Mahfi Eğilmez – 03.02.2013
Gelir (Y) iki şekilde kullanılır: Tüketim (C) ve tasarruf (S). Bunu şu basit denklemle gösterebiliriz: Y = C + S
Tüketim, gelirin bir fonksiyonudur. Yani tüketim gelire bağlı olarak hareket eder. Bunu da şöyle bir fonksiyonel ilişki ile gösterebiliriz: C = c (Y). Bu fonksiyonel ilişki aynı yönlü bir ilişkiyi gösterir. Yani gelir arttıkça tüketim de artar. Ne var ki artış oranı her zaman aynı olmayabilir. Yani gelir % 10 artarken tüketim % 10 artabileceği gibi % 10’un üzerimde ya da altında bir oranla da artabilir. Tüketimin artış oranı gelir sahibinin elde ettiği gelirin düzeyine, kişinin durumuna ve enflasyona bağlıdır. Düşük gelir düzeylerinde tüketim harcamaları gelirin neredeyse tamamını kapsar ve tasarrufa para ayrılamaz. Gelir yükseldikçe tüketimin gelir içindeki payında azalma olur. Aylık geliri 1.000 TL olan bir kişi gelirinin tamamını tüketime harcar ve hiç tasarruf yapamazken aylık geliri 10.000 TL olan kişi bunun 6.000 TL’sini tüketime 4.000 TL’sini tasarrufa ayırıyor olabilir. Bu durumda ilk kişinin tüketiminin geliri içindeki oranı % 100 iken ikinci kişinin tüketiminin gelirine oranı % 50’dir.
Tasarruf, gelirin ve faiz oranının bir fonksiyonudur. Yani kişinin geliri arttıkça tasarruf oranı artacağı gibi faiz oranlarındaki artış da tasarruf oranının artmasında etkili olur. Bu fonksiyonel ilişkiyi şöyle gösterebiliriz: S = s (Y, i). Bu fonksiyonel ilişki de aynı yönlü bir ilişkiyi gösterir. Yani gelir ve faizler arttıkça tasarruflar da artar. Tasarruflar genellikle gelir arttıkça tüketimden daha hızlı artar. Yıllık geliri 70.000 TL olan ve bunun 50.000 TL’sini tüketime 20.000 TL’sini de tasarrufa ayıran bir kişi düşünelim. Bu kişinin tüketiminin gelirine oranı % 71, tasarrufunun gelirine oranı ise % 29’dur. Bu kişinin yıllık gelirinin 100.000 TL’ye yükseldiğini varsayalım. Bu durumda kişinin tüketim harcamalarının % 71’de kalması yani 71.000 TL’ye çıkmasına göre bu oranın biraz gerilemesi ve tasarruf oranının artması daha büyük olasılıktır. Kişiden kişiye, olaydan olaya değişmekle birlikte genellikle belirli bir gelir eşiği geçildikten sonra gelirdeki artış daha düşük oranlarda tüketime yansır. Çünkü tasarruf arttıkça daha fazla faiz geliri elde etmek olasılığı çekici hal almaya başlar. Tasarruf mevduatının faiz oranı yıllık olarak % 10, mevduattan kesilen verginin oranı % 15, yıllık enflasyon oranı da % 6 olsun. Bu durumda bu kişi 20.000 TL’lik mevduatına (20.000 x % 10 = 2.000) 2.000 TL brüt faiz geliri ve ((2.000) – (2.000 x % 15) =) 1.700 TL net faiz geliri elde edecektir. Bunun enflasyondan arındırılmış ((1 + net nominal faiz oranı) / (1 + beklenen enflasyon) -1) yani ((1,085 / 1,06) -1) formülüyle hesaplanmış reel faiz oranı % 2.36 olacaktır. Yani bu kişi 20.000 TL’lik tasarrufunu bankada bir yıl tutarak (20.000 x % 2,36 =) 472 TL net reel getiri elde etmiş olacaktır. Enflasyon oranı değişmediği halde faiz oranının % 20’ye yükseldiğini düşünelim. Bu durumda bu kişinin elde edeceği net nominal faiz ((20) – (20 x % 15)=) % 17, reel faiz ise ((1,17 / 1,06) -1)) % 10,4’e reel getiri ise (2.0000 x % 10,4) 2,080 TL’ye yükselmiş olacaktır. Önceki faiz oranıyla 20.000 TL’lik tasarrufuna 472 TL faiz geliri elde eden bu kişinin faiz artışı sonrası aynı miktar paraya 2,080 TL faiz geliri elde etmeye başlaması zorunlu tüketimi dışındaki tüketimini kısıp tasarrufunu artırmasına yol açar.
