Bizim seçimlerdeki garip koalisyonları da destekler biçimde, son birkaç yılda Batı’dan yükselen bir aşırı sağ akımı olduğu biliniyordu.
Ancak yükseliş bir tarafa ilk zafer geçtiğimiz yıl İtalya’dan geldi, ardından Arjantin, hadi o normaldir halkı IMF’den çok çekmiş derken…Son şoku ise Hollanda’daki seçim sonuçlarına göre birinci çıkan Gert Wilders’in şaşırtıcı galibiyetinde yaşadık.
Gerçi kendisi tek başına hükümet kuramayacak ve ülke büyük ölçüde garip bir koalisyona teslim olacak fakat trende bakıldığında marjinallikteki hâkimiyet sanki bizi İkinci Dünya Savaşı öncesindeymiş gibi bir dejavuya sürüklüyor. Kilit seçim ise Kasım 2024’te olacak ki İngiliz ve ABD basınındaki Trump paranoyasından şimdiden birkaç korku filmi için malzeme çıkar. Dejavu mu yoksa tarihin tekerrürü müdür?
Bilinmez ancak çıkarsamamı destekleyen yakın tarihi mercek altına alacak olursam: Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen ve galip devletlerle Versailles Anlaşması’nı (tüm kolonilerini, pek çok toprak ve madeni kaybetmesi, ödeyemediği savaş tazminatlarının oluşması) imzalayan Almanya, zaten siyasi kopuştan ötürü yavaşlamış ticari ilişkilerin üzerine bir de 1929 buhranı gelince bunu ekonomik olarak kaldıramaz ve bankacılık sisteminden başlamak üzere büyük bir krize girerek, iflas noktasına gelir.
Sonradan olanlar ise satranç tahtasındaki taşlara yeni isimler verilmesine neden olur. İlginç olanı hem Birinci hem de İkinci Dünya Savaşı öncesinde Balkanlar ve Avrupa’da iç karışıklıkların da var oluşudur. Aynen günümüzde çok da gündem olmayan Kosova’daki gerginlikler gibi… Bu kısmı hatırlatmamın nedeni aslında içinde yaşadığımız dönemin, farklı ekonomik ve siyasi görünümle de olsa benzer bir tabloya sahip oluşudur.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!