Mustafa Kemal Atatürk

Mahfi Eğilmez – 10.11.2013

Bugün 10 Kasım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 75. ölüm yıldönümü. Şimdilerde kimi Mustafa diyor, kimi Mustafa Kemal, kimi de sadece Atatürk. Yabancılar Kemal derlerdi. Oysa o Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaptıklarına bakıldığında sanki dört kişiymiş, hatta bir orduymuş gibi görünse de tek bir kişidir.

Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”, Halil İnalcık’ın “Osmanlı ve Modern Türkiye” ve Amin Maalouf’un “Çivisi Çıkmış Dünya” adlı kitabından aşağıdaki alıntıları yorumsuz paylaşmak istiyorum.

Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam:
“Derhal hissettiler ki bu bölük kumandanına verilen vazife utanılacak bir vazifedir… Seferin gayesi de tedip, yani bir isyan bastırmak maskesi altında kısaca Havran’ı soymak, talan etmektir… Orduda katıldıkları bu ilk seferde Mustafa Kemal, Osmanlı hükümeti namına yapılan haydutluğun ne olduğunu anlamıştır.”(Şam’da Geceler, sayfa 86 – 87)

“Harp okulunda öğrencilere silah verilmezdi. Silah verilse mermi verilmezdi. Hatta hoca, bazen mavzer tüfeğini tahtaya çizip tarif ederdi… Çünkü Abdülhamit, Harbiyenin silahlı oluşundan korkardı.” (Yeni Bir Ordu ve Onun Görüşü, sayfa 175.)

“Analar, babalar çökmüştür. Sandıklar, kilerler boşalmıştır. Kızlar, kardeşler, hayatın silleleri altında bunalarak tanınmayacak hallere gelmişlerdir. İşgal ise kocaman bir haysiyet yarası gibi bütün İstanbul’u gittikçe irinleşen pıhtılarıyla sarmaktadır… Müslüman İstanbul’un havasında esen, sadece hayal kırıklığı, ümitsizlik, kin ve iniltidir.” (Mütarekede İstanbul, sayfa 319.)

“… (Şehzade Vahdettin efendi) Memleketi bilmez, tanımaz. Karşısındaki herhangi birine karşı tek silahı, gözlerini kapayıp güya düşünür görünmektir.” (Geleceğin Padişahı ile Yolculuk, sayfa 280.)

“Kendisi (Atatürk) rahatsızdı. Kompartımanın perdeleri daima inikti. Dışarıyı görecek halde değildi. Görmek de istemiyordu. Ne o boş, ekinsiz, kıraçların, ne o yollara, istasyonlara dökülen, hepsi insanlıktan çıkmış, lime lime partallar içinde avaz avaz: -Ahmet va mı? Memet va mı? Sülümeni gören va mı oğul? diye çağrışan kadın, erkek, çoluk çocuk insan artıklarının görülecek hali vardı.” (Karar Noktasına Doğru, sayfa 349.)

“1335 (1919) senesi Mayıs’ının 19’unda Samsun’a çıktım.” (Yol Görünüyor, sayfa 372.)

Halil İnalcık, Osmanlı ve Modern Türkiye:
“Anadolu halkı işte böylece Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal’in kişiliğinde ve etrafında bağımsızlık savaşının önderini bulmuş oluyordu. Anadolu’da başlayan bu hareketlenme karşısında İstanbul’daki sarayın başka bir planı vardı. İngilizler, kendi vesâyetlerini kabul eden halife-sultanın kişiliğinde Anadolu ile beraber Mekke-Medine ve Arabistan’ı içeren Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtarılabileceği ümidini veriyor ve sultanla beraber Damat Ferit Paşa hükümeti böyle bir planı benimsiyordu. Böylece, Anadolu’da beliren ve tam bağımsızlığı amaç edinen milli kalkınma karşısında, Osmanlı hanedanı kendi varlığını İngiliz himayesinde sürdürebileceğini umuyordu….” (sayfa 162)

“…Buna göre 10 Ağustos 1920’de Sevres Antlaşması imzalanmıştır. İngiliz desteği ile saray ve hükümeti, bu antlaşmayı Türk milletine kabul ettirmek için, haince bir kampanya açmaktan çekinmemiştir. Mustafa Kemal idama mahkûm edildiği gibi, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Hilafet Orduları harekete geçirilmiştir…”(sayfa 167)

