Mahfi Eğilmez – 28.07.2017
Çeşitli olay veya yaklaşımların bileşiminin yarattığı durum veya ortama konjonktür deniyor. Hemen her alanda kullanılan bir kelime konjonktür. Siyasal konjonktür dediğimiz zaman siyasal yaklaşımların ve olayların, ekonomik konjonktür dediğimiz zaman da ekonomik yaklaşım ve olayların bileşiminin ortaya koyduğu çerçeveyi kastediyoruz demektir.
Ekonomide yaşanan iyileşme ve kötüleşmelerin yarattığı yukarı ve aşağı yönlü dalgalanmalara konjonktür dalgaları diyoruz. Ekonomik durumu belirleyen büyüme, işsizlik, enflasyon, bütçe açığı, cari açık, borçlar, krediler gibi pek çok gösterge söz konusu. Bunlar içinde ekonomik konjonktür dalgalanmalarını bize en net gösterecek olanı ise büyüme. Büyüme bir ekonomideki göstergelerin neredeyse hepsinin gelip özetlendiği bir gösterge. O nedenle ekonomik konjonktür denildiğinde genellikle büyümeye bakılıyor.
Aşağıdaki şekil bir konjonktür grafiğini gösteriyor.
Şekle göre 1 ile 5. yıllar arasında konjonktür çıkış yönündeymiş ve 5. yılda konjonktür dalgası tepe noktaya ulaşmış. Ardından bu kez konjonktür tersine dönmüş ve ekonomi inişe geçmiş. 5 ile 10. yıllar arasında bu kez iniş dönemi yaşanmış ve 10. yılda konjonktür dalgası dip yapmış. Ardından tekrar çıkış başlamış.
Ekonomi, bu tür bir dalgalanmalar görünümünde gider. İnişler ve çıkışlar yaşanır. Bir başka ifadeyle ekonomide sürekli çıkış ya da sürekli düşüş olmaz.
Şimdi bu şekli dünyanın büyüme trendine göre grafiğe dönüştürelim (grafiğin hazırlanmasında IMF, WEO Database, April 2017’de yer alan verileri kullandım.)
2000 – 2001 yılları dünyada ekonomik konjonktürün inişte olduğu dönemi gösteriyor. Sonraki yıllarda çeşitli inişler ve çıkışlar olsa da 2008 yılına kadar gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) ciddi bir çıkış içinde olduğu görülebiliyor. 2008’de küresel sistemin tümünde bir dip görünümü var. Gelişmiş ülkeler eksi 4 dolayında bir ortalama büyüme yani resesyon yaşarken GOÜ’ler yüzde 2 – 3 aralığında bir pozitif büyümeyi sürdürmeyi ve böylece de dünya ortalamasını sıfır dolayında tutmayı başarmış görünüyor.
2010’dan sonra konjonktür dalgası çıkışa dönmüş ve dünya ekonomileri toparlanma yoluna girmiş görünüyor. Yine iniş ve çıkışlar yaşanmış olsa da 2016’dan başlayan bir çıkış trendi dikkat çekiyor.
Bu grafiğe bakarak konjonktürün yeniden yükseliş dalgasını yakaladığını söylemek biraz erken bir tespit olsa da doğru olur. Bütün mesele bu çıkışın sürdürülebilir olup olmadığında düğümleniyor. Bundan kimse tam olarak emin değil. O nedenledir ki para arzını artırarak bu düzeye gelmeyi başaran merkez bankları (Fed, BOE, ECB ve BOJ) ne faiz artırımında ne de bilanço küçültmede aceleci davranmıyorlar. Sanırım bu aşamada aceleci davranmamanın yanında bu dörtlünün birbiriyle koordineli olarak çalışıp karar alması da çok önemli olacak. Hepsi aynı zamanda faiz artırımına giderse ya da hep birlikte bilanço küçültmeye girerlerse kendimizi bir anda konjonktür dağının dibinde bulabiliriz. Yaşanan krizin bu konularda eğitici olduğunu ve dolayısıyla koordinasyonun sağlanacağını düşünüyorum.
Böyle bir konjonktürde Türkiye’nin görünümüne de bakmakta yarar var. Aşağıdaki grafik 2000’den 2017’ye kadar Türkiye’nin ekonomik büyümesini gösteriyor (yeni seri GSYH ile büyüme.)
Grafiğe bakıldığında, Türkiye ekonomisinin, 2000 yılından bu yana iki kez (eksi büyümeyle) dip yaptığı görülüyor. İlki, 2001 kriziyle yaşanmış, ikincisi de 2008’de başlayan küresel krizin etkisiyle 2009 yılında yaşanmış görünüyor. Grafik, iddiaların aksine, Türkiye ekonomisinin, küresel krizden ciddi biçimde etkilenmiş olduğunu ortaya koyuyor. Çöküşün ardından tıpkı dünya ekonomileri gibi baz etkisiyle hızlı bir büyüme artışı yaşamış olsa da ardından gelen yıllarda Türkiye ekonomisi, dünyadan farklı olarak oldukça fazla inişler ve çıkışlarla karşılaşmış.
Buna karşılık 2017 yılının ilk çeyreğinde bütün dünyada başlayan olumlu toparlanmaya ek olarak alınan genişleyici maliye politikası önlemleri ekonomi üzerinde etkili olmuş ve ekonomi yeniden yüksek oranlı büyüme patikasına dönüşe geçmiş görünüyor. İlk çeyrekteki yüksek büyüme oranının devam edip etmeyeceği ve eğer devam edecekse bunun cari açık ve bütçe açığında yaşanacak bozulmayla sağlanıp sağlanmayacağını önümüzdeki dönemlerde göreceğiz.