Mahfi Eğilmez – 10.02.2016
1965 yılında Ankara’da Mimar Kemal Ortaokulunu bitirip de Atatürk Lisesine kayıt için geldiğimde adeta çarpılmıştım. Ortaokul ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir alan üzerinde kurulu güzel bir binaydı Atatürk Lisesi’nin binası. Bahçenin bir yanında basketbol sahaları bir yanında da futbol sahası vardı. Ayrıca kapalı spor salonu da mevcuttu. 1960’ların Ankara’sında sanırım en büyük Lise kompleksi Atatürk Lisesine aitti. Hatta bugünkü birçok üniversite kampüsüne bakınca onlardan bile büyük bir yerleşime sahipti. Ortaokulda iyi bir öğrenci değildim. Buraya gelince çok çalışıp bu okula lâyık olmak gerek diye geçirdim içimden.
Ne yazık ki içimden geçirdiklerimi yaşama geçiremedim. İyi bir öğrenci olamadım Atatürk Lisesinde. Edebiyata meraklıydım. Fen derslerine sıra geldiğinde onları bırakıp roman okumaya dönüyordum. Bütün ünlü edebiyatçıların kitaplarını okuyordum. Daha o yaşta Sartre’ı, Camus’yü, Steinbeck’i, Dostoyevski’yi okumuştum. Bir yandan da polisiyeleri okuyordum: Scherlok Holmes, Arsene Lupin, Hercules Poirot. Ama benim kahramanım James Bond idi. O arada matematik ve fen derslerim zayıf gidiyordu. Yıl bittiğinde Geometri, Kimya ve Coğrafya’dan ikmale kalmıştım. İkmal sınavlarına girdim. Önce Coğrafya sınavının sonucu belli oldu. Ondan geçmiştim. İki gün sonra Geometri sınavının sonucu belli oldu, ondan kalmıştım. Bu durumda Kimya sınavının sonucunu öğrenmeme gerek kalmamıştı çünkü ondan geçmiş olsam bile sınıfta kalıyordum. Babam, genellikle bu gibi durumlarda kızardı. Bu kez hiç öyle yapmadı. Bana moral verecek konuşmalar yaptı. Hatta eğer bu dersleri sevmiyorsam motor sanat enstitüsü gibi okullara geçmeyi düşünmem gerektiğini söyledi. Belki o konularda daha başarılı olabilirdim. Bu düşünce benim aklıma hiç yatmamıştı. Ama bütün lise yaşamım boyunca her başarısızlığımda karşıma çıkan bir düşünce olarak karabasan gibi aklımda yer etti.
İkinci yıl başlamıştı. Benimle birlikte sınıfta kalan bir arkadaşımla birlikte yeniden birinci sınıfa gidiyorduk. Bu kez işi sıkı tutmuştum. Edebiyat kitaplarını bir yana bırakmış, her gün düzgün matematik, fizik, kimya çalışmaya başlamıştım. Aradan 15 gün geçti. Bir gün gazetelerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın tek dersten sınıfta kalanlar için bir sınav hakkı daha tanıdığına ilişkin bir haber çıktı. Okulda soruşturdum. Haber doğruydu. Bir hafta sonra tek dersten kalanlar için sınav yapılacaktı. Evde herkes çok sevinçliydi. Ama ben o kadar sevinememiştim. Çünkü henüz tek dersten kalıp kalmadığımı bilmiyordum. Cebir’den kaldığımı öğrenince kimya sınavının sonucunu öğrenmemiştim.