Amin Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya:
“Birinci Dünya Savaşının ertesinde bugünkü Türkiye toprakları çeşitli itilaf orduları arasında paylaşılırken ve Versailles’da ya da Sevres’de toplanan Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken Osmanlı ordusunun bu subayı (Mustafa Kemal) galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Birçokları karşılaştıkları haksızlıklardan yakınırken, Mustafa Kemal Paşa silaha sarılmış, ülkesini işgal eden yabancı birliklere karşı koymuş ve diğer güçleri, tasarılarını gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Bu ender rastlanan tutum -söylemek istediğim hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına karşı direnme gözü pekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması- onun meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. Kısa süre içinde ulusun kurucusu konumuna gelen eski subayın Türkiye’yi ve Türkleri istediği gibi yeniden biçimlendirmek için uzun süreli bir gücü vardır artık… Halkı da onu izlemiştir. Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanışları alt üst etmesine izin vermiştir. Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir. Ondan fedakârlıklar, kısıtlamalar isteyebilir ve hatta buyurganca davranabilir; halk yine de onu dinleyecek, savunacak, onun sözünü dinleyecektir; sonsuza dek değil ama uzun süreliğine. Dine çatsa bile, yurttaşları çok da sırtını dönmeyecektir ona. Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşruiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınkiyle aynı olana verilir…(sayfa 80-82)

“İslam aleminde pek çok lider, Türkiye örneğine öykünmeyi düşledi. Afganistan’da 26 yaşındaki gencecik kral Emanullah 1919’da tahta geçti ve Atatürk’ün izinden gitmek istedi. Ordusunu işgalci İngiliz birliklerinin üstüne sürdü ve ülkesinin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Bu şekilde kazandığı saygınlıktan güç alıp iddialı reformlara girişti, çok eşliliği ve peçeyi yasakladı, erkek ve kız çocuklar için modern okullar açtı, özgür basının ortaya çıkmasını destekledi. Bu deneyim 10 yıl sürdü, 1929’da Emanullah kendisini dinsizlikle suçlayan gelenekçi liderlerin komplosuyla tahttan indirildi… İran’da Rıza Şah’ın girişimiyse daha uzun süreli oldu. Atatürk’e hayran bir kişi ve tıpkı onun gibi subay olan Rıza Şah kendi ülkesinde aynı modernleştirici girişimi gerçekleştirmek istiyordu; ama en sonunda gerçek bir kopmayı başaramayıp Avrupa tarzı bir cumhuriyet yerine yeni bir hanedanı, Pehlevi hanedanını kurmayı yeğledi ve bir bağımsızlık çizgisi izlemek yerine güçler arası çelişkilerden yararlanmaya çalıştı. Kuşkusuz model aldığı kişiyle (Atatürk) aynı yeteneklere sahip değildi… Hanedan, iktidarı korumak için İngilizlerle, ardından da Amerikalılarla, yani İran halkının refah ve onurunun düşmanı olarak gördüğü ülkelerle ittifak yaptı… Atatürk örneğinin tersi bir örnek bu. Düşman güçler tarafından korunduğu düşünülen birinin meşruiyeti kabul edilmez ve giriştiği her iş değersiz görülür; ülkeyi modernleştirmek istiyorsa, halk modernleşmeye karşı çıkar; kadınları özgürleştirmeyi hedefliyorsa, sokaklar protestocu çarşaflılarla dolar.” (sayfa 82 ve 83)

“Pek çok sağduyulu reform başarısızlığa uğramıştır, çünkü nefret edilen bir iktidarın imzasını taşıyordur! Bunun tersine, pek çok akla aykırı eylem de alkışlanmıştır, çünkü savaşçı meşruiyetin damgasını taşıyordur! Öte yandan, bu durum bütün dünya için geçerlidir; bir öneri oylanırken, seçmenler önerinin içeriğindense, onu temsil eden kişiye güvenip güvenmediklerine göre kararlarını verirler…” (sayfa 83)

“Atatürk’ün elde ettiği meşruiyet onun ölümünden sonra da devam etmiştir ve bugün de Türkiye onun adına yönetilmektedir. Onun düşüncelerini paylaşmayanlar bile ona belli bir bağlılık sergilemek zorunda hissederler kendilerini.” (sayfa 83)

Mustafa Kemal Atatürk’ü bir kez daha hayranlıkla ve saygıyla anıyorum.

Not: Bu yazı, 2000 ve 2009 yıllarında Radikal Gazetesinde yayınlanan üç ayrı yazımın bir araya getirilmesi ve bunlara Halil İnalcık’ın kitabından alıntıların eklenmesiyle yazıldı.

Kaynaklar:
1. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
1. Halil İnalcık, Osmanlı ve Modern Türkiye, Timaş Yayınları, İstanbul 2013.
2. Amin Maalouf (çeviri Orçun Türkay), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir