Yanıtı hemen vereyim: Bilmiyorum. Kimsenin de bildiğini sanmıyorum. Merkez Bankası biliyor mu ondan bile emin değilim. Bu soruyu yıllardır yanıtlamıyorum. Çünkü yıllardır Merkez Bankası son ana kadar toplumu yönlendirecek hiçbir şey söyleyemiyor. Bu durumda Merkez Bankası’nın faizi ne kadar artıracağını tahmin etmek iktisatçıların değil falcıların işi haline dönüşüyor. Tahmin açıklayanlar aslında şimdi benim de yapacağımı yaparak kaç puan artıracağı tahminini değil kaç puan artırmasını istediklerini açıklıyorlar. Mesela Fed’in veya Avrupa Merkez Bankası’nın ya da İngiltere Merkez Bankası’nın faizi ne kadar artıracağı ya da düşüreceğini tahmin ediyorum ve bu tahminim hiç şaşmıyor. Çünkü o kurumlar kararlarını rasyonel çerçevede alıyorlar. Enflasyon yükseliyorsa faizi yükseltiyorlar, enflasyon düşüşe geçmişse bir süre bekleyip faizi de düşürmeye başlıyorlar. Nasıl bir karar alacaklarını da günler öncesinden kamuoyuyla paylaşıyorlar, böylece bir dalgalanmaya yol açmıyorlar. Uzunca bir süredir bilim dışı düşünmeye sürüklendiğimiz ve dolayısıyla neden – sonuç ilişkilerini karıştırdığımız için bizde böyle bir rasyonel ilişki kurulamıyor. Öyle olunca da son saniyeye kadar Merkez Bankası’nın ne yapacağı bilinemiyor ve açıklama gelince dalgalanmalar yaşanıyor. O nedenle ben burada Merkez Bankası’nın faizleri kaç puan artıracağını değil faizleri hangi düzeye yükseltirse ne gibi sonuçlar ortaya çıkacağını tartışmaya çalışacağım.
İlk senaryo: Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 8,5’den enflasyon düzeyine yani yüzde 40’a yükselttiğini düşünelim. Bu durumda Türk Lirası yeniden yatırım yapılabilir bir araç haline gelir, yabancı paradan dönüşler hızlanır, bankalardaki TL tasarruf mevduatı artar. Faizin açıklanan enflasyondan yüksek düzeye çıkması nedeniyle otomobile, konuta, borsaya ve altına yönelik talep geriler, ülkenin risk primi (CDS primi) düşer. Bunun sonucu olarak TL, yabancı paralara karşı değerlenir, kur geriler, yabancı yatırımlar ekonomiye girmeye başlar, borç verenler de daha çok borç vermeye yönelirler. Merkez Bankası rezervleri artmaya başlar. Ülkeye yönelik ilgi artınca dış borçlanmanın faizi de düşüşe geçer. Bu pozitif gelişmeye karşılık negatif bazı gelişmeler de ortaya çıkar. Örneğin sıcak para yeniden ekonomide egemen hale gelir ve para politikasının önemli bir kısıtı olur. Faizlerdeki yükselme bankaların elindeki düşük faizli devlet tahvillerini işe yaramaz varlıklar haline dönüştürür, bankalar zarar eder. Merkez Bankası’nın bu sert faiz artırımı bankaların da faizleri artırmasına yol açar. Bankaların faizleri artırması ve dönmeyen kredilerin peşine düşmesiyle zombi şirketlerin çoğu batar, bankaların kredi batıkları yükselir, KOBİ’ler faiz yükü nedeniyle zor duruma düşer. Kredi kullanmış bireyler sıkıntıya girerler, kurdaki düşüş nedeniyle ihracat düşer ithalat iyice artar, zaten yüksek olan cari açık iyice yükselir.
İkinci senaryo: Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 8,5’den yüzde 15 düzeyine yükselttiğini düşünelim. Bu artış, son dönemde yaratılan yüksek artış beklentilerinin yarattığı beklenti tuzağı nedeniyle ‘dağ fare yarattı’ yorumuna yol açabilir. Herhangi bir olumlu sonuç yaratamayacağı gibi ilerleyen sürede olumsuz beklentilerin artmasına yol açabilir. Bu çapta bir artışla ülkeye yabancı yatırımcı gelmez, bankalar bir miktar negatif etkilense de bu etkilenme fazla olmaz. Zombi şirketlerin zombiliği su yüzüne çıkar, KOBİ’ler biraz daha sıkıntıya girer. Kur fazla geriye gitmeyeceği için ihracat ve ithalat çok fazla etkilenmez. Böyle bir faiz artırımı faizi hiç artırmamaya göre beklentilerini haksız çıkaracağı için ilerleyen günlerde daha olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Üçüncü senaryo: Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 15’e çıkardığını, enflasyon devam ettikçe faizi kademeli olarak artıracağını açıkladığını, eş – zamanlı olarak hükümetin yapısal reformların ilk adımlarını attığını varsayalım. Bu adımlara örnek olarak mesela İstanbul Sözleşmesinin tekrar kabul edildiğini, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’ndan yürütmenin temsilcilerini çıkarmak için yasa teklifinin meclise sunulduğunu ve diğer yapısal reformların programının açıkladığını varsayalım. Bu, en güçlü yaklaşımdır. Bu adımlarla TL, yabancı paralar karşısında değer kazanır. Burada da kurun gerilemesi nedeniyle bankalar, tüketiciler, reel sektör ve ihracatçı olumsuz etkilerle karşılaşır ama bu etkiler faizin kademeli artırılması nedeniyle ve yapısal reformların desteğiyle daha sınırlı kalır ve ülkeye yabancı yatırımcı girişi daha yoğun olur.
Benim önerim üçüncü senaryonun uygulanmasıdır. Çünkü her zaman dediğim gibi faiz tek başına ekonomiyi batırır ama tek başına kurtaramaz.
Meraklısı İçin Notlar:
(1) Bir önceki yazımı okuyan birçok kişi yapısal reformların ne olduğunu soruyor. Bu konuda bu blogda yazılarım olduğu gibi çok ayrıntılı bir de kitabım var: Yapısal Reformlar ve Türkiye (Remzi Kitabevi.)
(2) Bazı arkadaşlar ‘hani faiz artarsa sorun çözülürdü şimdi niye farklı şey söylüyorsunuz’ diye soruyor. Ben hiçbir zaman faiz artarsa sorun çözülür demedim. Tam tersine sürekli olarak ‘faiz ‘tek başına her şeyi bozabilir ama tek başına her şeyi düzeltemez’ dedim ve hep faiz artışıyla birlikte yapısal reformların devreye sokulması gerektiğini vurguladım.