Mahfi Eğilmez – 20.12.2018
Bir ekonominin belirli bir kişi başına gelir düzeyine ulaştıktan sonra orada sıkışıp kalması haline orta gelir tuzağı denir. Orta gelir tuzağı bir ekonomide kişi başına gelir düzeyinin belirli bir aşamadan öteye gidememesi halini ya da belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra durgunluk içine girilmesi durumunu özetleyen bir yaklaşımdır. Orta gelir tuzağı genellikle bir ekonominin yoksullukla savaşımda başarı elde etmesi ve belirli bir yapısal değişimi sağlamasıyla kişi başına gelirini yükseltmesi ve sonrasında aynı atılımı sürdüremeyerek yüksek gelir grubuna geçememesi sonucu ortaya çıkar.
Orta gelir ölçüsü olarak hangi kişi başına gelir düzeyinin alınacağı konusunda iki görüş var: İlki Dünya Bankası’na ikincisi de bana ait. Dünya Bankası 2018 yılı Dünya Kalkınma Raporunda ülkeleri gelirleri göre şu şekilde sınıflandırıyor:
Kategori | Kişi Başına Gelir (USD) |
Düşük Gelirli Ekonomiler | 1.005 ve daha az |
Düşük Orta Gelirli Ekonomiler | 1.006 – 3.955 |
Üst Orta Gelirli Ekonomiler | 3.956 – 12.235 |
Yüksek Gelirli Ekonomiler | 12.236 ve daha fazla |
Bu tabloya göre 1.006 USD ile 12.235 USD arasında kişi başına gelire sahip ekonomiler orta gelirli ekonomi olarak kabul ediliyor.
Benim kriterim daha basit. Kişi başına ortalama geliri dünya kişi başına gelir ortalamasını geçememiş ülkeler orta gelirli ülkeler olarak kabul edilebilir. Örneğin 2018 yılında beklenen dünya kişi başına gelir ortalaması 11.114 Dolardır. Bu ortalamanın altında kalan ülkeler orta gelir düzeyini geçememiş ülkeler olarak alınabilir. Bu ülkeler eğer dünya ortalamasını geçemiyorlar, o düzeye takılıp kalıyorlarsa o zaman orta gelir tuzağında kabul edilirler.
Ekte sunduğum tablo 1990 yılından bu yana dünyada ve Türkiye’de kişi başına gelir ortalamasını sergiliyor. Bu tablodan giderek dünyada kişi başına ortalama geliri ve Türkiye’nin kişi başına gelirini yıllar itibariyle bir grafikte bir araya getirelim (2018 yılı tahmindir.)
1990’lardan bugüne baktığımızda Türkiye’nin 2001 krizi sonrasında orta gelir tuzağından çıkış yolunda bir hamle içine girdiği gözlemlenebiliyor. Küresel krizin yarattığı geçici düşüş bir yana bırakılırsa bu çıkış hamlesi 2017 yılına kadar sürmüş, 2017 yılında ivme kaybı yaşanmış ve 2018 yılında da kayıp hızlanmış görünüyor.
Çıkışın ve düşüşün nedenlerine baktığımızda karşımızda bazı somut ipuçları bulunduğunu görebiliyoruz: (1) 2001 krizi sonrasında Türkiye, IMF desteğinde ve gözetiminde Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı adı altında bir program uyguladı. Bu program 2008 yılı ortasına kadar sürdü. Sonra Türkiye, IMF programından çıktı ve kendi programını uygulamaya başladı. Başlangıçta IMF programına benzer disiplinde olan bu program zamanla gevşedi ve tümüyle sahneden kalktı. (2) Türkiye, Avrupa Birliği ile 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladı. Bu müzakerelerin ciddi biçimde yürütüldüğü 2005 – 2009 arasında Türkiye’ye yılda ortalama 18 milyar Dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı karşılığı döviz girdi. Bu ortalama, Cumhuriyet tarihinin rekorudur. 2009 ve sonrasında bir daha hiçbir yıl böyle bir ortalamaya ulaşılamadı. Çünkü Türkiye – Avrupa Birliği üyelik müzakereleri hızını ve ciddiyetini kaybetti. İzleyen yıllarda doğrudan yabancı sermaye yatırımı şeklindeki döviz girişinin yerini dış borçlanma aldı. (3) Türkiye, bu dönemde, sık sık seçimler yaptı. Bu seçimler ekonominin hedeflerini kaybetmesine ve popülist uygulamalara geçilmesine yol açtı. Öyle olunca da yapılması gereken yapısal reformlar yapılamadı. 2001 krizi sonrasında bankacılık kesimi ve kamu mali disiplini alanlarında gerçekleştirilen yapısal reformlar, teşviklerin yeniden düzenlenmesi, vergi gibi ekonominin diğer alanlarına yayılamadı. Yargı ve eğitim alanında geçmişe göre daha da geriye giden düzenlemelere geçildi. (4) 2017 yılından başlayan ve 2018 yılında daha da hızlanan ivme kaybında giderek yaygınlaşan ahbap çavuş demokrasisi ve ahbap çavuş kapitalizmi uygulamalarının olumsuz etkileri öne çıktı.