Mahfi Eğilmez – 19.09.2014
I. İki farklı dönem
Türkiye ekonomisi 2003 ile 2014 arasında AKP tarafından yönetildi ve yönetilmeye devam ediyor. Türkiye ekonomisinin bugünkü sorunlarını teşhis edebilmek için bu 13 yıllık dönemi ikiye ayırarak incelemek doğru olacak: 2003 ile 2012 yılları arasındaki 10 yıllık birinci dönem ve 2013 sonrasında şimdilik 2 yılı geride kalan ikinci dönem. Bu ikinci dönemin ilkinden ciddi farklılıkları var ve bu farklar Türkiye ekonomisinin bugünkü sorunlarını oluşturuyor.
Bugünün temel ekonomik sorunları
1. Büyüme düşüyor
Türkiye ekonomisi, 2003 ile 2012 yılları arasındaki on yıllık sürede yüzde 5,1 büyüdüğü halde 2013 – 2014 (ilk yarı) yıllarında yüzde 3,7 oranında büyümüş bulunuyor. 2014 yılının tamamında ilk yarıdaki yüzde 3,3’lük büyümenin daha da düşeceğini tahmin ediyoruz. Bu durumda bu son iki yıldaki büyüme ortalaması yüzde 3,4 dolayına gerileyebilir. Buna göre büyüme ilk döneme göre ikinci dönemde 1,7 puan gerileme sergileyecek demektir. İktidarın ilk on yılında yüzde 5’lik büyüme potansiyelini yakalamış olan Türkiye son iki yılda potansiyelinin ciddi biçimde gerisine düşmüş görünüyor. Büyümedeki düşüşün olumsuz bir etkisi de vergi gelirlerinde ortaya çıkıyor. Dolaylı vergilerin ciddi ağırlık taşıdığı sistemde vergi gelirlerinde artış enflasyonun altında kalıyor.
2. Cari açık düşüyor
Büyümedeki düşüşün doğal sonucu cari açığın da gerilemesi olarak karşımıza çıkıyor. Son iki yılda cari açık önce yüzde 9,9’dan 7,4’e oradan da yüzde 6’nın altına gerilemiş bulunuyor. Cari açıktaki gerileme iyi haber gibi görünse de iki sıkıntılı gelişme söz konusu: (1) İlk on yılda yüzde 5,1 oranındaki ortalama büyümeye yüzde 5,2 oranındaki cari açık eşlik ederken son iki yıldaki yüzde 3,4’lük ortalama büyümeye yüzde 6,7 oranındaki cari açığın eşlik ediyor. Bir başka deyişle Türkiye büyümesini düşürse bile cari açığını aynı oranda düşüremiyor. (2) Cari açıktaki düşüş, ithalat ve dolayısıyla ithalde alınan KDV’yi de düşürdüğü için vergi gelirlerinde enflasyon veya kur artışıyla paralel bir artış ortaya çıkamıyor.
3. Bütçe açığı şimdilik iyi görünüyor ama sorunlar var
Bütçe açığı ilk 8 ayda denetim altında görünüyor. Açık 2,7 milyar TL, buna karşılık yaklaşık 31 milyar TL faiz dışı fazla söz konusu. Bu görünüm ilk bakışta olumlu bir hava veriyor. Buna karşılık ilk 8 ayda bütçenin faiz dışı harcamaları yüzde 13,5 artarken bütçenin vergi gelirleri yüzde 7 artmış bulunuyor. Yani harcamalar enflasyonun yaklaşık 4 puan üzerinde artarken, vergi gelirleri enflasyonun 2,5 puan altında artıyor. Vergi gelirlerindeki bu düşük artışın temel nedeni Türk vergi sisteminin dolaylı vergilere olan bağımlılığına dayanıyor. Tüketim harcamaları düşünce KDV ve ÖTV gibi harcamalardan alınan vergilerin, cari açık ve dolayısıyla ithalat düşünce ithalde alınan KDV miktarı yeterince artamıyor. Sonuçta vergi tahsilatındaki artış enflasyonun gerisine düşüyor. Harcamaları bu şekilde ayarlamak mümkün olamadığı için Türkiye bir seferlik gelirlere dayalı bütçe yapısıyla idare etmeye devam ediyor.
4. Enflasyon düşürülemiyor
Ağustos ayı itibariyle 12 aylık TÜFE enflasyonu yüzde 9,5. Bu oran dünyanın en yüksek enflasyon oranlarından birisine işaret ediyor. Büyümenin hızla düştüğü bir ortamda enflasyonun böyle yüksek bir düzeyde seyretmesi son derecede sıkıntılı bir görünümü ortaya çıkarıyor. Büyüme, potansiyelin altına düşmüşken böyle yüksek bir enflasyonun varlığı sıkıntıyı giderek büyütüyor.
5. Siyasal istikrarsızlık artıyor
Birçok konuyu olduğu gibi siyasal istikrar meselesini de yanlış anlıyoruz ve seçimlerin tamamlanmış olmasını, tek başına iktidar olunmasını, siyasal istikrar için yeterli sanıyoruz. Oysa Türkiye’ye yatırım yapan yabancılar siyasal iktidarın kurumlarla (Merkez Bankası, yargı, sivil toplum örgütleri gibi) kavgalı olmasını ciddi bir siyasal istikrarsızlık olarak kabul ediyor. Bir başka konu Türkiye’yi batıdan giderek uzaklaştıran dış politika alanında ortaya çıkıyor. Türkiye, özellikle IŞİD ile ilişkilerinde samimiyetsiz bir ülke olarak algılanıyor. Bu algılama doğru olmayabilir ama algı böyle.
