Bir ülke ekonomisini kuşbakışı görebilmenin en kestirme yolu makroekonomik verilere göz atmaktır. Bu verilerin en önemlileri büyüme oranı, işsizlik oranı, enflasyon oranı, bütçe açığı/fazlası, cari açık/fazla, ulusal paranın yabancı paralar karşısındaki durumu, ülkenin risk primi (CDS primi ve reyting derecesi), borçluluk oranı, kredi/mevduat oranı gibi göstergelerdir. Bu verilerin durumu ülkenin ekonomik durumu hakkında bir fikir verir. Bu verilere beş altı yıllık bir geçmişle karşılaştırarak bakıldığında da ülke ekonomisinin hangi yönde gittiği hakkında belirli bir kanaate varılabilir.
Bu anlattıklarımız yani makro verilerle ekonominin gidişini anlamak yaklaşımı dünyadaki ülkelerin pek çoğu için geçerlidir. Bazı ülkelerin ekonomik durumunu anlamak için makro verilere bakmak yeterli olmaz. Çünkü o verilerin doğruluğu tartışmalıdır. Arjantin ve Türkiye bu son gruba örnektir. Zaten o nedenledir ki dünyada üç tür ekonomi vardır: Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, Arjantin ve Türkiye.
Makro veriler bize ekonomide durumun oldukça kötü olduğunu gösteriyor. Büyüme oranının, önceki yıla göre yarı yarıya düşmüş olsa da hala yüksek olması ve işsizlik oranının gerilemesi, enflasyonun düşüş eğilimi sergilemesi kimseyi tatmin etmiyor. Bu veriler herkes tarafından tartışılıyor. Büyümenin daha düşük olduğu, gerçek işsizliğin ve gerçek enflasyonun açıklananın iki katından fazla olduğu düşüncesi oldukça yaygın bulunuyor. TL, yabancı paralar karşısında ciddi değer kaybı yaşıyor, geçen yıla kadar iyi giden bütçe dengesi son iki yılda inanılmaz açıklar veriyor, cari denge hızla bozulmaya devam ediyor. Açıklanan verilerin yanında gerçek dünyanın hissettirdiği durum bize Türkiye ekonomisinin ciddi sorunlar içinde olduğunu gösteriyor. Seçim sonrasında gelen faiz artışı, peş peşe ortaya çıkan vergi artışları, Hazine nakit dengesinde ve cari dengede ortaya çıkan rekor bozulmalar gerçek durumun verilere yansıyandan çok daha kötü olduğunu anlatıyor.
Mikro alandaki görünüm makro görünümden farklı bir durumu sergiliyor: Her yerde inanılmaz bir tüketim çılgınlığı yaşanıyor, alış veriş merkezleri dolu, restoranlarda, kafelerde yer bulunamıyor, trafik her zamankinden daha yoğun. Bayram tatilinde sayfiye kasabalarının girişinde binlerce arabadan oluşan kuyruklar oluşuyor, tatil yerlerinde oteller geçen yıllara göre iki, üç kat daha pahalı olduğu halde tam kapasiteyle çalışıyor. Yeni araba almak için önce parayı yatırıp sonra sıraya girmek gerekiyor, araba satışları rekorlar kırıyor, konut fiyatları, kiralar katlanarak artsa da konut talebi hız kesmeden devam ediyor.
Özetle makro görünümdeki bozulmaya karşılık enflasyonun yarattığı olağanüstü talep artışı, büyümenin küçülmeye dönüşmesini ve işsizliğin artmasını engelliyor ve insanlar ekonominin çökmediğini düşünüyor.
Mikro alanda makro durumdan çok farklı görünen bu durumu açıklayan birçok gerekçe var. Bunlardan birisi daha önce birkaç kez değindiğim paradan kaçış ve öne çekilmiş talep etkisi. Enflasyonun yüksek, faizin enflasyona göre düşük kaldığı bir ortamda kimse tasarruf etmek istemiyor ve eline geçen parayı harcıyor. Son vergi artışları bu eğilimi daha da hızlandırdı. İnsanlar, enflasyonun yüksekliği, Türk Lirasının yabancı paralara karşı değer kaybetmesi ve yeni gelen vergilerin yarattığı baskısıyla ileride daha pahalıya alacağını düşündüğü şeyleri bugünden almaya çalışıyor. Eskiden üç yılda dört yılda bir arabasını yenilerken şimdi her yıl bunu yapıyor, ihtiyacı olmasa da parasının satın alma gücünü koruyabilmek için yatırım amaçlı konut alıyor, bunları alamayanlar beyaz eşyalarını yeniliyorlar, yeni mobilya alıyorlar, ihtiyaçlarından daha fazla tüketim malzemesi (deterjan, şampuan, tuvalet kâğıdı vb.) alıp evlerinde stokluyorlar. Borsa, faizlerin hala gerçek enflasyondan çok düşük olması nedeniyle rekor kırmaya devam ediyor.
Bunlara ek olarak Türkiye’de GSYH’nin ve kişi başına gelirin gerçeği yansıtmadığını, kayıt dışı ekonominin giderek büyüdüğünü, özellikle son yıllarda yasa dışı yollarla ekonomiye önemli miktarda para girişi olduğunu tahmin ediyorum. Bunlar vergi dışı ve kayıt dışı kalıyor ama piyasada harcanarak sisteme giriyor. Yasa dışı yollarla kazanılan ve kayıt dışı kalan paralar yalnızca bunları kazananları değil bunları kazananların çevresindeki insanların da harcamalarını artırıyor. Her harcama onun yöneldiği kişinin gelirini oluşturduğu için bu eğilim havuza atılan taşın yarattığı etki gibi dalga dalga yayılıyor. Hiç olmadık yerlere bir takım tüketim malı satıcıları mağaza açıyor. Bir süre orada duruyor, sonra iş yapmadığı için kapanıyor. Bu mağazaların bir bölümünün kayıt dışı para kazananların eşe dosta açtırdığı mağazalar olduğunu ve asıl işlevlerinin kara para aklamak ya da kayıt dışı paraları sisteme sokmak olduğunu tahmin ediyorum. Bunlara ek olarak ülkeye son yıllarda gelen çok sayıda yabancının vergisiz gelirlerinden bol keseden yaptığı harcamaların yarattığı etkiler de var. Bu kayıt dışı gelir ve servetin yarattığı tüketim artışı etkisine ekonomi teorisindeki çarpan (çoğaltan) kavramından hareketle ‘kayıt dışı çarpan etkisi’ diyebiliriz.
Haydan gelen huya gider atasözünü doğrularcasına bu tür paraları elde edenler rahatlıkla, hesap kitap yapmadan harcayabiliyor, lüks arabalar, konutlar alıyor, en pahalı restoranlarda yemek yiyor, en pahalı tatillere gidiyor.
Özetle söylemek gerekirse ülkenin makro göstergeleriyle mikro yaşamları arasında net bir tutarsızlık var. Hangisi doğru derseniz ikisinin de yanlış olduğu kanısındayım.