Gerek OECD, gerekse de Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında, çevre, iklim ve enerjiye yönelik iki önemli başlık, ilki 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amacına ulaşılmasına yönelik zorluklar ve riskler, ikinci başlık olarak ise, bu sürecin bir önemli parçası olan ‘temiz ve yeşil enerji dönüşümü’ne yönelik stratejiler ve risk analizleri tüm hızıyla süregelmekte. Sadece zorluklar ve riskler değil elbette, söz konusu hedeflere ulaşılmasını sağlayacak proje, araştırma ve raporlar da adeta yağıyor. Tüm odaklanma ve kararlılığa rağmen, yürütülen önemli çalışma ve projelere rağmen, dünya genelinde üretim için yüksek enerji tüketimine bağımlılığı olan sektörler için, ‘net sıfır karbon’ hedefi adına, ‘yüzde 100 elektrik’e dayalı bir dünyaya geçiş halen uzak bir gelecek olarak öne çıkmakta. Bu nedenle, bir tarafta OECD, diğer tarafta BM’nin ‘temiz ve yeşil enerji dönüşümü’ çalışmaları, Avrupa Birliği Komisyonu’nun araştırma ve düzenlemeleri, üretim için yüksek enerji gerektiren, yüksek enerji tüketimine bağımlı sektörler için küresel enerji denklemine ‘yeşil hidrojen’i eklemenin vazgeçilmez olduğunu teyit etmekte. Yeşil hidrojen, bugün var olan teknolojiyle, suyu hidroliz yöntemiyle hidrojen ve oksijene ayrıştırarak elde edilmekte. Doğalgazla karıştırılarak, doğalgazda minimum yüzde 25 verimlilik elde edilmesini sağlamasının ötesinde, aynı zamanda karbon salınımını da azaltması itibariyle kritik önemde bir imkan.
Ülkeler açısından, yeni nesil su hidroliz cihazları üretmek, yeşil hidrojen elde edilen teknolojileri geliştirmek de bir o kadar önemli. Türkiye, bu anlamda, Avrupa Birliği’nin Asya ve Çin’e bağımlılığı azaltma ve küresel tedarik zincirini daha yakın coğrafyalara göre yeniden yapılandırma çabaları doğrultusunda, AB’ye hem ‘yeşil hidrojen’ teknolojisi tedariki, hem de yeşil hidrojen tedariki konusunda önemli bir ihracat potansiyeli yakalayabilir. Çünkü, gerek ABD’nin Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA), gerekse de AB Komisyonu’nun son düzenlemeleri, esasen ‘temiz ve yeşil enerji dönüşümü’nde daha yerelleştirilmiş ve daha yakın coğrafyalardan tedarik hedefini önceliklendiriyor. Bu nedenle, Türkiye’nin Atlantik cephesinde ‘yeşil hidrojen’ çalışmalarında işbirliğini arttırması ve OECD çatısı altında, bilhassa OECD’nin en önemli birimlerden birisi olan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) nezdinde yürütülen yeşil hidrojen çalışmalarına dahil olması kritik önemde.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!