Aydın Eroğlu – 22.12.2015
Ekranlardan faiz artışı yapılması beklentilerini daha yoğun görüyoruz. Bugün 14:00’de bu kararı öğrenmiş olacağız.
Türkiye yıllardır düşük kur ve yüksek faiz politikaları nedeniyle tam bir ithalata dayalı fason ekonomisi haline geldi. Sanayimizi bile ara mal ithalatı ile gerçekleştiriyoruz. Bu nedenle de, yüksek büyüme süreçlerinde cari açıklarımız da aynı hızla büyüyor. Yıllar geçtikçe de, cari açık birikimleri ülkede muhakkak bir kur finans krizi yaşatıyor.
Eğer bu süreçten çıkmak istiyorsak yapısal üretim reformunu başarabilmemiz lazım. Ama yine yüksek faiz politikası izlersek, yükselecek faizler kurları baskılayacağı için ithalat daha ucuz konuma gelecektir. Ayrıca da, düşük kurların riski nedeniyle yabancı doğrudan yatırımlar kur riski olan bir ülkeyi yine tercih etmeyeceklerdir. Bu nedenle de doğrudan yatırım girişleri istenildiği gibi artmayacaktır.
Oysa ekonomimizde yıllardır süren bu kısır döngüyü kırmak istiyorsak, bir kaç yıl yüksek enflasyonu göze alıp, düşük faiz-yüksek kur politikası izlememizin daha doğru olacağını düşünüyorum. Yıllardır da bunu savunduğumu bilirsiniz. Değerli TL onurumuzdur dediğimiz günlerde kaleme aldığım strateji yazılarıma göz atarsanız, yüksek faiz-düşük kur politikalarının ülkeyi tam bir fason sanayi haline getireceğini, üretim yerine ithalatın tercih edileceğini yazdığımı, bunun da istihdam sorunu ve bir kaç yılda bir finansal kriz yaratacağı hakkındaki uyarı yazılarımı çok defa yazdığımı göreceksiniz.
Neyse, dediğim gibi, faizleri arttırmak aynı kısır döngüye dönmek olur. 25 baz puanlık FED faiz artışından korkmaya gerek yok. ECB faiz politikası nedeniyle daha bir yıl Avrupa düşük faiz ve bol likidite sürecinde olacak. Bu nedenle gelişmiş ülkelerdeki paraların topyekün ABD’ye kaçmasını beklemiyorum. Sıcak paralarda bu durum söz konusu olabilir. Ama zaten FED bir yıldan fazladır faiz arttıracağım dediği için, sağır sultan bile bu uyarıyı duymuş ve bu nedenle kaçacak olan sıcak para zaten kaçmıştır. Halbuki uluslar arası yatırım sermayelerinde durum farklıdır. Bu sermaye fonları için esas olan faiz düzeyinden çok, yatırım alanlarının olmasıdır. Türkiye’de büyük çaplı bir çok yatırım projesi vardır. Ama yabancı yatırım sermayesi için diğer bir kriter de, ülkenin kur riskidir. Biz her kur hareketinde faizleri yükseltince, kurlar faiz baskısı ile suni olarak düştüğünden, yabancı sermaye yatırımcıları için kur riski olan ülkelerden olmaya devam ediyoruz. Bu nedenle de, bir türlü istediğimiz doğrudan yatırımları ülkeye çekemiyoruz.
İşte bu kısır döngüyü kırmak istiyorsak, önce enflasyon düşsün de sonra faizler düşer diyen iktisat kuramına göre beklemek yanlıştır. Çünkü üretmeyi başarmadan enflasyonun düşmesi mümkün değildir. Katma değerli üretimi sağlamak için de, yapısal üretim reformunun düşük faizlerle desteklenmesi gerekir. Zaten bu doğru bir kaç yıldır hükümet tarafından da nihayet görülmüş ve değerli TL sloganından gördüğünüz gibi vazgeçilmiştir! Doğru da yapılmıştır. TCMB faizleri düşürünce bunun ilk tepkisi kur artışı şeklinde olur. Bu da ithalata dayalı ekonomi olduğumuz için fiyat yani enflasyon artışına neden olur. Ancak Türkiye’nin en büyük ithalat kalemi enerjidir. Enerji fiyatlarında da son dönem ciddi bir düşüş görülmektedir. Bu bizim için bir fırsattır. Bu ortamda düşük faiz politikası izlenecek olursa, artan kurların yaratacağı fiyat artışlarını, brent petroldeki ve doğal gazdaki fiyat düşüşleri dengeleyecektir.
Bu fırsatı kaçırmamalıyız. Her zaman böyle düşük enerji fiyatları göremeyebiliriz. Gerçi ben enerjideki düşük fiyat sürecinin daha uzun süreceğini düşündüğüm için, düşük enerji fiyatlarının bizi uzun süre destekleyeceği görüşündeyim.
İşte bu nedenle, TCMB PPK’nun faizlere dokunmaması gerektiğini ve hatta, açıklanan üretim reformu paketinin içinin en kısa zamanda doldurularak katma değerli üretimin destekleneceği kararların hayata geçirilmesi sonrasında faizlerin mevcut seviyelerinden de daha aşağıya düşürülmesi gerektiğini savunuyorum. Piyasa daraltıcı değil, genişletici para politikası izlenmesini doğru buluyorum. Dediğim gibi, bu politika değişikliği ilk anda kur artışlarına ve dolayısı ile enflasyon artışına neden olacaktır. Ama düşük faizli kredilerle desteklenen sanayi gerçekten üretim yapmaya başlayınca, bir süre sonra süreç tersine dönmeye başlayacaktır. Enflasyon faizler yükseltilerek harcamalar düşürüldüğü için sadece geçici süre düşer. Ama bu sefer de büyüme sorunu ve dolayısı ile büyümeyen ekonominin istihdam sorunu ortaya çıkar.
Üretim artışı sağlanınca, gelişmiş ülkelerde gördüğümüz gibi eksi faizlere rağmen bile enflasyon tehlike olmaktan çıkar. Çünkü enflasyonu düşüren asıl yüksek faizle kısılan harcamalar(talep) değil, harcamalar(talep) artsa bile bunu karşılayacak üretimin yapılabilmesidir. Üretim fazlası sağlanınca, yüksek talebe rağmen bile enflasyon risk olmaktan çıkar. Kısaca Türkiye ara mal üretimi başta olmak üzere her alanda üretmelidir. Bunun için de üretici ve sanayicilerin kur riskli kredileri değil, TL cinsinden kredi riski olmalıdır. Üretim ve sanayici düşük faizle TL cinsi krediler ile desteklenince, zaten özel sektör döviz kredileri azalacağından, ekonominin üzerinde yüksek özel sektör döviz borcu riski baskıları azalacaktır. Bilakis bu ortamda kur artışı görülürse bu sefer sanayicilerin rekabet şansları da daha yükselecektir.
Kısacası ben TCMB faizlere dokunmamalıdır diyorum. Devamı!
NOT: Yazı, 08:54’de borsaanalizci.com‘da yayınlanmıştır.