Mahfi Eğilmez – 27.03.2014
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığı yapıda, sanayi üretimi yapan, en önemlisi Sanayi ve Maadin Bankası (sonradan Sümerbank ve Etibank) olan bazı kamu iktisadi teşebbüsleri vardı. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren uzun bir süre özel kesimin yeterince büyük olmaması, sermaye birikimi eksikliği ve birçok konuda girişimcilik yetersizliği gibi konular geçerliydi. Bu nedenle yeni kamu iktisadi teşebbüsleri kurulmaya devam etti. 1980’lerden başlayarak bütün dünyayı özelleştirme modası sardı. Artık yeni moda, kamu kurumları kurmak değil, özel kesimin yolunu açmaktı. Bunun sonucunda birçok ülkede kamu kesimi, elindeki üretim birimlerini özel kesime satmaya başladı. Özelleştirme denilen bu olgu Türkiye’ye yansıdı ve asıl etkisini 2003 – 2013 arasındaki 11 yıllık dönemde gösterdi.
Özelleştirmenin iki önemli amacı söz konusu: (1) Kamu kesimi elinde zarar eden ya da yeterince kâr edemeyen şirketleri özel kesime devrederek bunların kârlı ve verimli çalışmasının sağlanması. Bildiğim kadarıyla bu konu üzerinde bir çalışma henüz yapılmadı. Dolayısıyla bu şirketlerin özel kesime devredildikten sonra eskiye göre ne kadar daha verimli ve kârlı çalıştıklarını bilmiyoruz. (2) Özelleştirmeden elde edilecek gelirlerle kamu kesiminin borcunun düşürülmesi ve yükünün hafifletilmesi. Bu ikinci konuyu irdeleyebilmek için bazı verilere başvuracağım.
Sunacağım ilk veri seti 2003 – 2013 yılları arasında elde edilen özelleştirme gelirlerini ve özel kesimin dış borçlarındaki gelişimi gösteriyor (Kaynak: Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı.)
Yıllar
|
Özelleştirme Geliri (Milyar USD)
|
Özel Kesim Dış Borcu
|
2003
|
0,2
|
49
|
2004
|
13
|
64
|
2005
|
8
|
85
|
2006
|
8
|
121
|
2007
|
4
|
161
|
2008
|
6
|
189
|
2009
|
2
|
172
|
2010
|
3
|
191
|
2011
|
1
|
201
|
2012
|
3
|
228
|
2013
|
13
|
255
|
Toplam
|
62
|
255
|
Yazının devamı için tıklayın…