Mahfi Eğilmez – 23.10.2016
Bir zamanlar sürekli gündemde tutulan Maastricht kriterleri, Avrupa Birliği (AB) idealinden uzaklaştıkça gündemden düştü.
Nasıl ki Kopenhag kriterleri bir ülkenin AB’ye katılmasının koşullarını belirliyorsa Maastricht kriterleri de AB’ye üye ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe katılabilmesinin koşullarını belirliyor. Ekonomik ve parasal birliğe katılmanın sonucunda üye ülke kendi parasını terk edip Euro’yu para birimi olarak kabul ediyor. Maastricht Antlaşması, 1 Ocak 1993’de yürürlüğe girdi ve AB üyesi ülkelerin ekonomik ve parasal birliğe geçişte aralarındaki farklılıkların giderilmesi için bazı koşullar belirledi. Bu koşulları yerine getiren üye ülkelerin aynı para birimini (Euro) kullanabilmesini öngördü.
Şimdi önce Maastricht kriterlerini sıralayalım:
(1) Toplulukta en düşük enflasyona sahip (en iyi performans gösteren) üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalamasıyla ilgili üye ülke enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemelidir.
(2) Üye ülke devlet borçlarının GSYH’sına oranı %60’ı geçmemelidir.
(3) Üye ülke bütçe açığının GSYH’sına oranı %3’ü geçmemelidir.
(4) Herhangi bir üye ülkede uygulanan uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibariyle, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmayacaktır.
(5) Son 2 yıl itibariyle üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş olmamalıdır.
Şimdi bu kriterleri ve Türkiye’nin durumunu bir tabloya dökelim (Türkiye, dalgalı kur rejiminde olduğu için 5’inci kriter olan devalüasyon kriterinin muhatabı olmadığından onu almıyorum):
Kriter | Esas alınacak oran (%) | Euro Bölgesi Ortalaması (%) | Türkiye (%) | Türkiye’nin Durumu |
Enflasyon | 0,4 | 0,4 | 8,1 | – |
Devlet Borcu / GSYH | 60,0 | 91,0 | 37,0 | + |
Bütçe Açığı | -3,0 | -2,0 | -1,5 | + |
Uzun Vadeli Faiz Oranı | 0,5 | 0,5 | 9,0 | – |
Tabloya göre Türkiye iki kriteri tutturmuş iki kriteri tutturamamış durumda görünüyor. 2001 krizi sonrasında uygulanan programla bütçe ve ona bağlı kamu borçları sorununa çözüm getirebilmiş olan Türkiye, enflasyon ve ona bağlı olan faiz meselesini çözememiş.
Bütün dünyada, bu dönemde, kamu borçlarının yükselmesine karşılık Türkiye’nin bu alanda sağladığı başarı çok önemlidir. Buna karşılık bütün dünyada enflasyonun sıfırlar düzeyine indiğini göz önüne alırsak bu alanda hala iki haneli enflasyonu zorlar bir yapıda olmamız anlaşılabilir bir durum değildir.
Bütçe açığını düşürmemiz sonucunda kamu borç stokunu düşürmeyi başardık. Aslında benzer bir durumu 2003 – 2009 arasında enflasyonu düşürerek faizlerde de ciddi oranlarda düşüş sağladık. Ama sonrasında ne olduysa enflasyonu düşürerek faizleri düşürme yaklaşımını terk edip faizleri düşürerek enflasyonu düşürmek gibi ters bir yola girdik.
Enflasyonu ve faizleri kalıcı olarak düşürmenin tek yolu enflasyonu düşürmektir. Bunun da yolu ekonomiyi dış finansmana bağımlı yapıdan kurtarmak ve dolayısıyla kurların etkisine açık halden çıkarmaktan geçiyor. Bu çerçevede cari açığı düşürecek bir teşvik politikasını uygulamaya sokmak gerekiyor. 6 – 7 yıldır konuşup, sanki uyguluyormuş gibi yapıp da bir türlü yaşama geçiremediğimiz cari açığı düşürecek bir teşvik modelini uygulamaya koymamız şart.