Mahfi Eğilmez – 22.10.2013
Bana gelen sorulardan ve bloguma yapılan yorumlardan gördüğüm kadarıyla cari açık, iç tasarruf ve yatırım arasındaki ilişki kolay kolay anlaşılamıyor. Yani eğer ülkedeki iç tasarruflar yeterliyse cari açık olmaz biçimindeki yaklaşım tam anlamıyla yerli yerine oturtulamıyor. Çoğunlukla TL fazlamız olsa dövize ihtiyacımız olmayacak mı sorusu bu anlaşılmazlığın özeti olarak ortaya çıkıyor.
Bir ülkenin merkez bankasında 100 milyar dolar, bankalarında da 25 milyar dolar döviz rezervi olduğunu düşünelim. Bu ülkenin bankalarda mevduat olarak duran toplam iç tasarrufları tutarı 400 milyar TL, döviz mevduatı olarak bulunan tutar da 100 milyar dolar olsun. Bu ülke 2013 yılında toplam 100 milyar dolarlık ihracat ve diğer döviz kazandırıcı işlem, 120 milyar dolarlık da ithalat ve diğer döviz kaybettirici işlem yapmış olsun.
Şimdi bu verileri bir tabloda gösterelim:
Milyar
|
|
Ülkenin döviz rezervi (USD)
|
125
|
MB döviz rezervi
|
100
|
Bankalar
|
25
|
Banka mevduatları
|
|
TL (TL)
|
400
|
Yabancı Para (USD)
|
100
|
İhracat ve diğer döviz kazandırıcı işlemler tutarı (USD)
|
100
|
İthalat ve diğer döviz kaybettirici işlemler tutarı (USD)
|
120
|
Cari açık (USD)
|
20
|
Bu durumda ithalatçılar bu 20 milyar dolarlık açığı karşılamak için dışarıdan yeni borç alabilecekleri gibi bankalarda mevduat olarak duran tasarruflarını kullanarak bankalardan 20 milyar doları dışarıya havale edebileceklerdir. Diyelim ki ithalatçılar 10 milyar dolarlık ihtiyacı kendi tasarruflarından karşılamış kalan 10 milyar dolar için de bankalardan kredi almış olsunlar. Bu durumda banka kaynaklarında 20 milyar dolarlık azalma olacaktır. Bunun 10 milyar doları mevduattan azalma olarak, 10 milyar doları da kredi yani alacak olarak görünecektir. Bankalar, eksilen döviz rezervlerini tamamlamak için dışarıdan yeniden 20 milyar dolarlık borçlanma yapabilecekleri gibi mevduatı artırarak da aynı yola başvurabilirler. Ya da mevcut rezervlerini yeterli görürlerse hiçbir hamle yapmalarına gerek kalmaz.
Bir kez daha tekrarlamakta yarar var: Cari açık bir akım değişkendir. Yani her ay, her yıl yeniden doğar ve finanse edilir. Oysa döviz rezervi bir stok değişkendir. Yani her ay değişse bile bitmez. Yıllardır birikmiştir ve azalsa da zaman içinde yeniden yerine konur.
Türkiye açısından 2014 yılında temel sorun bir yandan yıl içinde vadesi gelen eski borçların ödenmesi ya da yenilenmesi bir yandan da 60 milyar dolar olacağı tahmin edilen cari açığın finanse edilmesidir. 60 milyar dolarlık cari açık, yeni borçlanmayı ya da yeni yabancı kaynak girişini gerektiriyor. Bu açığın yaklaşık 10 milyar dolarlık bölümünün doğrudan yabancı sermaye yatırımı olarak yani Türkiye’de yeni işletmeler kurmak ya da mevcutları satın almak üzere gireceği tahmin ediliyor. Kalan 50 milyar dolarlık açığın bir bölümü hisse senedi satın almak için, geri kalanın ise tahvil, kredi ya da mevduat biçiminde borç olarak gelmesi bekleniyor.
Ekonomiler krize girince ya da krize gireceğine ilişkin belirtiler yani riskler artınca bu tablo sıkıntılı bir görünüme bürünüyor. O zaman yabancı kaynak girişi, borç verme arzusu düşüyor. Bunun tipik örneği 1980’lere gelirken Türkiye’nin yaşadığı 70 cent’e muhtaç ekonomi durumudur. Böyle bir durum ortaya çıktığında eldeki TL tasarrufları versek de ellerinde yeterli döviz bulunmayan bankalar bize döviz veremiyor. O zaman döviz fiyatı yani kurlar hızla yükseliyor ve ithalat durma noktasına geliyor. Ya da ancak ihracattan ve diğer döviz kazandırıcı işlemlerden elde edilen döviz kadar ithalat yapılabiliyor. Böyle bir kriz olmadığı sürece TL’yi verirseniz dövizi alırsınız. Döviz kıtlaşırsa kur yükselir, döviz bollaşırsa kur düşer. Ve dengeler ona göre kurulur. 1980’lere gelirken bu sistemin tıkanmasının nedeni o zaman döviz kuru rejiminin sabit kur rejimi olmasıydı. Döviz talebi artmış ama kur değiştirilmemişti. Sonuçta kriz oldu ve ardından yüzde 100 dolayında devalüasyon yapılarak TL’nin değeri düşürüldü ve karaborsa sonlandı.