Mahfi Eğilmez – 25.05.2015
Günümüz dünyasında sağ ve sol ayrımı asıl olarak ekonomik yaklaşım farkından doğar. Ekonomik yaklaşım da temelde üretim araçlarının mülkiyetinin kime ait olacağına ilişkin kabulden yola çıkar. Sağ ekonomik düşünce (buna genelleme yaparak kapitalizm diyelim) üretim araçlarının mülkiyetinin özel kesimin elinde, sol ekonomik düşünce (buna da genelleme yaparak sosyalizm diyelim) üretim araçlarının mülkiyetinin kamu kesiminin elinde olmasını savunur.
Üretim araçlarının mülkiyeti denilince mesele üretimi kimin ve ne amaçla yapacağı sorusuna verilen yanıtların farklılığında ortaya çıkar. Sosyalist yaklaşım, üretim araçlarının kamu kesimi elinde olmasını yani üretimin kamu kesimi eliyle yapılmasını öngörür. Bir başka deyişle üretimi yapacak olan birimler (fabrikalar, tarım işletmeleri, havayolu vb gibi büyük hizmet işletmeleri, büyük satış mağazaları vb) kamu kesimine ait olmalıdır. Özel kesim mülkiyeti ancak kamu kesiminin girmesinin verimli olamayacağı küçük işletmeler (mahalle bakkalı, manav, taksi vb) için geçerlidir. Bu ekonomik düzende, üretim araçlarının mülkiyeti kamu kesiminde olduğu için fiyatları, üretim miktarını kamu kesimi belirler. Bunu yapabilmek için geniş bir planlama örgütüne ihtiyaç duyulur. Nereye ne kadar ve hangi alanda yatırım yapılacağı buradan elde edilecek ürünlerin nerede, ne zaman ve hangi fiyata satılacağını belirlemek bu planlama örgütünün görevi olarak ortaya çıkar.
Buna karşılık kapitalist sistem, üretim araçlarının özel kesim elinde olmasını yani üretimin özel kesim eliyle yapılmasını öngörür. Bir başka deyişle üretimi yapacak olan birimler (fabrikalar, tarım işletmeleri, havayolu vb gibi büyük hizmet işletmeleri, büyük satış mağazaları vb) özel kesime ait olmalıdır. Kamu kesimi mülkiyeti ancak özel kesimin girmesinin kârlı olmayacağı, toplumun tümünü ilgilendiren alanlarda (yollar, barajlar, köprüler, demiryolları vb) geçerli olmalıdır. Bu ekonomik düzende, üretim araçlarının mülkiyeti özel kesime ait olduğu için fiyatları, üretim miktarını piyasa sistemi belirler. Özel kesim, üretimini piyasa için yapar ve hangi malın, hangi fiyata ve ne miktarda satılacağı piyasada belirlenir.
Günümüzde dünya uygulaması genellikle üretim araçlarının mülkiyetinin her iki kesime de ait olduğu karma bir sistem içinde yürür. Üretim araçlarının mülkiyetinin kesimler arası ağırlığı sistemin de ağırlığını belirler. Mesela üretim araçları mülkiyetinde özel kesimin ağırlığının çok fazla olduğu ABD’deki sisteme kapitalist sistem deniyor. Buna karşılık kamu kesimi mülkiyetinin ağırlıkta olduğu Çin’deki sistem sosyalist sistem olarak adlandırılıyor. Ne var ki her ikisi de aslında tanımların dışına çıkmış, işin içine birbirinden unsurlar katmış bulunuyorlar. Örneğin ABD’de işçi sendikaları, asgari ücret uygulamaları, genel sağlık sigortası gibi uygulamalar sistemi kapitalizmin saf halinden uzaklaştırırken, Çin’de piyasa sisteminin varlığı ve özel kesimin giderek daha çok üretimde yer alması sistemi sosyalizmin saf halinden uzağa taşıyor.
