Mahfi Eğilmez – 27.01.2018
Uluslararası ekonomi, ülkeler arasında gerçekleşen üç temel ilişki üzerine kuruludur: (1) Mal ve hizmet alış verişi (dışticaret), (2) Sermaye hareketleri, (3) Emeğin dolaşımı.
Uluslararası mal ve hizmet ticareti binlerce yıl önce kent devletlerinin kurulmasıyla ortaya çıktı. Arkeolojik kazılarla bulunan kil tabletlerden anlaşıldığı kadarıyla bundan yaklaşık 4.000 yıl önce Asurlu tüccarların Anadolu halkı (Hattiler) ile yaptığı büyük çaplı uluslararası ticaret bunun bir örneğidir. Bugün gelinen aşamada uyuşturucu, silah vb gibi mallar dışında kalan mallar ve hizmetler, belirli vergiler (gümrük vergisi gibi) ödendikten sonra serbestçe ithal veya ihraç edilebiliyor.
Sermaye hareketlerinin serbest kalması yani paranın uluslararası dolaşımı, mal ve hizmetlerin uluslararası dolaşımıyla kıyaslanamayacak kadar yeni bir gelişme olarak 20’nci yüzyılda ortaya çıktı. Sermayenin uluslararası dolaşımının serbestliği gelişmiş ekonomiler arasında başladı ve yirminci yüzyılın son çeyreğinde bu serbestlik çok daha geniş bir coğrafyaya yayıldı. Bugün neredeyse bütün dünya sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir düzen içinde bulunuyor. Üstelik bu dolaşıma bir vergi de uygulanmıyor. ABD’de bir bilgisayardan bir düğmeye basmakla, para, Çin’e, Rusya’ya, Türkiye’ye veya İngiltere’ye gidebiliyor ve orada sermaye yatırımına ya da portföy yatırımına dönüşebiliyor.
Emeğin dolaşımı birkaç istisnai bölge dışında serbest değil. Hatta neredeyse dolaşımını yasaklayacak kadar katı koşul ve kurallara tabi.
Özetle bu üç faktör içinde dolaşımı en serbest olanı sermaye, vergi gibi bazı yükümlülükler ödenmesi kaydıyla serbest olanı mal ve hizmet ticareti, kısıtlı olanı ise emek.
Günümüzde sermaye hareketlerine kısıtlama getirilmek istediğinde genellikle eskiden olduğu gibi sermaye denetimi gibi yollara başvurulması yerine kurlarla oynanıyor. O nedenle de bu tür eylemler kur savaşları olarak adlandırılıyor. Bir ekonomin ihracatında düşüş, ithalatında artış, dolayısıyla dışticaret açığında yükseliş varsa o ülke parasının değerini düşürme yoluna gidiyor. Eskiden sabit kur rejimi varken bu devalüasyonla yapılırdı, şimdi artık dalgalı kur rejimi olduğu için farklı yöntemlerle yapılıyor.
Mal ve hizmet ticaretine getirilen kısıtlamalar çok daha çeşitli yöntemler denenerek yapılıyor. Gümrük vergilerinin yükseltilmesi, tarife dışı engeller (ithalatı zorlaştıracak kurallar, denetimler), anti damping ve telafi edici vergi önlemleri gibi uygulamalar bu yöntemlerin en bilinenleri.
Bretton Woods sistemi ve onun getirdiği kurumlar olan IMF, Dünya Bankası ve GATT (sonra Dünya Ticaret Örgütü) önceki dönemde ortaya çıkan ticaret savaşlarının yarattığı refah kayıplarını gidermeyi görev edinmişti. İkinci Dünya Savaşı öncesinde kimi ülke ithal ikamesi modeli uyguladığı için,i kimi ülke dışticaret açığını kapatmak için mal ve hizmet ticaretine çeşitli kısıtlamalar uygulamış ve bu uygulamalar dünya refahının düşmesine yol açmıştı. Bretton Woods sistemi dünya ticaretinin gelişmesinin dünya refahının artmasına katkıda bulunacağı kabulüne dayanıyordu. Aslında bu kabul kapitalizmin ‘karşılaştırmalı üstünlükler teorisine dayalı refah artışı kabulünün’ de temelini oluşturuyor. Dünya Bankası, önceleri savaşta yıkılan Avrupa’yı ayağa kaldırarak dünya ticaretine katılmasını sağlamayı hedef edinmişti. Bu misyon tamamlandıktan sonra gelişmekte olan ülkelerin altyapı yatırımlarını uygun koşullarla kredilendirerek onların dünya ticaretine aktif katılımını sağlamaya yöneldi. IMF, ödemeler dengesi sıkıntısına düşen ülkelerin dünya ticaretinden çekilmesini önlemek için geçici destekler vermeyi hedef alıyordu. GATT ile başlayan ve Dünya Ticaret Örgütü ile devam eden oluşum da dünya ticaretinin kurallarını belirliyordu. Bretton Woods sistemi uzun süre dışticaret kısıtlarına başvurulmaksızın yürütülebilen bir düzen kurmuştu. Küreselleşme bu düzenin doruk noktasıydı. Bu noktaya varıldığında artık dünya ticaretine eski sosyalist ülkeler de katılmış, olay genişlemiş ve geri döndürülemez bir aşamaya ulaşmıştı. Yirmibirinci yüzyılın başlarında görünüm böyleydi.
