Son aylarda dış basında en yoğun serzeniş ABD uzun vadeli tahvil fiyatlarındaki keskin düşüş ve bunun ABD’nin bütçe açığının 2 trilyon dolarla GSYİH’sına oranı yüzde 7,5’a kadar yükselmesiyle artan fonlama maliyetiydi.
Her ne kadar Fed’in Kasım ayında bir faiz artışı yapmayacağı piyasa tarafından önceden fiyatlanmış olsa da J. Powell’ın aslında hiç de güvercin olmayan, belirsizlik dolu açıklamaları birden risk iştahında bir yükselişe yol açtı ve işsizlik oranındaki yüzde 1’lik yıllık artışla beraber; hisse ve altın piyasasında adeta bir şenliğe dönüşmüş oldu.
Bizdeki 2 yıllık tahvil faizi ise 2003’ten bu yana en yüksek seviyesi olan yüzde 34,7’e geldi. Tahvil piyasasına son yıllarda azalan yabancı girişinin yeniden çekilebilmesi için faiz artışları yani fiyat düşüşleri gereklidir.
Ayrıca bizdeki BİST100 ve 2 yıllık tahvil getirileri arasındaki ilişkiyi incelemek için kurulan ekonometrik modellerde; borsayla tahvil piyasası arasında iki yönlü ilişkinin (nedenselliğin) de var olmadığı pratik edilmektedir. Özetle bizde mevcut enflasyonist koşullarda olağan kabul edilecek bu hareket borsayı etkilemezken, ABD piyasasında borsaya olan risk iştahını önemli düzeyde etkilemektedir.
Bizim borsamızda, seçimlerden sonra hikaye yabancı portföy yatırımlarına bağlıyken, İsrail Hamas savaşının çıkması bu bağlamda Ekim ayında volatilite yaratmıştır ancak yine de gelişen ülke endekslerine göre düşük olan f/k ve f/dd çarpanlarımızdan halen iskontolu olunduğundan; TL bazında yükseliş potansiyeline sahiptir.
(Konut ve otomobil dahil genel olarak varlıklarda dolar bazında düşüş olacağını düşünüyorum) Enerji emtialarında petrol başta olmak üzere doğalgaz için de jeopolitik gelişmelere yönelik senaryolar öne çıkmış olup; brent petrol fiyatı, S. Arabistan ve Rusya’nın arz kısıtları ve Çin’in büyümesi ya da küresel talep tarafında dalgalı bir seyir izlemektedir.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!