2023’ün bankacılık krizine “likidite krizi” alt başlığıyla, 2008 ‘de mortgage kriziyle başlayıp, ardından küresel finansal krizi gibi çok daha büyük bir şeye dönüşen kaosa göre daha az anlam yükleyebilirsiniz ancak bence fazla da küçümsemeyin. Neden mi? Çünkü sistemi sorgulatıyor da ondan…
Geçtiğimiz ay iki farklı yazımda (Bir banka iflası ve tahvil piyasası üzerinden düşündürdükleri ve Avrupa bankalarındaki kriz ne kadar derin?) ele aldığım bankacılık krizinde sular şimdilik banka iflasları açısından durulmuş gibi gözükse de altta yatan nedenler hala risk oluşturmaya devam ediyor.
Bankacılık krizine likidite krizi denilmesinin nedeni aslında artan faiz oranlarıyla bankaların artan fonlama maliyetlerine karşılık, aktiflerinde büyük oranda fiyatı düşen menkul kıymetleri (kamu tahvili ve ticari emlak senetleri) tutmalarından ötürü idi. Orta ve küçük ölçekli bankaların denetim kapsamı dışında tutulmasının vermiş olduğu güvensizlik mevduat çıkışlarını ve ardından banka iflaslarını beraberinde getirdi.
Bu durumun sistemik bir risk yaratmasını engellemek adına ABD’de büyük bankalar, Fed ve beş büyük merkez bankası harekete geçti ve durum yatıştı gibi gözükse de mevduat tarafında oluşan güvensizliğin ABD ve Avrupa bankalarında bulaşıcı bir biçimde çıkışlara ve ardından rekabete yol açtığı biliniyor. Bu rekabetin bedeli ise ister istemez daha az ve daha yüksek maliyetle bir fonlama (mevduat) demek. Sonuç; kredi kanallarının tıkanmasıdır ki bu durum bir tek merkez bankalarının faiz artışlarında frene basmasında yararlıdır. Reel kesim ve bireyler açısından ise “kriz” anlamına gelir.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!