Kate Raworth, 21’inci Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu: Simit Ekonomisi (Türkçesi: Akın Emre Pilgir), Tellekt Yayınları, 2019
Tellekt Yayınları tarafından yayınlanan İngiliz İktisatçısı Kate Raworth’un Simit Ekonomisi adlı kitabına yazdığım takdim yazısını sizlerle paylaşmak isterim.
Kapitalist sistem birçok kriz yaşadı. Bunların en ağırları; 1873’de başlayan Uzun Depresyon, 1929’da başlayan Büyük Depresyon, 2008’de başlayan ve halen devam eden Küresel Kriz’dir. Kapitalizmi açıklayan teori olan Adam Smith ile başlayıp devam eden klasik ekonomi teorisi 1870’lerdeki krizden sonra neoklasik yaklaşımla revize edildikten sonra 1929 Büyük Depresyonu sonrası sorgu masasına yatırıldı. Böylece ilk kez o zaman geçerli olan ekonomi teorisinin bir işe yarayıp yaramadığı tartışma konusu oldu. Ardından Keynesyen ekonomi teorisinin tamamlayıcı katkıları devreye girdi. Böylece ana akım ekonomi teorisi klasik, neoklasik ve Keynesyen teorilerin bir karışımı haline geldi. Sonradan bu yaklaşıma birçok katkı daha yapılmış olsa da ana çerçeve hep neoklasik teori ve Keynesyen teori karışımı olarak kaldı.
Küresel kriz, bütün bu katkılarla yetkinleşmiş olduğu düşünülen ana akım ekonomi teorisinin krizi öngörmek ve önlemek bir yana krizden çıkışta bile işe yarayıp yaramadığı sorusunu gündeme taşıdı.
Birleşik Krallık başbakanı Gordon Brown’ın kriz dönemlerinin geride kaldığını açıklamasından ve Fed başkanı Ben Bernanke’nin “Büyük Ilımlılaşma” yı selamlamasından kısa bir süre sonra çıkan küresel kriz, o zamana kadar dikkatlerden kaçmış olan Minsky’nin istikrarın istikrarsızlık yarattığını açıkladığı hipotezini gündeme taşıdı. Kate Raworth’un değindiği konu çok önemli: “Gordon Brown şu itirafta bulunmuştu: Tek tek kurumlara bakan gözetleyici bir sistem yaratmıştık. Bu koca bir hataydı. Riskin sistemin geneline yayıldığını fark etmedik, farklı kurumların birbiriyle nasıl karmaşık ilişkiler kurduğunu anlamadık ve hakkında çokça konuşmamıza rağmen işlerin ne derece küresel bir boyuta ulaştığını göremedik.”
Küreselleşmeye, hatta küresel krize gelinceye kadar büyük eleştirilerle karşılaşmamış olan ekonomi biliminin bu krizi öngörüp de önleyici tedbirleri önerememesinin nedeni neydi? Raworth’a göre bunun nedeni ekonomi teorisinin yetersizliği ve öngörüsüzlüğü ve daha da önemlisi karar alıcı pozisyonlarda bulunan kişilerin kökleri 1850’lere kadar giden ekonomi teorisine göre yetişmiş olmalarıdır. Bir başka ifadeyle insanların bilerek ya da bilmeyerek 21’inci yüzyılın getirdiği yenilikleri, küreselleşmeyi içermeyen yanlış bir kurguyla koşullanmış olmalarıdır.
Bugün ekonomi okuyanlar bundan 150 yıl önce ekonomi okuyanlarda olduğu gibi aynı şekle bakarak başlıyorlar öğrenmeye. Bu ünlü şekil Britanyalı iktisatçı William Stanley Jevons’un, Newton’un hareket kanunlarını anlattığı şemalardan yola çıkarak, talep kanununun işleyişini göstermek amacıyla çizdiği şekildir. Dünya değişti, algılar, anlayışlar değişti ama bu şekil hiç değişmedi. Buna Keynesyen iktisadın eklediği şey ekonominin büyüklüğünü ve büyümesini ölçmekte kullanılan GSYH’dir. Ölçtüğü şeyin refahı veya geliri ne kadar temsil ettiği tartışmalı da olsa GSYH, karşılaştırma ölçüsü olma durumunu hiç kaybetmedi. Koskoca ekonomi teorisi yıllardır GSYH’ye sıkışıp kalmış görünüyor. Raworth her şeyden önce GSYH’nin doğru bir ölçü olmadığını öne sürüyor. Bunda çok haklı. Çevreye verilen zarar mesela bu ölçünün içinde yok. Buna karşılık o zararı gidermek için yapılan harcamalar GSYH’ye dahil.
Raworth, ekonomi eğitimi almamış olanların da ekonomi eğitimi almış olanlarla aynı koşullanmaların içinde olduğu kanısında. Hayatında ekonomi okumamış olanların da bu etkilerden uzak kalmış olması pek olası değil. Çünkü tartışmaları, yazılanları görmemiş olsak da duyup etkilenmemiş olmamız pek mümkün değil. İşte orada zaten bu yanlış kurgulamalardan kurtulma zorluğu başlıyor. “Keynes’in Genel Teoride dediği gibi; “Sorun yeni fikirlerde değil, içinde yetiştiğimiz, zihinlerimizin her köşesini kuşatmış eski fikirlerdedir.”
