Makro Ekonomik Göstergeler Nasıl Yorumlanır?
Günümüzde, ulusal ekonomileri ve dünya ekonomisini analiz edebilmek için kullanmakta olduğumuz makro ekonomik göstergeleri, ‘ekonomik büyüme’yi ölçmeye yönelik göstergeler, ülkelerin dış ekonomik ilişkileri ile ilgili dinamikleri görmemizi sağlayan ‘Ödemeler Dengesi ve Dış Ticaret Göstergeleri’ ve finans piyasalarındaki gelişmeleri izlediğimiz ‘finansal göstergeler’ gibi ana kategorilere ayırmam mümkündür. Bunun yanı sıra, ikinci bir ayrım, makro ekonomik göstergeleri yaklaşmakta olan riskler ve kriz tehditlerini önceden gösterebilen öncü göstergeler ve açıklanma süresi veya kapsamı açısından bu tür öncü gösterge olma niteliği taşımayan göstergeler olarak ikiye ayırmak ta mümkün. Nitekim, ABD’de Michigan Üniversitesi’nin hesaplanmasında öncülük ettiği, Tüketici Güven Endeksi ve Bireysel Tüketim Endeksi değerleri veya konut siparişleri ve yeni fabrika siparişleri bu verilere örnek gösterilebilir. Bununla birlikte, tektonik hareketlenmeler anlamında deprem olarak adlandırdığımız yeryüzü hareketlerinin belirlenmesi ölçüsünde karşılaşılan imkansızlıklar ölçüsünde olmasa da, ekonomik krizlerin belirtilerini ve ekonomik krizler ile ilgili olasılık ölçümlerini saptamakta halen belirli zorluklar yaşandığını da, makro ekonomik göstergelerdeki iyileşmeye rağmen, ifade etmek gerekir. Temel sorun, yapısal sorun kapsamına giren ekonomik problemlerin krize ne zaman ve ne şekilde dönüştüğünün önceden saptananamasında odaklanmaktadır. Bu zorluğun nedenlerinden birisi, farklı ülkelerin krize giriş süreçlerinin çoğu zaman birbirlerine benzerlik arz etmemesi ise, bir diğer neden de ülkelerin istatistik kurumları tarafından üretilmekte olan istatistiklerin çeşitli nedenlere bağlı olarak geç açıklanmasıdır.
Gelişmekte olan ekonomilerin çoğunda, ülke ekonomisinde giderek kronikleşen yapısal sorunlara siyasi otoritenin gösterdiği duyarsızlık, krizlerin ortaya çıkış ve derinleşme nedeni olarak tanımlanabilir. Ancak, siyasi otoritenin duyarsızlığına, özel sektörün duyarsızlığının ve küresel sorunların etkilerinin de eklenmesi, krizlerin derinleşmesinde etken olabilmektedir. 1990’lı yıllarda Türkiye’de yapısal sorunların izlediği süreç, yani yapısal sorunların bir krize dönüşmesi süreci, yukarıda saydığımız nedenlerin bir araya gelmesi açısından, bu konuda en iyi örneklerden birisini oluşturmaktadır. Genel olarak ekonomideki yapısal sorunlara gösterilen bu duyarsızlığın yanısıra, bu sorunların çözümüne yönelik politika ve araç-yöntem tercihlerindeki hatalar da; daha açık bir ifade ile uygulanan para ve kur politikasındaki yanlış tercihler de krizlerin çıkışında ve derinleşmesinde etkili olmuştur. Yanlış politika tercihlerinin sonuçları açısından, 1970’li yıllarda Petrol Krizleri’nin yarattığı sorunları gidermede tercih edilen çözümler ve 1997 yılında patlak veren Asya Krizi’nde oluşan süreç en önemli örnekleri oluşturmaktadır.
Batılı ekonomilerde şeffaflaşan Merkez Bankacılığı, ekonomi yönetimindeki istikrar ve sorumlu yönetim anlayışı, makro ekonomik göstergelerin hassasiyetini bir kat daha arttırmış ve makro ekonomik göstergelerdeki ipuçları beklenen krizler için çoğu zaman öncü gösterge niteliği taşımıştır ve taşımaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde ise kayıt dışı ekonominin yarattığı deformasyon ve şeffafsızlık makro ekonomik göstergelerin krizler için öncü gösterge olma özelliğini zayıflatmaktadır. Bununla birlikte, makro ekonomik göstergeleri 3 ana kategoride bir araya getirmek suretiyle, krizler ile ilgili öncü göstergeleri oluşturmak mümkün gözükmektedir. Bu 3 ana kategoriyi tek tek ele almak yararlı olacaktır.
Kaynak: Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği Lisanslama Sınavları Eğitim Notları – Doç. Dr. Kerem Alkin