Neoliberalizm, Keynes’in klasik iktisatçılar diye sınıflandırdığı iktisatçıların ‘bırakınız yapsınlar’ yaklaşımına dayalı ekonomik felsefeye geri dönüşü desteklemek üzere ortaya atılmış görüşleri temsil eden bir terim. 1929 Büyük Depresyonunun ardından bütün dünyada ekonomik toparlanma amacıyla uygulanan Keynesyen ekonomi yaklaşımı, klasik iktisatçıların öne sürdüğü gibi ekonominin kendi haline bırakıldığında dengeye kavuşamayacağını, devlet müdahalesinin zorunlu olduğunu öne sürüyordu. Neoliberalizm taraftarları, 1970’lerden itibaren seslerini yükselterek, Keynesyen yaklaşıma karşı çıkmaya, piyasaların kendi haline bırakılmasını savunmaya ve bu serbestlik çerçevesinin oluşturulması halinde ekonomik sistemin hiçbir aksamaya meydan bırakmadan çalışacağını öne sürmeye başladılar. Bu görüşler, 1980’lerde arz yönlü ekonomi yaklaşımına temel oluşturdu. Arz yönlü ekonomi yaklaşımının savunucuları; üretimin arttırılmasının, dolayısıyla toplumsal refahın yaygınlaştırılmasının vergilerde indirim yapılması, üretimi kısıtlayan çevre koruma standartlarının hafifletilmesi, kuralların gevşetilmesi, kamu kesimine ait üretim birimlerinin özelleştirilmesi gibi adımlarla gerçekleştirilebileceğini öne sürdüler. Onlara göre talep denetimi yoluyla sağlanacak enflasyonla mücadele politikasının yerini arzı arttırmak suretiyle yaratılacak fiyat ucuzluğu politikası almalıydı. Arz yönlü ekonomi yaklaşımı ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher ve Türkiye’de Özal zamanında yaşama geçirildi ve günümüze kadar uygulanmaya devam etti.
Öteden beri neoliberalizmin önerdiği yaklaşımlara ek olarak, paraların yabancı paralar karşısında dalgalanmaya bırakılmasını, sermaye hareketlerinin serbest kalmasını savunan IMF, bu felsefenin özellikle gelişme yolundaki ekonomilerde de uygulanmasının önderliğini üstlendi. Neoliberalizmin doruk noktası 1990’larda yaygınlaşan küreselleşme çerçevesinde paraların dalgalanmaya bırakılması ve sermaye hareketlerinin dünya çapında serbest kalması oldu. 20’inci yüzyılın son çeyreğinden itibaren bunlar yaşama geçirildi ve neoliberalizmin bütün önerileri kapitalizme egemen kılındı.
Gevşetilen kurallar, başlangıçta yaratıcılığı ve büyümeyi teşvik etti. Zaman ilerledikçe kurallar gevşetildikçe daha fazla kazanmak için ahlâk dışı yollara sapmayı teşvik eden bir ortam doğmaya başladı. Bu ortamla birlikte ahlâk dışı yollara sapmak konusunda gelişmekte olan ekonomilerle gelişmiş ekonomiler arasında büyük farklar olmadığı da ortaya çıktı. Kuralların gevşetilmesi, devlet müdahalesinin kaldırılması, bol kaldıraçlı işlemlerin yaygınlaşması derken sonuç olarak neoliberalizmin vaat ettiği cennet, cehenneme dönüştü ve kapitalist sistem 2008’de tarihin ilk küresel krizine girdi. Buradan dersler çıkarılıp neoliberal politikalar yerini daha insancıl, daha doğayla barışık, daha etik uygulamalara bırakır diye düşünülürken, birkaç göstermelik kısıtlama dışında, neoliberalizmin önerileri gündemde kalmaya devam etti. Çevre sorunlarını çözecek önlemler uygulanacak yerde betonlaşma yeşilin yerini almaya devam etti, etik uygunluğa bakarak kazanç elde etme öne çıkacak derken ne pahasına olursa olsun kazanç arttırma temel hedef olmaya devam etti, özelleştirmelerin verimliliği artıracak şekilde yapılması amaçlanacak yerde parayı alıp gerisine aldırmama yaklaşımı sürüp gitti. Sonuçta küresel krizden çıkılmaya başlandığı düşünülürken bu kez Covid-19 ile birlikte çok daha ağır tahribat yaratacak bir ekonomik krize daha girildi. Aslında girilen kriz Covid – 19 pandemisinin değil neoliberalizm pandemisinin yarattığı bir krizdir.
Neoliberalizm bir kez daha iflas etmiş görünüyor. Ne var ki bu yeni bir düzene geçileceği anlamına gelmiyor. Yine IMF önderliğinde bazı çalışmalar yapılıyormuş gibi görünse de, çok daha derin çöküşler yaşanana kadar, muhtemelen bu uygulamalar devam edecek.