Mahfi Eğilmez – 27.09.2014
İllüzyon ya da yanılsama, gerçek bir nesnenin duyular üzerindeki izlenimlerinin yanlış değerlendirilmesidir. Algılama sırasında oluşan yanılsamalar bazen kendiliğinden ortaya çıkar. Bazen de birisinin yarattığı illüzyonlar algılamamızı etkileyebilir.
Son on yılda üniversite sayısını katlayarak artırdık. Buna paralel olarak üniversite öğrencisi sayısı da katlanarak arttı. İşadamlarımızın bir bölümü vakıf kurarak bu vakıflara üniversite açtırdılar. Sonra da holdinglerine bağlı temizlik, güvenlik, onarım vb şirketleri kurarak bu üniversitelerin işlerini onlara aldırdılar. Böylece bu iş hem vergi avantajları hem de bu tür kazanç mekanizmalarıyla karlı bir işe dönüştü. Bu üniversiteler çok sayıda öğrenciyi almaya başladı. Vakıf üniversitelerinin önderliğinde kontenjanları artırılan devlet üniversitelerinde de eğitimin kalitesi geriledi. Görünüşe bakılırsa Türkiye’de son on yılda üniversitede okuyan öğrenci sayısı hızla artmış durumda. Ne var ki artan sadece sayı, kalite değil. Bugün İİBF’leri bitirenlerin büyük bir bölümü temel bilgileri bile alamadan mezun oluyor. İktisatçıyım diye dolaşanların onda dokuzu bırakın analiz yapmayı ekonominin tanımını veremiyor. 400 bin dolayında işsiz İİBF mezunu var. Ve her yıl bu işsiz ordusuna 30 bin dolayında yeni mezun katılıyor. İşsiz öğretmen ordusu da 300 bin dolayında bulunuyor ve sayıları her yıl artıyor. Birçok başka bölüm mezunu da benzer durumda ama sayıları İİBF’liler ve öğretmenler kadar fazla olmadığı için sesleri o kadar duyulmuyor.
Çoğu insan yüksek öğrenimde yapısal reform yapıldığını sanıyor. Oysa gerçekte lise mezunu olup üniversite sınavını kazanamayanların sorununu liseden üniversiteye taşımaktan başka bir iş yapmadık. Bunun bir yapısal reform olarak tanıtılması 4 -5 yıl sürdü. Bu okullar mezunlarını verip de kalite sorunu gün yüzüne çıkınca bir reformla değil deformla karşı karşıya olduğumuz anlaşıldı. İşin kötüsü iyi okullar da kötüleri izleyerek kaliteyi düşürdükleri için ileriye gidecek gibi görünen gelişme geriye gitmeye başladı. Bugün Türkiye, ortalama olarak, on yıl öncesine göre çok daha düşük kalitede üniversite mezunlarına sahip.
Ekonomik gelişme, aslında kalkınma aşamasını tamamlamış ve yapısal değişim içine girmiş ekonomilerin durumunu anlatmak için kullanılır. Gelir ve refah sorununu bir anlamda çözmüş olan ekonomilerin, sosyal alanlarda, eğitimde, hukuk alanında, demokraside, kültürel yaşamda ilerlemesini tanımlamakta kullanılır. Birleşmiş Milletlerin “insani gelişmişlik endeksi” bu kavramdaki ilerlemeyi ölçmeye de yarıyor. Kalkınmayı ve gelişmeyi ölçmekte kullanılabilecek bir başka veri seti de Dünya ekonomik Forumu tarafından açıklanan “küresel rekabet raporu.” Bir ülke küresel rekabette sürekli üst sıralara doğru tırmanıyorsa gelişme yolunda ilerliyor demektir.
Türkiye bir süre önce bu iki endekste de üst sıralara doğru ilerliyordu. Üniversite sayısı ve üniversitede okuyanların sayısı artıyor, araştırma yapacak insan sayısı fazlalaşıyordu. Görünüm böyleydi. Son iki yılda iki endekste de gerilemeye başladık. Neden? Çünkü mezunların kalite sorunu olduğu anlaşılmaya başlandı. Çoğu iş bulabilecek derecede eğitim almamıştı. Görünüm ile gerçek farklıydı.
Türkiye, son dönemde birçok alanda atılımlar yaptı. Başlangıçta bunlar yapısal reformlar gibi algılandı. Ne var ki zaman içinde bunların birçoğunun illüzyondan ibaret olduğu ortaya çıktı. Burada örnek olarak verdiğim üniversite eğitimi bu illüzyonlardan yalnızca birisi.