Ne var ki yaşam kitaplarda ya da planlarda öngörülenden çok daha karmaşık ilişkiler yaratabiliyor. Mal ve hizmet ticaretinin, serbest kalan sermaye hareketlerinin eşliğinde, geri dönülemez bir serbestliğe ulaştığı düşünülürken işler tersine dönmeye başladı.
Önce kur savaşları başladı. ABD ile Euro Bölgesi arasında ya da belki daha doğru bir ifadeyle Dolar ile Euro arasında bilek güreşiyle kur savaşları gün yüzüne çıktı. Ne var ki bu bilek güreşi şaka gibi bir görünüm taşıyordu. Yani ikisi de galip gelmek için değil de berabere kalmak için sahneye çıkmış gibiydiler. Sonra sonra iş ciddileşmeye başladı. Zaman zaman iki taraf da güçlü bir para birimi istemediklerini dile getirir oldular. Çünkü para biriminin böyle bir ortamda güçlenmesi demek ihracatın düşmesi, ithalatın artması ve dolayısıyla ticaret açığının yükselmesi demekti. Biraz daha zaman ilerleyince bu kez kur savaşlarına Japonya da katıldı. Japonya’nın derdi Çin ve Kore ile idi. Onların para birimlerini düşük tutması aşağı yukarı benzer ürünleri ihraç eden Japonya’nın ihracatını sıkıntılı bir duruma sokuyordu. 2016’da Japonya Yen’i düşük değerde tutmaya çaba gösterdi. 2017’den itibaren görünüm değişti ve üç ülke de paralarını bu şekilde kollamayı bıraktılar.
ABD yönetimi öteden beri karşılıklı ticarette açık verdiği ekonomilere belirli ölçülerde baskı uyguluyordu. Bu baskı özellikle de Çin’e yönelikti. Bunu tam olarak bir ticaret savaşı diye nitelendirmek o zaman için pek doğru olmazdı. Çünkü baskılar daha çok sözlü ya da Dünya Ticaret Örgütü üzerinden yürüyordu. Trump’ın, başkan seçildikten sonraki söylemleri ve bunları giderek yaşama geçirmesi çoğu kez su yüzüne çıkmamış olan ticaret savaşlarını bu kez açığa çıkarmaya başladı. Son dönemde iki önemli gelişme yaşandı. ABD, korumacılığa dönüş eylemlerini uygulamaya sokmaya yöneldi ve yurtdışına gitmiş olan Amerikan sermayesinin ülkeye geri dönmesi için vergi indirimleri başta olmak üzere teşvik uygulamalarını devreye soktu. Trump, Davos toplantısının hemen öncesinde “Önce Amerika” sloganını ortaya attı. Bu slogan, sonradan farklı anlamlar verilmeye çalışılmış olsa bile ABD’yi serbest ticaret şampiyonluğundan indirecek kadar önemli bir değişime işaret ediyor.
Böylece dünya ABD’nin serbest ticarete dayalı kapitalizm şampiyonluğundan korumacılığa geçiş bocalaması içinde olduğu, buna karşılık Çin’in serbest ticaretin erdemlerini savunduğu tuhaf bir aşamaya geldi.
Emeğin dolaşımının serbest olmadığı bir dünyada serbest görünen ticaret ve sermayenin dolaşımı da sekteye uğrarsa küreselleşmeden dönüş başlamış olur. O zaman herkesin kendi başının çaresine bakmaya yöneldiği dağılmış bir dünya yapısını karşımızda bulabiliriz. Bu gelişmeler bize, neredeyse yarım yüzyıl üzerinde çalışarak Sovyet sistemini dağıtmaya ve çok kutuplu bir dünyadan tek kutuplu bir dünyaya geçişi sağlamaya uğraşan ABD’nin bunun sonucunda ortaya çıkacak düzene hiç de hazır olmadığını gösteriyor. Her tarafta saçma sapan savaşlara girmesi, çatışmalar çıkarması, çelişkili kararlar alıp uygulamaya çalışması da bundan olsa gerek.