1990’lı yılların başında ‘Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve ‘iki kutuplu’ bir dünyadan ABD odaklı ‘tek kutuplu’ bir dünyaya geçiş, o dönemde Amerikan ekonomisinde güçlü bir ekol olarak ‘neoliberal’ görüşün de önünü açtı. ‘Neoliberal’ anlayışın güçlenmesi ve geniş bir kesimde kabul görmesi, 2000’li yılların başında ‘küreselleşme’ olgusunun yükselişini de tetikledi. Pek çok yazımızda ‘küreselleşme 2.0’ olarak tanımladığımız bu süreç, özünde dünya ekonomisi ve küresel ticarette ‘kıtalar üstü’ bir entegrasyonu tanımlamaktaydı. Küresel ekonomi-politik sistemde her an öne çıkacak, her an patlak verebilecek jeopolitik gerginlikleri, küresel ve bölgesel çatışmaları göz ardı eden bu anlayış, ‘ekonomik bağımlılığı’ adeta özendirici bir dönemi temsil ediyordu.
2008 küresel finans krizi, ‘küreselleşme 2.0’ın uluslararası finans sistemine getirdiği ‘kurallardan arındırılmış’ yapının ne kadar tehlikeli olduğunu apaçık ortaya koydu ve köklü sorgulamaları beraberinde getirdi. Ancak, ‘bağımlılığı’ özendirici ve ‘kurallardan arındırılmış’ bir küresel ticaretin önünü kesemedi. Dünyanın önde gelen ekonomileri ‘stratejik otonomi’yi, stratejik sektörlerde ‘kendine yetebilen ülke’ olmanın avantajlarını gözden ırak tutan bir anlayışın rüzgarına kapıldılar. ‘Kovid-19’ küresel virüs salgını önde gelen ekonomileri ağır bir sınamadan geçiren ilk büyük şok oldu. Daha küresel pandeminin şoku atlatılamadan patlak veren Rusya- Ukrayna Savaşı ve bugün Orta Doğu’da tırmanan gerginlik, jeopolitik kırılmalar ve jeoekonomik parçalanma dünyanın önde gelen ekonomileri açısından yeni sınamaları da beraberinde getirdi.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!