Özetle söylemem gerekirse günümüz dünyasında kapitalizm de sosyalizm de, ortaya atıldıkları çerçeve içinde bulunmuyorlar. Bir çeşit ‘sulandırılmış kapitalizm’ ile ‘sulandırılmış sosyalizm’ var karşımızda.
Kuşkusuz işin ekonomi dışında da özellikleri var. O zaman ayrım demokrasi rejimi ile kumanda rejimi arasında yapılıyor. Demokrasi, her ne kadar seçime yani sandığa indirgenmeye çalışılsa da günümüzde taşıdığı anlam bu kadar basit değil. Örneğin güçler ayrımı (yasama, yürütme ve yargının ayrılması), yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi birçok temel kurum günümüz demokrasisini tanımlamak için kullanılıyor. Kumanda sisteminde, çoğu kez seçim yapılsa da güçler ayrımı, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi temel kurumları bulmak mümkün değil. Batı demokrasileri (ABD, Kanada, Avrupa gibi) ve bazı doğru demokrasileri (Japonya gibi) bu kurumlara sahip bulunuyorlar. Bazı ülkeler tümüyle demokrasiden uzak kumanda sistemine sahip durumdalar (Suudi Arabistan, Kuveyt gibi.) Kendilerini demokrasi olarak tanımlasalar bile bazı ülkeler kumanda ağırlıklı bir sistem yürütüyorlar (çoğunlukla Afrika ve Asya ülkeleri gibi.)
Günümüzde siyasal sistem ayrımını yaparken demokrasinin kurumlarının nasıl işlediğine bakarak ayrım yapmak gerekiyor. Adı demokrasi olan sistemlerin çoğunda yasama erki yürütmenin emrinde hareket ediyor. Yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü görünürdeki hukuk düzenlemelerinde var gibi olsa da gerçek yaşamda uygulanmıyor. Bunlara da ‘sözde demokrasi’ diyoruz.
Bir de ahlak sorunlarının ortaya çıktığı sistemlere değinebiliriz belki. Bunun hangi sistemde olduğunun önemi yok. Ama çoğunlukla kapitalist sisteme geçmiş görünen gelişme yolundaki ülkelerde ortaya çıkıyor. Demokrasinin kurumlarının tam olarak işlememesinin, denetim mekanizmasının tam çalışmamasının sonucu olarak birçok ‘sözde demokrasi’ ülkesinde yolsuzluklar, kayırmalar görülüyor. Buna da ‘ahbap çavuş kapitalizmi’ deniyor. Ne var ki bu kumanda tarzıyla yönetilen sosyalist ekonomilerde görülen bir durum. O zaman ona da ‘ahbap çavuş sosyalizmi’ demek doğru olabilir.
Son bir konu var. Bazı ülkelerde bu ayrımlar din üzerinden yapılıyor. Örneğin bizde sağ – sol ayrımı, üretim araçlarının mülkiyeti ya da demokrasinin derecesi vb üzerinden değil, dine yaklaşım açısından yapılıyor. Onun için bizdeki gibi bir sağ ve sol ayrımı batılı insanın kafasında hiçbir şekil alamıyor.
Günümüzde batıda sağcı dendiğinde liberal demokrat – kapitalist ekonomi politikası görüşüne sahip kişiler, solcu dendiğinde sosyal demokrat – sosyal piyasa ekonomisi görüşüne sahip kişiler anlaşılıyor. Bizde ise sağcı dendiğinde siyasete din ağırlıklı yaklaşım yapanlar, solcu dendiğinde ise siyasete laiklik çerçevesinde yaklaşım yapanlar anlaşılıyor. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da kavramları birbirine karıştırdığımızı söyleyebiliriz. Bu kadar kafası karışık bir toplumda doğru çözümlere ulaşmak ise gerçekten mucize gibi görünüyor. Onun için iki lafın birini getirip eğitime bağlıyoruz. Eğitim, bugünlerde anlatıldığı gibi okulda geçirilen süreyle de ilgili değil. Okulda hangi bilgilerin, hangi kalitede öğretildiği, öğrenimde geçirilen süreden çok daha önemlidir.