Yeni Normalde Türkiye’nin Üretim Paydaşlarına Üretimi Nasıl Şekillenmeli? Pandemi Krizi Fırsata Dönüşür mü?
Merhaba değerli Para Borsa okurları,
Bu haftadan itibaren bana ayrılan bu köşede gündemdeki önemli konuları irdeleyecek, bunların reel ekonomiye / piyasaya olan etkilerini kaleme alacağım.
Geçtiğimiz yılın ağustos ayında gazetede ki köşemde şöyle yazmıştım:
“21. yüzyılın ilk evrelerinde enerji ihtiyacının artışı, kaynakların hızla tükenmeye doğru ivmelenmesi ile tüm dünya küresel bir travma ile karşı karşıya kaldı. Bu durum, akıl almaz acımasızlıkla hayata yansıyan sermaye savaşlarını ve uluslararası gerginlikleri ve kısmi bir kargaşayı da beraberinde getirdi.”
Yazım yayınlandıktan 6 ay sonra bir virüsün tüm dünya düzenini değiştirdiğini, ekonomiyi derinden sarstığını, enerji (özellikle petrol) arzının talebin çok üzerinde gerçekleşmesi nedeniyle fiyatının beklenmeyecek ölçüde ucuzladığını gördük. Dev ekonomileri ve yaşam standartları ile böbürlenen koca ulus devletlerin sağlık sistemlerinin yetersizliği ve Ar-Ge için milyarlarca dolar ayıran bu devletlerin olası bir pandemi riskine karşı gerçek stratejileri olmayışına da ayrıca şahit olduk.
Çin yalnızlaştırılacak
Tüm dünya, yaşanan sağlık sıkıntılarına ek olarak pandeminin yarattığı ekonomik sorunlarla da boğuşuyor. Ticaret ve üretim ya çok azalmış ya da durma noktasına gelmiş vaziyette. Salgın küresel ama mücadele ulusal boyutta devam ediyor. Bu da ülkelerin kendi sınırlarını keskin çizmelerine sebep oluyor. Ülkeler bu kadar içe kapanmışken yerelleşmeyi ve yerlileşmeyi daha çok konuşur olduk. ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ söylemlerini çok duysak da, bu söylemlerin ardından aynı üretim modelleri ile yola devam edildiğini ve rekabete eski alışkanlıklarla şekil verildiğini görmek olayın en üzücü tarafı galiba. Diğer yandan ben birçok şeyin eskisi gibi olacağını düşünüyorum. Sadece yaklaşımlar ve davranışlar farklı olacak. Yine küreselleşmeyi konuşacağız. Yine ticaret anlaşmaları yapacağız. Sadece aktörler ve roller değişecek, belki biraz da iş yapış şekillerimiz. Küreselleşme belki de tüm yer küreyi kapsamayacak, ama asla içimize kapanmayacağız. Bazı ülkeler yalnızlaştırılacak, bu ülkelere ambargolar artacak ama bir çok ülke arasında yeni güç birlikleri oluşacak.
Çin yalnızlaştırılması hedeflenen ülkelerin başında gelecek. Çin, hem Amerika, hem Avusturalya, hem de Avrupa için güvenli bir ticaret partneri olmaktan çıktı. Amerika başta olmak üzere batı, virüsün Çin nedeniyle başlarına bela olduğu varsayımı ile hareket ediyor.
Artık Çin’le ticaret ve topraklarında Çin’li yatırımcı istemiyorlar.
Türkiye için önemli bir fırsat
Amerika’nın ve Avrupa’nın Çin ile ticaretinin hacmini düşündüğümüzde Türkiye için nasıl bir fırsat oluştuğunu da görebiliyoruz. Türkiye için harekete geçmenin tam zamanıdır. Ancak harekete geçerken çok dikkat edilmesi, doğru karar mekanizması ve yapılanma ile ilerlenmesi gereken bir nokta var. Türk sanayicisi bugüne kadar Çin’in yürüttüğü fasonculuk görevini mi devralacak? Yoksa katma değerli ürün ihraç eden bir ülke mi olacağız? Kendi global markalarımızı mı yaratacağız?
Fasonculuk mu? Markalaşma mı? Böyle sıkıntılı bir dönemde cevaplanması gereken kritik soru budur…
Hepimiz biliyoruz ki Çin çok uzun zamandır tüm dünyanın fabrikası olarak hizmet veriyordu. Dünya’nın fasoncu çocuğuydu Çin. Tüm dünya onları küçümserken, üretim üssü görevi ile ekonomisini kalkındırdı. Öyle ki artık teknolojiye yaptığı yatırımlar ile teknoloji devleri ile yarışır hale geldi. Ancak ekonomik kazanım ve katkının büyüklüğü nedeniyle çevreye verdiği zararı ve halkının sağlığını görmezden geldi. Dünyanın üretim üssü Çin’de virüsten önce de maske ile dolaşılıyordu ve insanların en çok ihtiyaç duyduğu temiz havaydı. Hava kirliliği nedeniyle ölenlerin sayısı Korona yüzünden ölenlerden çok daha fazlaydı.
Kendi global markalarımızı yaratmanın zamanıdır
Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Türk iş insanı, Türk sanayicisi, Türk yatırımcısı katma değerli ürün üretmeli, Türkiye’yi maske ile dolaşılacak ülke haline getirmemeli. Ekonomik kalkınmaya giden yol, globalde aranan ve bilinen bir marka olmaktan geçiyor. Bu hedefe göre ürün gamı geliştirmeli, yatırım yapmalı ve bu ürünlerin ihracatına ağırlık vermeliyiz. Yeşil ekonomiye önem vermeli, ülkemizde yatırım yapacak yabancı yatırımcılardan da aynı hassasiyeti göstermelerini istemeliyiz.
Markalaşmak Türkiye’yi bir üst eşiğe taşıyacaktır. Patent alarak ya da logo oluşturarak markalaşmış olmuyoruz. İnovasyonla, katma değerli üretimle, farklı ürünle, şirket cirolarının en azından yüzde 10’unu Ar-Ge’ye ayırarak markalaşacağız. Bugün Türkiye’de marka olmayı başaran şirketlerimiz var ama yurtdışına açılan ve yurtdışında Türkiye markasını sürdürülebilir şekilde layıkıyla yaşatan şirketimiz çok az. Global marka olmayı başarmış kaç şirket sayabiliyoruz? İlk akla gelen Türk Hava Yolları bile dünyanın en değerli 100 markası arasında değil ne yazık ki…
Özetle; Çin ile diğer ulus devletleri arasındaki kargaşadan en kârlı çıkacak ülke Türkiye olabilir. Sanayi alt yapımız, iş gücümüz ve lojistiğimizle en doğru ülke biziz. Pandemi krizini fırsata çevirebiliriz. Ama önce gücümüzün farkına varmalı ve değerimizi baştan belirlemeliyiz. İnanıyorum ki markalaşmaya gereken önemi verirsek Borsamız da gerçek değerini bulacak ve belki de Amerika borsaları ile uzun vadede yarışabilecektir.
Dipnot. 1960’lı yıllarda Güney Kore’de kişi başına düşen milli gelir 80 Amerikan doları iken, Türkiye’de 380 Amerikan doları idi. Bugün son verileri incelediğimizde global ölçekte markalara sahip(Samsung, KIA, LG gibi) Güney Kore’nin kişi başı milli geliri 30 bin doların üzerindeyken, Türkiye’de ise yaklaşık 9 bin dolardır. Bu nedenle bir sonraki yazımda markalaşmak için neler yapılmalı, nasıl bir yol izlenmeli konusunu irdeleyeceğim.