Kayıt dışılık; kamu otoritesinden gizlenen, kayda geçirilmeyen, kayda geçirilmediği için denetlenip doğruluğu saptanamayan faaliyetler olarak tanımlanıyor. Kayıt dışı gelir de bu tür faaliyetlerde bulunmaktan dolayı elde edilen gelir olarak karşımıza çıkıyor. İki çeşit kayıt dışılık söz konusudur: Akım şeklinde kayıt dışılık, stok şeklinde kayıt dışılık. Akım şeklindeki kayıt dışılık; genellikle yıl içinde yapılan üretimin, elde edilen kazançların ya da yapılan harcamaların kayıt dışında kalması olarak çıkar. Böyle bir durum GSYH’yi etkileyen bir gelişmedir. Bir başka deyişle yıl içinde yapılan üretim, elde edilen kazanç ya da yapılan harcama kayıt dışında kalmışsa o yılın GSYH’si kayıt dışı bırakılan bu değerler kadar düşük görünür. Bir yıl içinde ülkede üretilen bütün nihai mal ve hizmetlerin toplam piyasa değeri 100 birim olsun. Bu üretimin 80 birimlik kısmı kayda geçmiş kalan 20 birimlik kısmı kayıt dışı kalmış olsun. Bu durumda bu ülkenin GSYH’si 80 birim olarak görünür. Stok şeklindeki kayıt dışılık; geçmişte yaratılan kayıt dışı gelirlerin biriktirilmesi sonucu oluşan kayıt dışı servet stokunu ifade eder. Stokun GSYH’ye doğrudan etkisi yoktur, ancak bir bölümü o yıl harcamaya dönüşürse o bölümü GSYH’yi etkiler. Akım olarak kayıt dışılık ne kadar yüksekse stok olarak kayıt dışılık da o kadar yüksek olur.
Kayıt dışılığa ek olarak bir de sistem dışında tutulan varlıklar vardır. Sistem dışı varlıklar; kayıt içinde üretilmiş bir malın alınıp stoklanmasından kaynaklanan varlıklardır. Bunlara sokak dilinde ‘yastık altı varlıklar’ deniyor. Örneğin altın ya da gümüşün çeşitli formlar halinde üretilip satılması kayıt içi olarak yapılmış ama bunları satın alanlar yastık altında saklamaya yönelmişse bunlar kayıt içi gelirden sistem dışı varlığa dönüşmüş değerler halini alır.
Türkiye’de kayıt dışı gelir ve servetlerin yanı sıra sistem dışı servetlerin de oldukça yüksek olduğu tahmin ediliyor. Bu kayıt ve/veya sistem dışı varlıkların önemli bir bölümü Türkiye’de bir bölümü de yurt dışında saklanıyor. Dünya Altın Konseyi Türkiye’de yastık altındaki altın miktarını 3.500 ton olarak açıklamıştı. İstanbul Altın Rafinerisi bu tutarın 5.000 ton olduğu görüşündedir. Demek ki bugünkü değerlerle hesaplarsak yastık altındaki altınların değerinin 200 – 300 milyar dolar arasında olduğunu görürüz. 100 – 200 milyar dolar dolayında da yurt içinde ve dışında döviz varlığı olduğu tahminleri bulunuyor. Tahminlerin en düşüklerini esas alsak kayıt ve/veya sistem dışındaki altın + döviz varlığı stoku 300 milyar dolar eder. Bunların sadece tahmin olması, üstelik verilere de dayanmıyor olmasına karşılık böyle bir stokun var olduğunu ekonominin krizlere gösterdiği dirençten anlayabiliyoruz.
Bu kayıt ve sistem dışı varlıklar, kriz hallerinde sisteme giriyor ve sistemin batmadan yüzdürülmesini sağlıyor, işler düzeldikten sonra da yavaş yavaş aynı yöntemle sistem dışına çıkıyor. Örneğin İsviçre’de bir bankada kayıt dışı yollarla Türkiye’den çıkarılmış bir miktar dövizi bulunan bir kişi, Türkiye’deki şirketi ya da işi sıkıntıya düşünce bu döviz mevduatını karşılık göstererek bankasından kredi alıyor, işleri düzelince krediyi geri ödüyor. Bu kişi kayıtlı dış borcunu kayıt dışı mevduat hesabından ödediğinde bu tutar ödemeler dengesindeki Net Hata ve Noksan kalemine, ekonomiden para çıkmadan borç azaldığı için, artı değer olarak yansıyor. Evindeki ya da bankasındaki kasasında altınları olan bir kişi işleri kötü gittiğinde bu altınlarını paraya çevirip işini toparlıyor ve işleri düzeldikten sonra elde ettiği gelirle yeniden altın alıp sistem dışı varlığına ekliyor.
Türkiye, risklerini düşürebilse ve bu varlıkların önemli bir bölümünü ekonomiye sokabilse daha sağlam bir ekonomik yapıya sahip olacağı için daha fazla yabancı sermaye yatırımı çekebilecek. Daha fazla yabancı sermaye yatırımı çekilmesi daha az dış borçlanmaya gidilmesini sağlayacak. Riskler düşmediği, hatta tam tersine arttığından söz konusu altın ve dövizler sisteme girmesi için gösterilen çabalara karşın bir çeşit sigorta fonu olarak kayıt ve/veya sistem dışı tutulmaya devam ediyor.