Durumu öğrenmek için okula gittim. Sınav kâğıtları ve notları Müdür Yardımcısı Faruk beydeydi. Faruk bey, beden eğitimi hocasıydı, boks yaptığı için ve öğrencileri biraz da dayakla cezalandırdığı için öğrenciler ona Boksör Faruk diyorlardı. Kapısını çaldım ve içeri girdim. Masasında oturmuş bir şeyler okuyordu. Başını kaldırıp bana baktı ve “Ne var” diye sordu. Ben de durumumu anlattım ve sonunda tek dersten kalıp kalmadığımı ve sınava girip giremeyeceğimi öğrenmek istediğimi, onun için kimya sınavından geçip geçmediğimi öğrenmek için geldiğimi söyledim. Faruk bey oturduğu yerden fırladı bir hamlede benim yanıma gelip bir tokat attı bana. Ben ne olduğunu anlayamadan başladı bağırmaya “Defol git ilgisiz herif, tek dersten kalıp kalmadığını bilmiyormuş. Bak sen şu ilgisizliğe? Sana sınav sonucunu filan söylemeyeceğim. Defol git.” Öylece kalakalmıştım. Ne yapacağımı şaşırmış halde odadan çıktım, koridorda yürümeye başladım. Karşıdan Edebiyat öğretmenim Enise hanım geliyordu. Edebiyata olan merakımı bilir, beni severdi. Edebiyat ve kompozisyon dersi notlarım iyiydi. Perişan halimi görünce merak etti “Ne oldu sana böyle?” diye sordu. Ben de durumu anlattım. Beni dinledi ve “Olur mu öyle şey sen gel benimle” dedi. Önde Enise hanım, arkada ben Faruk hocanın odasına girdik. Enise hanım “Hocam, Mahfi benim öğrencimdir, iyi çocuktur, bir hatadır yapmış, affedin gelin notunu söyleyin” dedi. Boksör Faruk bana sinirli sinirli bakarak ve söylenerek kalktı cebinden bir anahtar çıkardı ve köşedeki çelik dolabın kapısını açarak içinden bir dosya çıkardı. “Ne sınavıydı seninki?” diye sordu sinirli bir sesle. Sesim titreyerek “Kimya” dedim. Faruk hoca kimya sınavı sonuçlarını gösteren listeyi bulunca “Adın, soyadın, numaran” dedi. Ben de sırayla söyledim. Bir yandan da içimden bildiğim bütün duaları ediyordum sınavı geçmiş olayım diye. Çünkü kalmışsam adam bana bir tokat daha atabilirdi. Enise hanım da sonucu merakla bekliyordu. Listeye baktı, buldu ve “6 alıp geçmişsin” dedi ve devam etti “Şimdi git tek ders sınavına hazırlan. Eğer geçemezsen beni yine karşında bulacaksın haberin olsun” dedi. Teşekkür ettim, Enise hanım da teşekkür etti, birlikte çıktık. Enise hanım “Bak Mahfi bu büyük bir fırsat, bir hata, bir şanssızlık olmuş ikmale kalmışsın ama şans imdadına yetişmiş tek ders sınavı çıkmış. Ne yap, et, çalış bu sınavı ver ve sınıfını geç” dedi. Ben, Enise hanıma defalarca teşekkür edip sınıfı geçeceğime söz verdikten sonra sevinçle eve döndüm. Evdekilere müjdeyi verdim. Babam hemen Kız Lisesinin matematik öğretmeni Abdülkadir beyi aradı ve o gün Abdülkadir hocayla özel derslere başladık. Bir hafta boyunca Abdülkadir beyden hızlandırılmış geometri dersi aldım.
Sınava girdim. Sınavı geçmeyi kendimden çok Enise hanım için istiyordum. Kadını mahcup etmemeliydim. Sonuçta sınavdan 6 alıp sınıfı geçtim. İkinci sınıfa gittim. Edebiyat öğretmenim yine Enise hanımdı. Sınıfı geçtiğimi söyledim. Beni kutladı. Bir daha da uzun yıllar tek ders sınavı çıkmadı. Şans bana gülmüş, bir yıl kaybetmemi engellemişti.
Bütün ortaokul ve lise yaşamım başarısızlıklarla dolu olarak geçti. Her yıl ikmale kaldım. Bazen şans yardım etti, çoğu zaman da başarısızlıklarımdan dersler çıkardım ve liseyi kayıpsız bitirip üniversiteye geldim. Üniversitede bambaşka birisi oldum. Düzenli çalışan, ders kitaplarıyla yetinmeyip ek kitaplar okuyan biri olup çıktım. Babam, hem şaşırıyor hem de çok seviniyordu.
Yaşam böyledir. Sürekli başarı çok ender karşılaşılan bir durumdur. Bana sorarsanız çok da iyi bir durum değildir. Çünkü insan başarısızlıklarından ders çıkarmayı öğrenmelidir. Öte yandan yaşam yalnızca ders kitaplarından ibaret de değildir. Düzgün ve düzenli çalışmanın yanında eğlenmeye, gezmeye, kültürel aktivitelere, arkadaşlara mutlaka zaman ayırmak gerekir. Bütün mesele iyi bir planlama yaparak her şeye zaman ayırabilmektir.
Başarı üç şeyden kaynaklanıyor diye düşünüyorum: (1) Çalışmak, (2) Başarısızlıklardan dersler çıkarabilmek, (2) Zamanı iyi kullanmak.