Mahfi Eğilmez – 03.12.2014
Birisi bir şey yapmayı planladığını söylediğinde iktisatçının ilk sorusu “ne pahasına?” sorusudur. Bu soru ekonomide alternatif maliyet (vazgeçme maliyeti ya da tercih maliyeti) diye bilinen konuya götürür bizi. Her seçim bir vazgeçmedir. Diyelim ki ayın son günü, işten çıktınız ve cebinizde sadece 25 TL var. Evde yiyecek hiç bir şey yok. Karnınız acıkmış ve sinemada görmeyi çok istediğiniz bir film oynuyor. Bu parayla gidip bir şeyler yiyebilir veya sinemaya gidip patlamış mısır ve içecek bir şey alıp film izleyebilirsiniz. İlkinde açlığınızı çok daha iyi giderir, ikincisinde ise görmeyi çok istediğiniz filmi, açlığınızı daha az gidererek izlemiş olursunuz. Diyelim ki bir şeyler yemeyi tercih edip parayı yemeğe harcadınız. Bu durumda sinemaya gidip film izlemekten vazgeçmiş olursunuz. Eğer film oynamaya devam ediyorsa aybaşında maaşınızı (ya da harçlığınızı) aldıktan sonra o filme yeniden gitme imkanınız olabilir. Ama eğer o filmin son gösterim günüyse bir daha o filmi sinemada görme olanağınız olmayabilir.
Yemek yemek ile sinemaya gitmek arasında yaptığınız tercihin iki türlü maliyeti vardır. İlki yaptığınız işe ödediğiniz fiyattır. Yemeğe 25 TL ödemişseniz o yemeğin size maliyeti budur. Yemek yemeği tercih edip sinemaya gitmemişseniz, yemek yemenin maliyeti, film izlemek, patlamış mısır yemek ve içecek içmekten vazgeçmektir. Buna alternatif maliyet diyoruz.
Bütün ekonomik işlemlerin fiyat ile ölçülebilen bir dolaysız maliyeti bir de alternatif maliyeti vardır. Bazen siyasetçiler “kendi uçağımızı kendimiz yapalım” derler. İktisatçılar burun kıvırır. Toplum büyük ölçüde siyasetçiye hak verir. Oysa iktisatçının burun kıvırması boşuna değildir. Uçak yapmak kolaydır. Bütün mesele ne kadar para harcayacağınız meselesidir. Eğer 100 milyon dolara mal ettiğiniz uçağı başkaları 50 milyon dolara yapıyorsa sizin o uçağı yapmanız sadece bir gösteriş yatırımından ibarettir. Ve o aşamada iktisatçı o kritik soruyu sorar: “Ne pahasına?” Yanıt sanırım “halkın refahı pahasına”dır. Çünkü o uçağı 50 milyon dolara satın almak yerine 100 milyon dolara yaparak harcanan ek 50 milyon dolarla okul, yol, köprü vb yapımından vazgeçilmiştir. Bu durumda o uçağın maliyeti parayla değil vazgeçilen okul, yol, köprü vb sayısıyla ölçülür. Aslında daha ileri bir soru böyle bir uçağa gerek olup olmadığı sorusudur. Çünkü bunu sorguladığımız zaman gereksiz maliyet 50 milyon dolardan 100 milyon dolara, alternatif maliyet de çok daha fazla sayıda okul, yol, köprü vb ye yükselir.
Bu tür alternatif maliyetler bir kişinin veya bir toplumun katlanması gereken maliyetlerdir. Bir de bütün insanlığın, hatta bütün canlıların katlanması gereken maliyetler var: Çevrenin tahrip olması.
Kapitalizmin yaşamımıza getirdiği en büyük kötülük kar maksimizasyonu gibi, büyüme gibi kavramlardır. Büyüme mesela, sihirli bir kavram gibi sürekli çevremizde dolaşıp duruyor. Her gün bunu konuşuyoruz: “Bizim şirket büyüyor”, “işimi hızla büyütüyorum”, “ekonomi büyüyor”, “Avrupa büyüyemiyor.” Neredeyse her şeyi büyümeyle ölçer olduk. Kapitalizmin beynimize yerleştirdiği çip bunu empoze ediyor sürekli. İktisatçı olarak her konuda sorduğumuz “ne pahasına?” sorusunu burada nedense soramıyoruz. Oysa her büyüme, doğanın, çevrenin biraz daha aşındırılmasıyla mümkün olabiliyor. Ekonominin büyümesi için yeni enerji santrallarına, yeni yollara, yeni fabrikalara, yeni hava limanlarına, köprülere, daha çok üretime ihtiyaç var. Bunların hepsi doğanın biraz daha yok edilmesiyle yapılıyor. Yeni hava limanları eski ormanların yok edilmesiyle, yeni yollar, köprüler eski tarlaların betonlaştırılmayla yapılıyor. Üstelik bu yeni yollar, köprüler bir süre sonra yeni araçların trafiğe girmesini teşvik ediyor, trafik arttıkça hava kirliliği artıyor. Daha çok üretim için daha çok tüketim yapılıyor.
Nüfus artışı da doğaya zarar veriyor. Çin ve Hindistan gibi dünya nüfusunun neredeyse yarısını barındıran iki ülkede ortalama refah düzeyi henüz Avrupa ve Amerika’nın ortalama refah düzeyinden uzakta. Bu iki ülkede refah düzeyi hızla yükselir de halkın çoğu buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, klima gibi çevreye zarar veren dayanıklı tüketim mallarını ve deterjan, şampuan gibi suları kirleten tüketim maddelerini yaygın biçimde talep edip kullanmaya başlarlarsa çevreye verilen zarar katlanarak artacak. Bu iki ülke sonuçta büyümüş olacak ama doğa küçülmüş olacak.
Ekonomik büyümeden vazgeçelim demiyorum yanlış anlaşılmasın. Ama her konuda olduğu gibi bunda da sınırlar olduğunu kabul etmek gerekiyor. Sınırları çok zorladığımızda her konuda olduğu gibi burada da işler karışıyor.
Ekonomide asıl olan alternatif maliyettir. Her tercih bir alternatif maliyet taşır. Bazen tercih edilmediği için pişmanlık duyulan alternatife geri dönüp onu da tercih etme şansını yakalamak mümkün olabilir. Ekonomik büyümenin alternatifi doğanın küçülmesidir. Ve bu tercihte ne yazık ki geri dönüş yok.