Mahfi Eğilmez – 19.10.2017
Son 15 yılda tren bizim beklediğimiz istasyona iki kez geldi. İlkinde 2001 krizinin yaralarını sarmış, bütçe açığı, kamu borç yükü ve bankacılık gibi üç alanda önemli reformlar yaparak 2005 yılında Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamıştık. Bu olumlu ivme ile enflasyon düşmeye, faizler gerilemeye, büyüme hızı artmaya, risk primi gerilemeye başlamıştı. O zamana kadar gelen yabancı sermaye miktarından fazlası bir yıl içinde gelmeye başlamış, AB üyeliğine 2010 yılında mı 2011 yılında mı gireceğimiz konusunda iddialara girilir olmuştu. Yapmamız gereken tek şey eğitim, hukuk, vergi, dış açığı dengeleyecek yatırımların teşviki gibi alanlarda tıpkı bütçe, kamu borç yükü ve bankacılık alanında yaptığımız reformların benzerlerini yaparak yapısal reformları tamamlamaktı. Bunları gerçekleştirecek adımları atabilsek istasyona gelen trene binebilecektik. Ne var ki tren bizim beklediğimiz istasyona geldiğinde biz iç salonda uyuyorduk. Tren gitti.
Sonra küresel kriz çıktı. Önce ABD, sonra İngiltere, Avrupa ve Japonya dünyayı paraya boğdu. Piyasaya sürdükleri paralar bizim gibi daha yüksek faiz veren veya daha fazla getiri vaat eden ülkelere aktı. Likidite öylesine bollaştı ki dış finansman bulmakta zorluk çeken ekonomiler rahat rahat finansman buldular. Bu finansman bolluğuna bir de petrol fiyatlarındaki düşüş eşlik etti. Böylece bizim gibi enerji ithalatçısı ülkeler bir yandan bol ve ucuz dış finansmana erişirken bir yandan da düşen cari açığın avantajını kullandılar. İşte o dönemde de yapmamız gereken tek şey 2005 yılından itibaren yapmamız gereken şeydi: Eğitim, hukuk, vergi, dış açığı dengeleyecek yatırımların teşviki gibi alanlarda yapısal reformlara girişmek. Bunları yapabilsek istasyona ikinci kez gelen trene biner başımız rahat giderdik. Ne yazık ki yine iç salonda uyuya kalmıştık. Tren yine gitmişti.
Bu tren bir daha bu istasyona gelir mi bilinmiyor. Tarifeli bir tren değil çünkü bu. Uyumadan beklemek gerekiyor.
Önümüzdeki dönem artık finansman bulmanın pek kolay olmayacağı bir dönem olacak gibi görünüyor. Böyle bir dönemde artık yapısal reformların yapılması öyle kolay değil. Aslına bakarsanız vergi, teşvikler gibi konularda yapısal reformdan ne anladığımız konusunda daha kolay uzlaşma sağlamak mümkünken eğitim ve hukuk alanında bu o kadar kolay değil. Eğitimde yapısal reform denilince kimimiz bilimsel, objektif, inanç etkilerinden uzak eğitimi anlıyoruz, kimimiz tam tersini. Hukuk reformu denilince kimimiz bağımsız yargıyı anlıyoruz, kimimiz bambaşka şeyleri. Kuvvetler ayrımı konusunda bile aynı noktada buluşamıyoruz. Böyle bir ortamda yapısal reformu nasıl yapacağız? Bu durumda hepimizin ortak olarak benzer şeyleri anladığımız ekonomi alanındaki reformlarla işe başlamaktan başka çare yok.
Artık işler tersine dönüyor. Fed, artık faiz artırımı dönemine girdi. Üstelik çoktan sonlandırdığı parasal genişlemeyi Ekim ayından başlayarak sıkılaştırmaya döndürdü ve üç ayda bir artan miktarlarla devam edecek bilanço küçültmeye dayalı bir parasal sıkılaştırma dönemine girdi. Bu, dünyaya dağılmış olan Dolarların artık buralardan çıkıp ABD’ye geri döneceği anlamına geliyor. Avrupa Merkez Bankası, parasal genişlemeyi tedrici olarak bitirme aşamasına doğru ilerliyor. Ardından o da Fed gibi parasal sıkılaştırma ve faiz artırımı operasyonuna girişecek. Bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün.
Önce Avrupa Birliği üyeliğine en yakın olduğumuz dönemde sonra da likiditenin bol olduğu, dış finansman sorunu çekmediğimiz bir dönemde yapamadığımız yapısal reformları şimdi işlerin tersine döndüğü bu dönemde yapabilir miyiz? Ne yazık ki çok zor görünüyor.