21’inci yüzyıl, özellikle de küresel kriz, bu eskimiş ve yetersiz hale gelmiş ekonomi teorisine birçok yerden yöneltilmiş saldırılar ve eleştirilere sahne olmaya başladı. Post Otistik İktisat, Davranışsal İktisat bunlardan en bilinenleri. Bu akımlar günümüz ana akım ekonomi öğretisini birçok yaklaşımı yüzünden eleştiriyorlar. Bunların en başında ana akım ekonomi teorisinin insanların rasyonel bireyler olduğunu kabul eden temel varsayımı geliyor. Raworth’un deyişiyle “rasyonel ekonomik insanı yalıtılmış (başkalarının tercihlerinden etkilenmeyen) bir birey olarak tarif etmek, ekonomiyi modellemek için son derece elverişli olmuştur, fakat disiplinin içinde dahi yıllarca sorgulana gelmiştir.”
Rasyonel insan kurgusuna ilk itiraz Henri Poincare’den gelmişti. Poincare, insanların rasyonel olduğunu öne süren teorilerin “insanların koyun gibi davranma eğilimlerini” göz ardı ettiğine işaret etmişti. Oysa insanlar birçok durumda koyun gibi birlikte hareket eder ve bu toplu hareketler çoğunlukla irrasyonel tavırlar getirir. Gerçekten de insanlar özellikle korku ya da kuşku yaratan bir durumla kalabalıkla birlikte rasyonel tavırların dışında hareket etmeye eğilim gösterirler.
Raworth, kitabının temel önermesi olan simidi şöyle tanımlıyor: “Simit özü itibariyle şöyledir: Kimsenin altına inmemesi gereken bir toplumsal tabanla kimsenin ötesine geçmemesi gereken, küresel baskıların yarattığı ekolojik tavan. Herkesin güvenli ve adil bir şekilde yaşayacağı alan bu ikisi arasında kalmaktadır. Simidin iç halkası (yani toplumsal tabanı) kimsenin eksik bırakılmaması gereken on iki temel ihtiyacı sıralar. Bu on iki temel ihtiyaç şunlardır: Yeterli miktarda gıda; temiz su ve düzgün bir sıhhi temizlik; enerjiye ve temiz yemek pişirme imkanlarına erişim; eğitime ve sağlığa erişim; düzgün barınma şartları; asgari bir gelir ve düzgün bir iş; son olarak bilgi ve toplumsal destek ağlarına erişim.”
Yazara göre 21’inci yüzyılın amacı insanlar için bu simidin içine girmek olmalıdır. İşte burada kritik soru çıkıyor karşımıza: “Eğer insanlığın 21. yüzyıldaki hedefi simidin içindeki alana girmekse, hangi ekonomik düşünce yapısı oraya ulaşma konusunda bize en iyi şansı sunar?” Raworth, bu soruya yanıtı 21’inci yüzyıl iktisatçısı gibi düşünenlerce verilebilir. Bunun da 7 yolu vardır: Önce hedefi değiştirmek ve GSYH ölçütünden kurtulmak gerekir. Sonra büyük resmi görmek şarttır. Üçüncü olarak insan doğasını geliştirmelidir. İnsan doğası bize anlatılan rasyonel insan tanımlamasından ötede bir şeydir. Dördüncü olarak sitemi kavramak gerekir. Bu, ekonomi öğrencisine anlatılan arz ve talebin kesiştiği basit grafikten farklı bir şeydir. Beşinci olarak bölüştürmek için tasarlama yapılmalıdır. Eşitsizlik, ekonomi teorisinin ima ettiği gibi denge için bir zorunluluk değildir. Altıncı olarak yenilemek için yaratmaya çalışılmalıdır. Ekonomi teorileri uzun süre “temiz” çevreyi sadece zenginlerin erişebileceği lüks bir meta olarak betimlemiştir. Oysa böyle bir şey yoktur. Yedinci olarak büyümeye karşı kuşkulu olmak gerekir. Ana akım iktisatçıları büyümeyi zorunluluk görürler. Oysa ihtiyaç büyümek değil gelişmektir.
Ana akım ekonomi teorisine yönelik eleştiriler genellikle eleştiri aşamasında kalır. Bir başka deyişle bu eleştirileri yapanlar, yerden yere vurdukları ana akım ekonomi teorisinin yerine aynı kapsamda yeni bir teori koymayı denemezler. Kate Raworth, bu son derecede uyarıcı ve ilginç eserinde, diğer çoğu eleştirmenden farklı bir iş yapıyor. Önce ana akım ekonomi teorisinin takıntılarını, yanlışlarını, eksiklerini pek çok farklı iktisatçı veya sosyal bilimcinin görüşlerinden de yararlanarak ortaya koyuyor sonra da bu şekilde eleştirdiği parçaların yerine kendi görüşlerini yansıtan parçaları yerleştiriyor. Böylece teoriyi eleştirmekle kalmayıp yerine neyin konulması gerektiğini de gösteriyor. Raworth’un Simit Ekonomisi’ni, ana akım ekonomi teorisini eleştirmek amacıyla yola çıkan benzerlerinden ayıran en önemli fark bence bu.
Kitabı, ana akım iktisat teorisinin gerçek hayatta pek de rastlanmayan rasyonel insan, serbest piyasa, marjlarda alınan kararlar gibi yaklaşımlarından rahatsız olan meslekten iktisatçılar kadar ekonomi veya sosyal bilimlerle ilgilenenlerin de okuması gerektiğine inanıyorum.