Mahfi Eğilmez – 27.05.2015
İdeal enflasyon ve faiz oranı her zaman merak konusu olmuştur. Kimilerine göre her ikisinin de sıfır olduğu durum ideal durumdur. Ben o kanıda değilim. Sıfır enflasyon ve sıfır reel faiz insanları harcama yapmaktan alıkoyan bir durumdur. Gelecek yıl fiyatının aynı kalacağını bildiğiniz bir şeyi almakta acele etmezsiniz. Hele faizler de sıfırsa o zaman kredi kullanıp da o malı almanıza gerek yoktur. Bir sonraki yıl da yine sıfır faizle o krediyi alıp geçen yılki fiyattan aynı malı alabilirsiniz. Bu durumda hiç kimse harcama konusunda acele etmez. Öyle olunca da tüketim azalır, talep düşer.
ABD’de küresel krizle birlikte bu anlattığım olgu yaşandı. Amerikalılar genelde arabalarını 3 yılda bir değiştirirler. Kriz süresince bu döngü 5 – 7 yıla kadar çıktı. ABD yönetimi ve Fed, enflasyonun yükselmesi için neredeyse dua etmeye başlamış durumdalar. Dünyada birçok ekonomide enflasyon hedeflemesi, enflasyonu düşürmeye yönelik bir politika olarak uygulanırken, ABD’de enflasyonu yükseltmeye yönelik örtük bir politikaya dönüştü. 1929 büyük depresyonundan kalma bir etkiyle Amerikalıların fobisi enflasyon değil işsizliktir. Enflasyon, daha geri planda bir endişedir.
Avrupa’nın ABD’de olduğu gibi bir enflasyon yükseltici enflasyon hedeflemesine henüz geçmemiş olmasının nedeni Almanya’nın (ve Bundesbank’ın) enflasyon fobisidir. Alman halkı II. Dünya Savaşı öncesinde hiper-enflasyon yaşamış ve bunun sonucunda Hitler iktidara gelmiştir. Dolayısıyla Almanlar için en büyük ekonomik fobi enflasyon olmuştur. Bu yüzden Avrupa Merkez Bankası enflasyonu artırıcı bir enflasyon hedeflemesi izlememektedir.
Japonya, aşağı yukarı çeyrek yüzyıldır durgunluk yaşıyor. Ekonomi büyüyemiyor, enflasyon sıfır dolayında, faizler de sıfırın çevresinde dolaşıyor. Japonya 2 yıl öncesine kadar gevşek maliye politikası izleyerek yüzde 8’lere varan bütçe açıkları verdiyse de bu gidişi tersine çevirip talebi artırıp büyümeyi canlandıramadı. Abe’nin yeniden iktidara gelmesiyle başlattığı Yen’e değer kaybettirme ve parasal genişleme politikasıyla şimdilerde enflasyonu yukarı yönlendirmeyi başardı Japonya. Ne var ki bu değişimin talep üzerinden giderek büyümeye yansıması zaman alıyor.
Keynesyen Likidite tuzağı para arzındaki artışların faizleri daha fazla düşüremeyeceği bir aşamayı ifade eder. Bu aşamaya gelindiğinde ekonomiye enjekte edilen likidite, atıl birikim biçiminde elde tutulmaya başlanır ve dolayısıyla para arzındaki artış ekonomiyi canlandırmaya yaramaz. Keynesyen likidite tuzağı ortaya atıldığında doların altın karşılığı bulunuyordu. Dolayısıyla insanların düşük faiz ortamlarında ellerine geçen parayı tıpkı altın gibi elde tutmaları ve tahvil fiyatlarının düşmesini (yani tahvil faizlerinin yükselişe geçmesini) beklemeleri doğaldı.
Artık hiçbir paranın bu tür altın karşılığı olmadığı dikkate alınırsa günümüzde likidite tuzağının farklı bir yere oturmuş olduğu ortaya çıkıyor. Başlıca üç farklı görünümden söz etmemiz mümkündür: (1) Likidite tuzağına girildiği aşamada para arzının ya da para bazının genişletilmesine ve faizin en düşük düzeye inmesine karşın insanlar ellerine geçen parayı mümkün olduğunca az harcayıp kalanı tasarruf ederek geleceği beklemeye başlıyorlar. Böyle bir ortamda bankalarda mevduat artsa bile bunlara yönelik kredi talebinde artış olmuyor. Çünkü tüketimin kısıldığı bir yerde yeni yatırımlar yaparak üretim kapasitesini artıracak eylemlere girilmesi anlamlı görünmüyor. Hiç kuşkusuz bu eğilimin elektronik eşyada olduğu gibi yeni teknolojilere yönelik alanlarda bazı istisnaları da olabiliyor. (2) Faizlerin çok düşük olduğu ekonomilerde ortaya çıkan parasal genişlemeden yararlananlar ellerine geçen parayı daha yüksek faiz getirisi veren ekonomilere yolluyorlar. Bu olgu, günümüzde sermaye hareketlerinin serbestliğinin Keynes’in yaşadığı döneme göre çok daha fazla olmasının yarattığı bir başka farklılık olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumda ABD ya da Avrupa’da piyasaya sürülen likiditeyi ellerine geçirenler bu paraları faiz oranının yüksek olduğu ekonomilere yatırarak daha yüksek getiri elde etmeyi planlıyorlar. Bu durumda piyasaya sürülen likiditenin yerel ekonomiye katkısından çok başka ekonomileri canlandırmaya yararı ya da oralarda yerli paranın değerlenmesine yol açarak o ekonomilere zararı söz konusu olabiliyor. (3) Özellikle otomobil, buzdolabı, televizyon seti vb gibi dayanıklı tüketim mallarını belirli sürelerde değiştirmeye alışmış olan insanlar, enflasyonun ve faizin sıfır olduğu bir dönemde bunları değiştirme, yenileme gereği görmüyorlar. Çünkü faizin ve enflasyonun sıfır düzeyinde devam etmesi bunların sonraki dönemlerde değiştirilmesiyle şimdiden alınması arasında fark kalmamasına yol açıyor.
Özetle söylemem gerekirse nasıl ki enflasyon ve faizin yüksek olması kötü bir durumsa bunların sıfır düzeyinde olması da iyi bir durum değildir. Enflasyonun yüzde 2 dolayında olması ve faizin de örneğin yüzde 2,5 – 3 düzeyinde olması yani 0,5 – 1 puan arasında bir reel getiri içermesi en iyi durumdur. Yüksek enflasyon ve yüksek faiz, bunların ileride daha da yükseleceği beklentisi yaratarak talebi artıran ve dolayısıyla enflasyonu da faizi de yükselten bir ortama yol açıyor. Sıfır dolayında bir enflasyon ve faiz ise bu durumun devam edeceği beklentisi yaratarak insanların harcama yapmasını, talebin artmasını ve dolayısıyla ekonominin büyümesini engelliyor.