Kamu Kesimi Borçlanma Gereksinimi (KKBG) ne anlama gelmektedir?
Devletin tüm gelirleri ile tüm giderleri arasındaki fark olarak tanımlanmakta olup, ancak borçlanma veya para basma yolu ile kapatılabilir.
Gelir-Gider farkının dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğunda görülmesi nedeniyle, rating kuruluşlarının bir ülkeyi değerlendirirken gözönünde bulundurdukları ana göstergelerden biri kamu sektörü borçlanma gereksinimidir.
Esas olarak; bu açığın mutlak değerinden çok, gayri safi milli hasılaya oranı önemlidir. Devletin borçlanmak için sermaye piyasasına girmesi, bu oranın yüksek olduğu durumlarda zorunlu hale gelir. Borçlanabilir kaynaklara olan talebin artması ise, beraberinde, faiz oranlarında görülen artışı getirir. KKBG’nin emisyon ile kapatılması ise, enflasyonu ve faiz oranlarını yükseltir.
Nasıl hesaplanır?
KKBG’nin ana bileşenleri, konsolide bütçe açığı, yerel yönetimler açığı, fonlar açığı ve sosyal güvenlik kuruluşları açığı olarak sıralanabilir.
Bu hesaplardan bir bölümü fazla verirse, KKBG azalır. Döner sermaye hesaplarındaki açık toplam ise, KKBG’ye göre çok küçük olduğu için genellikle hesaba katılmaz.
KKBG’nin en önemli kalemi konsolide bütçe açığıdır. Konsolide bütçe açığı, vergi gelirlerinin, artan kamu giderlerini karşılayamadığı durumlarda giderek büyür.
Nasıl değerlendirilir?
KKBG’nin GSMH’ye oranının normal olarak %3-4 dolaylarında olması gerekmektedir. Avrupa Birliği – Maastricht Anlaşması ise, üye ülkelerde bu oranın %3’ü aşmamasını bir koşul olarak öngörmektedir.
KKBG / GSMH oranının yüksek olması halinde görülebilecek olumsuz sonuçlar:
Bu oranın yükselmesi, ekonomi dilinde Mali Kalabalıklaşma denen olguya ve beraberinde gelen faiz oranlarının hep yüksek düzeylerde kalması, enflasyonist eğilimlerin artması gibi sonuçlara yol açar.
Özel sektörün borçlanabileceği kaynaklar, bu oranın yüksek olması durumunda azalır.
Faiz geliri ile yaşamını sürdüren rantiye sınıfı daha da güçlenir. Yüksek faiz oranı yatırım eğilimini zayıflatır.
İç borç faiz ödemelerinin artması, bütçeden personel maaşına ve kamu yatırımlarına ayrılan kaynakların daralmasına neden olur.
Enflasyonun yükselme riski, borçlanma yerine emisyona gidildiğinde daha da artar.
Kamu açığının azalmasıyla daha fazla kredinin çok daha düşük bir faizle alınabileceğini düşünen özel sektör, bu nedenle, özelleştirmeye çok daha sıcak bakmaktadır.
Bu oranın Türkiye şartlarında %5’in üstünde olması, tehlike işareti olarak algılanabilir. Oranın artış eğilimine girmesi ile bir krizin yaklaşmakta olduğunu düşünmek çok da yanlış olmaz.