Aşağıdaki tabloda 2002 yılından bu yana Türkiye’de USD cinsinden kişi başına gelirin (KBGSYH), TÜFE endeksi cinsinden enflasyonun, devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) faizi ile ölçülen faizlerin ve özel tasarrufların (Tasarruf / GSYH) oranları yer alıyor (tablo verileri IMF World Economic Outlook veri setinden derlenmiştir. DİBS faizleri, piyasa faizleri için bir gösterge olarak alınmıştır.)
Tablo bize 2002’den bu yana Türkiye’de kişi başına gelirin ciddi biçimde arttığını, enflasyonun ciddi oranda gerilediğini, bu gerilemeye paralel bir düşüşün faizlerde de gerçekleştiğini gösteriyor.
Yıllar
|
KB GSYH (USD)
|
TÜFE (%)
|
DİBS Faizi (%)
|
Tasarruf / GSYH
|
2002
|
2.619
|
47,2
|
63,9
|
24,6
|
2003
|
3.383
|
25,6
|
46,4
|
20,1
|
2004
|
4.172
|
10,7
|
24,8
|
17,5
|
2005
|
4.964
|
8,3
|
16,1
|
12,3
|
2006
|
7.500
|
9,6
|
18,0
|
11,7
|
2007
|
9.333
|
8,8
|
18,4
|
12,2
|
2008
|
10.376
|
10,1
|
19,2
|
14,5
|
2009
|
8.456
|
6,8
|
11,7
|
14,9
|
2010
|
10.079
|
6,4
|
8,5
|
12,8
|
2011
|
10.444
|
6,5
|
8,7
|
11,0
|
2012
|
10.673
|
6,2
|
8,8
|
11,6
|
Faizleri bir kenara bırakırsak gelirlerin arttığı bir ortamda, yukarıda açıkladığımız genel çerçevede ve normal koşullar altında tasarrufların gelir artışından daha hızlı artması gerekir. Üstelik burada koşullar tasarrufların daha da fazla artmasını destekliyor zira enflasyonda düşüş söz konusu. Enflasyonda düşüş olması paranın satın alma gücündeki kaybın azalması ve dolayısıyla tüketim harcamalarına ayrılacak ilave paranın tasarrufa kaydırılabilmesi anlamına geliyor. Oysa Türkiye’de tam tersi gerçekleşmiş görünüyor. Gelirler artıyor ve enflasyon düşüyor ama buna karşılık tasarruf oranı hızla geriliyor. Bunun tek nedeni faizin de hızla gerilemiş olmasıdır.
2004, 2006 ve 2007 yılları faizin hala yüksek olmasına karşılık tasarruf oranının gerilediği yıllardır. Bunun temel nedeni ise toplumun algılama alışkanlıklarıyla ilgilidir. Önceki yıllarda çok daha yüksek faizlere alışmış olan toplum hala yüksek bile olsa önceki yıllara göre gerilemiş olarak algıladığı faizlerle tasarruflarını artırmayı düşünmemektedir.
Türkiye örneği bize tasarrufun, gelirin olduğu kadar, hatta ondan daha fazla olarak faizin fonksiyonu oluğunu açık bir biçimde göstermiş bulunuyor.