Mahfi Eğilmez – 22.09.2017
Küresel kriz çıktıktan sonra uygulamaya sokulan ekonomik önlemler, geçmişte yaşanan benzer olaylarda geliştirilen ekonomik önlemlere ilk bakışta benzese de bazı farklar taşıyordu. Mesela 1929 Büyük Depresyonu’nda uygulamaya sokulan ekonomi politikası, tıpkı küresel krizde uygulamaya sokulan ekonomi politikası gibi genişlemeci bir politikaydı. İkisi de sonuçta piyasadaki para miktarını (likiditeyi) artırarak ekonomiyi canlandırmayı hedef alıyordu. Ne var ki ikisi arasında ciddi bir fark var: 1929’da uygulanan genişlemeci ekonomi politikası maliye politikasına dayanıyor, kamu harcamalarının artırılıp, vergilerin düşürülmesini esas alıyordu. Oysa küresel krizde uygulanan ekonomi politikası parasal politikayı esas alıyor ve piyasadan tahvil alıp karşılığında borçlu kurumlar (Hazine ve mortgage kuruluşları) adına erken ödeme yapılmasına dayanıyor.
Küresel krizde ilk kez ABD Merkez Bankası Fed’in uygulamaya başladığı piyasadan vadesi gelmemiş tahvilleri alıp karşılığında para verme ve dolayısıyla likiditeyi bollaştırma uygulaması, İngiltere Merkez Bankası başta olmak üzere, Avrupa Merkez Bankası ve Japonya Merkez Bankası tarafından da yaşama geçirildi. Böylece dünyanın en büyük ekonomileri, adına ‘niceliksel gevşeme’ (quantitative easing) denilen para politikası uygulamasına giriştiler. Bu uygulamanın para basma olarak adlandırılan uygulamadan büyük bir farkı yok.
Fed, ABD ekonomisinde beklenen toparlanmanın başladığı kanısına vardığı 2013 yılı Nisan ayındaki toplantısında yılsonuna doğru parasal gevşemeyi tedrici olarak kaldıracağını açıkladı. Bu açıklamaya uygun olarak aynı yılın Ekim ayından itibaren aylık satın alma miktarını kademe kademe düşürerek niceliksel gevşeme uygulamasını 2014 yılı Kasım ayında tamamen kaldırdı. Niceliksel gevşeme uygulaması başlarken 900 milyar dolayında olan Fed bilançosu bu uygulamanın kaldırıldığı tarihte yaklaşık olarak 4,5 trilyon Dolara ulaşmıştı. İngiltere, Avrupa ve Japonya Merkez Bankaları uygulamaya halen devam ediyorlar.
Fed, 2017 yılı Haziran ayı toplantısında 4,5 trilyon Dolar büyüklüğe ulaşmış bulunan bilançosunu giderek artan kademeler halinde azaltmaya başlayacağını ve uygulamaya sokacağı sayısal planı da açıklamıştı. Eylül ayı toplantısında bu azaltma uygulamasının Ekim 2017’den itibaren başlayacağını duyurdu. Fed’in, niceliksel gevşemenin tam tersini uygulayarak yürüteceği bu politikaya da ‘niceliksel sıkılaştırma’ (quantitative tightening) adı veriliyor. Bu uygulamayı yürütürken Fed, elindeki tahvillerden vadesi gelenleri bu tahvilleri piyasaya çıkaran ilgili kurumlara (Hazine ve mortgage kuruluşları) iade edecek ve tahvilin bedelini (anapara + faiz) bu kurumlardan tahsil edecek. Fed, aldığı bu parayla yeni tahvil almayacak. Böylece piyasaya sürdüğü Dolarları geri çekerek bilançosunu küçültmüş olacak.
Niceliksel gevşeme uygulamasının 1929’da uygulanan maliye politikasından veya doğrudan karşılıksız para basıp dağıtmaktan ne farkı var? En önemli fark vadesi gelen tahvilin parasını alıp piyasadaki aşırı likidteyi çekmek olarak karşımıza çıkıyor. Eğer maliye politikası uygulanarak veya tahvil karşılığı olmaksızın para basılarak piyasaya likidite sürülmüş olsaydı ekonomi toparlandığında bu fazla likiditeyi çekmek için vergileri artırmak ya da yeni vergiler koymak gerekecekti. Bu uygulama vergi verenlerin tepkisini çekecek siyasetçiye oy kaybına mal olacaktı. Oysa bugünkü uygulamadan vergi verenlerin alınan ve verilenden haberi bile olmayacak. Aradaki bu fark, küresel krizde para politikasının niçin maliye politikasına tercih edildiği sorusunun yanıtıdır.