Mahfi Eğilmez – 14.04.2015
Para talebinin ayrıntıları ve gelir ve faizle ilişkileri
Irving Fisher’in ünlü miktar denklemini yazarak başlayayım: MV = PQ
Bu denklemde M; para arzını, V; paranın dolanım hızını (yani her bir para biriminin bir yılda kaç kez el değiştirdiğini), P; fiyatlar genel düzeyini, Q; ekonomideki fiziksel mal ve hizmet miktarını gösteriyor.
V ve Q kısa dönemde sabit kabul edilir. Bu durumda ekonomideki fiyatlar genel düzeyi para arzının bir fonksiyonu haline gelir. Yani; P = f (M) olur.
M nelerden oluşur? M yani para arzı (Ms olarak gösterelim), para talebine (Md) eşittir. Yani; Ms = Md
Para talebi (Md) üç ayrı parçadan oluşur: Günlük ihtiyaçlar için talep edilen para miktarı (Mt), ihtiyat güdüsüyle yani geleceğini güvence altına almak amacıyla talep edilen para miktarı (Mp) ve spekülasyon güdüsüyle talep edilen para miktarı (Mspe.) Bunları bir denklemle gösterirsek: Md = Mt + Mp + Mspe
Mt ve Mp, gelirin bir fonksiyonudur. Yani: Mt,p = f (Y). Mt ve Mp, gelire bağlı olarak artar veya azalır. Mspe ise faizin bir fonksiyonudur. Yani: Mspe = f (r). Mspe, faize bağlı olarak artar veya azalır.
Bu durumda toplam para talebi (Md), gelirin (Y) ve faizin (r) bir fonksiyonu olacak demektir: Md = f (Y,r)
Kurların faizle ilişkisi
Ekonomik dengenin tasarruflar açısından yazılışı şöyledir: (S – I) + (T – G) = (X – M)
Burada S; iç tasarrufları, I; özel kesim yatırım harcamalarını, T; kamu tasarruflarını (vergi ve diğer gelirler), G kamu harcamalarını (bu anlamda T – G bütçe dengesini verir) , (X – M) de cari dengeyi ya da ihtiyaç duyulan dış tasarruf miktarını gösterir. Bu denklemde (S – I) + (T – G) ekonominin iç dengesini, (X – M) de dış dengesini gösterir.
Şimdi bu dengeleri Türkiye açısından yazalım. Bunu yaparken sayılara boğulmamak için her birinin GSYH içindeki payını alalım ve dengeyi oransal olarak ifade edelim:
(S – I) | – 4,0 |
(T – G) | – 1,5 |
(X – M) | – 5,5 |
Bunları yerlerine koyarsak; -5,5 = -5,5 çıkar. Yani Türkiye ekonomisi, iç tasarruf açığını dışarıdan ithal ettiği tasarrufla karşılıyor demektir. Bu durumda Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni dış kaynak miktarı GSYH’ının yüzde 5,5’u demektir. Bu da kabaca 44 milyar dolar eder.(Burada sadece yeni kaynak miktarını ele aldığımıza, eskiden alınıp da vadesi gelen borçların yenilenmesi için gereken kaynağı ele almadığımıza dikkat edilmelidir.)
Yabancı kaynak bir ülkeye başlıca iki şekilde girer: Doğrudan yabancı sermaye yatırımı ve borç. Türkiye’ye gelen yabancı kaynak, ağırlıklı olarak borç şeklinde gelir. Hangi biçimde olursa olsun yabancı fonlar bir ülkeye giderken o fonları yönetenlerin bakacağı şeyler o ülkenin risk durumu, kurlardaki oynaklık ve faiz düzeyidir.
Bunu şöylece formüle edebiliriz: FI = FDI + FD. Bu denklemde FI; yabancı kaynakları, FDI; doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını ve FD; borç şeklindeki yabancı kaynağı gösteriyor.
Doğrudan yabancı yatırım, ülke riskine ve elde edeceği getiriye bakar. Dolayısıyla FDI, risklerin ve getirinin bir fonksiyonudur. Yani; FDI = f (R, y). Burada R; riskleri, y; getiriyi gösteriyor.
Dış borç ise ülke riskine ve faizlere bakarak gelmeye karar verir. Dolayısıyla FD, risklerin ve faizin bir fonksiyonudur. Yani; FD = f (R, r). Burada R; riskleri, r; faiz oranını gösteriyor.
Türkiye’ye gelen yabancı kaynak daha çok dış borç şeklinde geldiği için asıl olarak FD = f (R, r) denklemi geçerlidir. Yani Türkiye’ye gelen yabancı kaynaklar risk algısı ve faiz oranının etkisi altındadır.
Faizin Enflasyonla İlişkisi
Reel faizi düşürdüğümüzde yani FD = f (R, r) fonksiyonel ilişkisinde r’yi düşürdüğümüzde iki gelişme peş peşe ortaya çıkar: Risklerde düşüş olmadığı halde faizi düşürünce ekonomi yönetiminde bir sorun olduğu endişesiyle risk algılaması daha da artar. Faizin düştüğü, risk algılamasının arttığı bir ortamda ülkeye FD girişi düşer: FD ↓ = f (R↑, r↓)
Faiz düştüğünde Md = f (Y, r) denkleminde de değişmeler olur. Mspe = f (r) olduğu için faizin (r) düşüşü Ms’nin de düşmesine neden olur.
Miktar denklemini bir kez daha hatırlayalım: MV = PQ
M (ki bu denklemde para arzını yani Ms’yi ifade ediyor) değişmeyeceğine göre Md de değişmez. Buna karşılık Md’nin içyapısında yer değişiklikleri ortaya çıkar. Faiz düşüşü Mspe’nin düşmesine ve oradaki paranın Mt’ye kaymasına yol açar (Mp’nin kısa dönemde değişmeyeceğini varsayıyoruz.) Mspe’nin düşmesi ve onun boşluğunu Mt’nin doldurması talebin artmasına ve fiyatların yükselmesine (kısa dönemde Q artırılamayacağı için) yani enflasyon artışına neden olur.
Kıssadan Hisse
Bir ekonomi eğer dış kaynağa muhtaç ve riskli bir konumda algılanıyorsa (kredi notu yatırım eşiğinde veya altında, CDS primi yüksekse), o ekonomide kur artışının enflasyonu olumsuz etkilemesi de söz konusuysa o zaman faizleri düşürmeye odaklanmak doğru bir yaklaşım olmaz. Bu durumda faizi artırmak mutlaka bir seçenek olarak gündemde bulundurulmalıdır.