Ekonomik istikrarın temel taşlarından birisinin siyasal istikrar olduğu konusunda kuşku yok. Ne var ki siyasal istikrar seçimi kazanıp tek başına iktidar olmaktan çok daha başka bir şey. Hatta bazen tek başına iktidar olmak, eğer bu güç kurumlarla kavga etmek, onların bağımsızlığını tehdit etmek aşamasına geliyorsa. siyasal istikrarsızlığın nedenleri arasında bile kabul edilebiliyor.
6. Dış finansman işin anahtarı
Önümüzdeki bir yıl içinde Türkiye’nin dış finansman ihtiyacı kabaca 210 milyar dolar (170 milyarı bir yıl içinde vadesi geleceği için ödenmesi gereken dış borçlar, kalanı ise cari açık.) İç tasarrufun yetersiz kaldığı bir ortamda dış finansman ihtiyacının bu kadar yükselmiş olması Türkiye’nin kırılgan ekonomilerin başında yer almasına yol açıyor. Bu dış finansman baskısı faiz – kur kısır döngüsünün de temelini oluşturuyor.
Fed’in bizi olumsuz etkileyebilecek kararları, jeopolitik risklerdeki artış gibi bizim elimizde olmayan nedenlerle dış finansmana erişim sıkıntısıyla karşılaşmamız halinde faiz – kur kısır döngüsü bizi daha ağır biçimde etkileyecek gibi görünüyor.
II. Temel ekonomik sorunların yarattığı ortam
1. Faiz – kur kısır döngüsü
Türk vatandaşı bugün tasarrufuna karşılık negatif faiz alıyor. Bankaların mevduat faizi kabaca yüzde 9’lar düzeyinde. Buradan yüzde 15 stopajı düştüğümüzde net faiz yüzde 7,7’ye geriliyor. Bugünden bir yıl sonrasına bakıldığında enflasyonun yüzde 8’in altında olacağını söylemek kolay değil. Bu durumda reel faiz negatif demektir. Yani parasını bankaya ya da tahvile yatıran Türk vatandaşı negatif faiz alıyor. O nedenle de tasarrufunu artırmıyor. Buna karşılık yabancı yatırımcılar paralarını Türkiye’ye yatırdığında yüzde 6’ya yakın reel faiz elde ediyorlar. Çünkü onların ülkesinde enflasyon yüzde 2 dolayında bulunuyor. Bizim sistemimiz Türk tasarrufçunun birikimini yabancı tasarrufçuya aktarmaya yarıyor.
Bu aşamada faizi düşürdüğümüzde Türk tasarruf sahibi daha da kaybediyor ancak yabancı yatırımcı da getirisi düştüğü için parasını alıp gidiyor. Onlar gidince kur yükseliyor. Bu kez Türk tasarruf sahipleri faiz kazanamadığı TL’den çıkıp anaparayı korumak için dövize dönüyor. Bu aşamada telaş başlıyor ve faizi yükseltiyoruz. Böylece faiz – kr kısır döngüsünde bocalayıp duruyoruz.
2. Kısa vadecilik
Türkiye’de siyasal iktidarlar çözümleri hep kendi siyasal ömürlerine göre ayarlamaya çalışıyorlar. Bu ömür de çok uzun bir ortalamaya sahip olmadığı için uzun vadeli çözümlere hiç girişilemiyor ve kısa vadeli, daha çok günü kurtarmaya yönelik, geçici çözümler geliştiriliyor. Oysa kısa vadeler birbirinin üzerine eklenince uzun vade oluyor. Dolayısıyla kısa vadede geçici olarak çözdüğümüz sorunlar orta – uzun vadede karşımıza daha büyük sorunlar olarak çıkıyor.
Tarihinin hiçbir aşamasında yapısal reformları kendi kararı ve isteğiyle gerçekleştirememiş bir ülke Türkiye. Bu reformları ya yabancılar söylediği için ya da krize girdiği için zorunlu olarak yapmış. Onun için uzun vadeli çözümleri hep elinin tersiyle itmiş ve kısa vadeli çözümlerle zaman kazanmaya çalışmış.
AKP iktidarı, Türkiye’de çok partili demokratik yaşama geçildikten sonra en uzun süre iktidarda kalmayı başarmış bir iktidar. Eğer ilk on yıl içinde bu sözünü ettiğimiz yapısal reformlara girişmiş olsaydı halen devam etmekte olan bu ikinci döneminde bu sorunların pek çoğunu aşmış olacaktık. Tabii bunları yapsaydı o dönemde oy kaybı ne kadar olurdu ya da iktidarda kalmayı sürdürebilir miydi bunu bilemeyiz. Çünkü bu yapısal reformların bir bölümü oy kaybettirici adımlar.
III. Kritik soru
Bugün geldiğimiz aşama artık kısa vadeli çözümlerin yetmeyeceği bir aşama. Yani kendi isteğimizle yapmadığımız yapısal reformları zorunlu olarak yapmamız gereken aşamadayız. Bu noktada karşımızdaki iki alternatiften birisini seçmek durumundayız: (1) Orta – uzun dönemde rahata kavuşmak için kısa dönemde sıkıntı çekmeyi göze alacağız ve yapısal reformları kriz çıkmadan yapacağız. (2) Orta – uzun dönemi kadere bırakıp günü kurtaracak çözümlerle bu sıkıntıları erteleyebildiğimiz kadar erteleyip kısa vadede sıkıntıya girmeyeceğiz.
Sizce hangisini yapacağız? Yapısal reformlara girişip geleceği mi kurtaracağız yoksa geçici çözümlerle günü kurtarmaya devam mı edeceğiz?