna karşılık Trump’ın yine de bu sözlerinin bir bölümüne sadık kalarak ticarette korumacılığa ağırlık veren bir politika izleyeceğini tahmin ediyorum.
Klasik ekonomi okulunun temel kabullerinden birisi de Fransız iktisatçı Jean Baptiste Say’in ‘her arz kendi talebini yaratır’ biçiminde formüle ettiği yaklaşımdır. Bu düşünceye göre üretilen her şey mutlaka bir tüketim alanı bulur, o nedenle asıl olan üretimdir. Zaman içinde bu düşünce değişti. Özellikle 1929 Büyük Depresyonundan sonra Keynes’in görüşlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte ekonomik faaliyetin asıl belirleyicisinin arz değil talep olduğu, bir başka ifadeyle arzın talebi değil talebin arzı yarattığı düşüncesi kabul görmeye başladı. Ekonomiler parasallaşmadan önce Say yasası büyük ölçüde geçerliydi, ekonomilerin parasallaşmasıyla birlikte Say yasası geçerliliğini kaybetti. Ne var ki tıpkı merkantilist düşüncelerin hala geçerliliğini koruduğu gibi Say yasası ya da daha geniş bir ifadeyle arzın talebi belirlediği görüşü hala belirli ölçüde geçerliliğe sahip görünüyor. 1980’lerde Reagan ve Thatcher’in önderliğinde yürürlüğe konulan vergi indirimleri ve kuralları hafifletmeye yönelik arz yönlü ekonomi yaklaşımı aslında Say yasasının modern versiyonuydu.
Trump’ın seçim kampanyasındaki sözlerinden birisi de vergi indirimleri ve kuralları gevşetme aracılığıyla ekonomide üretimi artırmaya yöneleceği görüşüydü. Trump, aslında yeni bir şey söylemiyor, arz yönlü ekonomi üzerinden giderek Say yasasına dönüş yapmayı planlıyor.
Ekonomi, bir bilim olarak ilk kez Adam Smith tarafından formüle edildiğinde ahlak felsefesi ve siyaset ile iç içeydi. O nedenle adı da siyasal ekonomiydi (İngilizcesi political economy.) Klasik iktisatçılar eserlerinde hep bu şekilde kullandılar. Siyasal sözcüğünün kalkışı ve sadece Ekonomi (İngilizcesi economics) olarak kullanılışı neoklasik ekonominin kurucularından (Keynes’in Cambridge’den hocası) Alfred Marshall ile başladı.
Buraya kadar yazdıklarımın hepsini bir araya getireyim. Trump, büyük ölçüde Keynes’in dediği gibi geçmiş ekonomik görüşlerin etkisi altında kalmış bir iş adamı. Bu çerçevede merkantilizmden klasik ekonomi yaklaşımına kadar geçmiş dünyaya ait görüşleri bir araya getirerek bir çıkış yolu arıyor. Böyle bakınca da ekonomiden (economics) siyasal ekonomiye (political economy) dönüş yapmayı planlıyor. ABD’de, hepsine olmasa da, başkanların uyguladığı ekonomi politikalarına isim vermek geleneği vardır. Mesela Reagan’ın uygulamalarına ‘Reaganomics’ adı verilmişti. Ben de Trump’ın açıkladıklarını uygulaması halinde geçmişe yani political economy uygulamalarına döneceğini düşünerek döneminde yapacağı ekonomi politikası uygulamasına ‘Trumpolitical Economy’ adının verilmesini öneriyorum.