20. yy da büyük ölçüde reklamlar ve Holywood filmleriyle verilen subliminal mesajlar, günümüzde büyük veri ve yapay zeka teknolojisiyle manipülatif bir dezenformasyon boyutuna evrilmiştir.
Ancak biz yine de eskiye dönelim ve kısa süreliğine de olsa bir sinemada olduğumuzu hayal edelim ve dev ekranda Jim Carry’nin o alegorik bakışları arasında kayan film karelerinde Truman Show’u bulalım… Her şey çok mükemmel değil mi? Elbette ki Fellini’nin Tatlı Hayat’ı kadar sükseli olmasa da evet… Gözümüzü bir an için kapatalım ve tekrar açtığımızda dev ekranda bambaşka bir film olsun… George Orwell’ın kitabından uyarlanan 1984! Peki ama neden geriye mi gidiyoruz? Hem evet hem de hayır…
Küresel ekonominin son birkaç yılını özetlememiz gerekirse başımıza bir siyah kuğu, bir düzine darbe, göç dalgaları ve en az iki savaş gelmeden hemen öncesine dönmemiz gerekecektir. Küreselleşme had safhada, yeşil dönüşüme yönelik yatırımlar ve sermaye akımı hareketlenmiş, start-up lara ve teknolojik buluşlara para akıyor. Çünkü paranın fiyatı gelişmiş ülkelerde o kadar düşük ki Avrupa’da neredeyse kredi alana ekstra faiz verilecek…
Henüz ABD’nin dış ticaret açığının çoğunu ve teknolojisini kaptırmış olduğu Çin’le ticaret savaşlarına yeni başladığı 2020’lere gelindiğinde ise işte o büyük resesyon yaşanıyor ve tedarik zinciri daralmasıyla beraber, varlık içinde bir yokluk dönemine giriliyor. Gelişmiş ülkelerde özellikle ABD’de buna reaksiyon olarak bilanço sonsuza doğru bir genişleme kaydediyor, hisse ve kripto para borsaları coşuyor ve hane halkı tasarrufları hiç olmadığı kadar zirve yapıyor. Bu fasıladan çıkışın gecikmiş talep etkisiyle bir enflasyon yaratacağı söylentileri tam da artmışken bir anda Avrupa’nın ortasında bir savaş baş gösteriyor ve ilk kez küresel enerji krizi ilan eden Uluslararası Enerji Ajansı, artık OPEC+’nın da eskisi gibi ABD’nin sözünü dinlemediğini ağzından kaçırıyor… Savaşan iki ülke, dünyanın tahıl ve tarım girdisi ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü karşılıyor olunca üstüne bir de gıda krizinin eklendiği söylenebilir.
Enerji krizi, hiç hayra alamet değildir ve 70’li yıllarda adı petrol olan krizlerde ilk kez sarsılan Phillips eğrisi teorisini aklımıza getirir ki bu da stagflasyon demektir, üstüne bir de gıda kriziyle birleşince dünyaya enflasyon illetini ve elbette durgunluk riskini peydah eder…
İşte bu durum küresel merkez bankalarını harekete geçirir ki artık sanırım Truman Show’un uyanış kısmı bitip de 1984’ün fragmanına giriş yapılmıştır.
Fragmanına diyorum zira henüz film başlamamıştır; başlaması için ABD’de küçük ölçekli bankaların batması, ABD’nin Rusya yaptırımlarından sonra Çin’e çok boyutlu teknoloji kısıtlarını getirmesi, Çinli ve Rus birkaç devlet adamının kaçırılması ya da öldürülmesi, BRICS denen G8 karşıtlığıyla kurulmuş bir örgüte S. Arabistan, İran ve BAE’nin alınmasına karar verilmesi, yeşil dönüşüm ve start up yatırımlarının durma noktasına gelip, kapatılan kömür madenlerinin yeniden açılması, Avrupa’da ücretli grevleriyle ABD’de otomobil, Avustralya’da doğalgaz eylemleri ve bazı Afrika ülkelerinde darbeyle Batı’nın güç kaybetmesi gerekecektir.
Tüm bunlar olduktan sonra 7 Ekim’de çok trajik ve korkunç bir sahneyle artık film başlar ve 1984, tüm gerçekliğiyle perdede kendini gösterir. Sivillerin kanının dökülmesi asla tasvip edilmemesi gereken bir hareket olup, bu çatışan iki taraf için de geçerlidir. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan acılardan sonra 1945’de tam da bunlara bir son vermek için ; dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararası ekonomik, toplumsal ve kültürel iş birliğini tüm ülkelere sağlamak amacıyla kurulmuş olan BM, günümüzde ne yazık ki bu misyonunu büyük ölçüde kaybetmiştir. Ekonomi ve siyaseti birbirine grift iki kavram olarak gördüğümüzde buna paralel olarak; IMF, Dünya Bankası hatta NATO gibi pek çok küresel örgütün, Batı’nın neoliberal politikalarını desteklemek adına daha ziyade küresel güçlerden yana bir eğilim sergilediği görülmektedir. Ancak dünyadaki gelişmiş ve gelişen ülkeler açısından önemli eşitsizlikler mevcuttur ve oyunu kuralına göre oynamak her zaman ekonomik kalkınmayı beraberinde getirmemektedir.
ABD başta olmak üzere Batı’nın gelişmiş finansal piyasaları hizmeti öncelemiş ve bir noktadan sonra üretim yetersizliği, teknolojik dönüşümü sayesinde jeoekonomik olarak da var olmaya başlayan Çin’le arasının açılmasına neden olmuştur. Bu durumdan yeşil dönüşümle ekonomik ayrışmasını çoktan başlatmış olan Avrupa dahil, en çok da gelişen ülkeler etkilenmiş. Küreselleşmeden yeterli sermaye birikimini sağlayamayan ülkelerin mevcut yapısal sorunları daha da kronik bir hal almıştır.
Truman Show’daki ütopik ada, nasıl bir kandırmacadan ibaretse, küreselleşme vahası da de bir noktadan sonra savaş ve darbelere yol açacak türden kendi bağımlılıklarını su yüzüne çıkarmıştır.
Özetle tüm bunlardan önce göçler ve küresel ısınma olarak iki temel sorun varken, şu günlerde bu sorunlar, savaş ve kutuplaşma yumaklarıyla koca bir sarmala dönüşmüştür.
Öyleyse 2023’ün Big Brother’ına yapa zeka dersem, rejimini ve güvenlik anlayışını hayal etmek de sizlere kalıyor. Tabii herşeyin böyle devam edeceği varsayımı altında…