Mahfi Eğilmez – 03.05.2018
Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme oranı, en basit yöntem kullanılarak yani uzun yıllar ortalaması alınarak, yüzde 5 olarak hesaplanıyor. Ne var ki bu büyüme oranı ya yüksek bütçe açığı ya da yüksek cari açık vererek sağlanan bir büyüme oranı olduğu için sürdürülebilir bir oran değil. Bu ortalamaya giren yılların çok büyük çoğunluğu bütçe açığı ve cari açığın birlikte olduğu (ikiz açık) bir finansman modeline dayanıyor. Türkiye’nin bu büyüme ortalamasını sürdürebilmek için bugün yapmak zorunda olduğu yatırımların GSYH’ye oranı yüzde 30 dolayında görünüyor. Buna karşılık Türkiye’nin bu yatırımları karşılamakta kullanabileceği tasarrufların GSYH’ye oranı yüzde 25 dolayında bulunuyor. Aradaki fark ise cari açığı oluşturuyor. İkiz açığın diğeri olan bütçe açığının GSYH’ye oranı ise 2017 yılı itibariyle yüzde 1,5 dolayında bulunuyor. Bu görünüm son yıllarda ortaya çıktı. 2000’lere gelinceye kadar cari açık yüzde 1 – 2 dolayında, bütçe açığı ise yüzde 10 dolayındaydı. Yani Türkiye, 2000’lere kadar büyümenin gerektirdiği yatırımları bütçe açığı vererek ve onu finanse ederek, 2000’lerden sonra cari açığı büyüterek ve onu finanse ederek yürüttü. Bunun sonucu olarak da iç ve dış borçları arttı.
Türkiye’nin izlediği bütçe açığı ve/veya cari açık vererek ve açıkları iç ve dış borçlanmayla finanse ederek yürütülen yatırım – büyüme modeli 1990’dan bu yana şöyle bir borç yükü yarattı:
Borç Çeşidi | 1990 | 2002 | 2017 |
İç Borçlar (milyar TL) | 57,2 | 155,2 | 596,6 |
İç Borçlar / GSYH (%) | 15,3 | 43,2 | 19,2 |
Dış Borçlar milyar USD) | 52,4 | 129,6 | 453,3 |
Kamu + TCMB | 41,6 | 86,5 | 136,2 |
Özel Kesim | 10,8 | 43,1 | 316,4 |
Dış Borçlar / GSYH (%) | 26,1 | 54,8 | 53,3 |
Bütçe Açığı / GSYH (%) | 2,2 | 11,5 | 1,5 |
Cari Açık / GSYH (%) | 1,3 | 0,3 | 5,8 |
Tablodan görüleceği gibi 2002’den sonra bütçe açığı, kamu borçlanması modelinin yerini, cari açık ve özel kesim borçlanması alıyor. Kamu kesimi yerine özel kesimin borçlanması iyidir çünkü aldığı borcu daha verimli işlerde kullanır demek mümkün. Buna karşılık özel kesimin bugüne kadar yaptığı yatırımlar cari açığı düşürücü bir gelişme sağlamadı, hatta tam tersine büyüme ile birlikte cari açık artmaya devam etti. Cari açık arttıkça da dış borçlanma arttı.
Özetle söylemek gerekirse, Türkiye, 2000’lerin ilk yıllarına kadar kamu kesimi açıkları ve kamu iç borçlanması ağırlıklı bir model izleyerek büyümesini yüzde 5 ortalamada tutarken 2000’lerden itibaren bu kez özel kesim açıkları ve özel kesim dış borçlanması ağırlıklı bir modele geçiş yaptı. Her iki dönemde de ikiz açık verdi, 2000’ler öncesinde ikiz açıkta asıl ağırlık bütçe açığında iken 2000’ler sonrasında ikiz açıktaki ağırlık cari açığa döndü.
Geçmiş verilere bakıldığında Türkiye’nin ikiz açıkları yüzde 2 – 3 düzeyinde tutarak elde edebileceği büyüme oranı yüzde 5’in altında, kabaca yüzde 3,5 dolayında görünüyor. Dış finansmana erişimin zorlaşmasının beklendiği önümüzdeki dönemde Türkiye, dış borçlanmayı düşürecek önlemleri kendiliğinden almazsa iki durumdan birisiyle karşılaşacak: (1) Dış finansman bulmakta zorlanacak. (2) Büyüme hızı istem dışı olarak düşecek. O aşamadaki tercihimiz: Kırk katır mı kırk satır mı sorusuna vereceğimiz yanıta göre biçimlenecek.
İkiz açıklardan birinden diğerine ağırlığı kaydırarak yürütülen büyüme modelinin sonuna doğru geliyoruz. Yapmamakta direndiğimiz yapısal reformlar ise giderek bizden uzaklaşıyor.